25 Kasım 2009 Çarşamba

Seni düşünüyorum şimdi…Günahımdan çok rahmetini

Seni düşünüyorum şimdi…
Günahımdan çok rahmetini..
Ve geldim işte..
Neyim var , neyim yok ise aldım,geldim..
Olanca günahımla,isyanımla…Olmayan şükrüm ve duamla geldim..
Geldim işte..
Geldim Rabbim..
Öyle yorgun düşmüş hâlde geliş ki bu geliş..Öyle yorgunum ki ALLAHım..
Alıversen.. Kurtuluversem bu yükten..
Dinleniversem…
Dileniyorum işte kapında..Rahmetininin dilencilerini eli boş çevirmeyeceğinin bilinciyle dileniyorum..
Geldim işte sonunda…


Alırsın değil mi huzur kapısından..
Kapılar önünde koymasın değil mi ; öyle perişan..?
Çaresizim şimdi… Öylesine çaresiz..Öylesine lâl..
Dışarısı soğuk şimdi…Dışarısı ayaz..…
Huzurunun o sıcak iklimine muhtacım ..
Şimdi yok yeri yurdu bu bedevinin,sokak çocukları kadar..
çöllerde kabul etmez artık ,günahlarımdan..!
Lâ mekânlarda kaldım ALLAH'ım! ..
Zaman tükendi artık...
Tükendim ALLAh'ım..
Tek bir nefes aldırmaz oldu artık gafil yanım..
Muhtacım ALLAH'ım… Öylesine muhtaç..
Ah…
Öyle açım ki hem de,rahmetinin tek bir damlasına..
Ey kalbimin sahibi..
Ey rahmeti ab-ı hayat iksiri..
Rahmetsizlikten kavrulan gönlüme nurlarını yağdırmaz mısın… ?
Ey dertlerin biricik dermanı olan..
Ey ezeli ve ebedi dostu,kullarının…
Geldim işte..Buradayım…
Kabul etmez misin ? ''Kulum'' demez misin?...
Almaz mısın yoksa huzuruna
'kul'' olduğunu unutup kulluktan bihaber bu acizi..
Affetmez misin ALLAHım …
Bunca günahıma bakıp da ret mi edersin..?!
Şimdi ne olur Ey Rabbim,izin ver..
İzin ver huzuruna günahsız durayım..
Yetmez değil midir, bunca zamandır omuzlandığım günah yükümü..?!
Günahımı alıp,bu yükten kurtarmaz mısın?
Bunca zamandır işlediğim günahlardandır, sana varamayışım..
Sana gelişimi engelleyen tüm prangaları söküver ALLAh'ım..


'kULum'' dediklerin arasına katıver bizleri de..

Kuraklaşmış tüm yanlarım o ab-ı hayatla yeşersin..
Eksik etme kalbimden rahmetinin damlalarını..
İzin ver nasuh tevbe kapılarından geçeyim de,
dilime değen her bir harf gönlümde yeni dua çiçekleri filizlendirsin..
Baharın ölmüş toprağa hayat verdiği gibi ,
ben de yeni bir hayat bulayım ..
Ölüleşmiş kalbimdan gelen kötü kokular ruhuma değmeden ,
rahmetinin hoş kokuları ile dolayım...

Arefe gününü oruçla geçirmeye gayret edelim

MUSTAFA AYDIN
Arefe gününü günahlara girmeden oruçla, duayla, istiğfarla geçirmek kullarını arefe gününde bağışlayacağını müjdeleyen Allahu Teâlâ’ya hürmetin ve şükrün bir ifadesidir.
Arefe, Kurban Bayramı’ndan bir önceki gün, hicrî takvime göre Zilhicce ayının 9. günüdür. Ancak, ülkemizde Ramazan Bayramı’nın bir önceki gününe de arefe denmiştir. Resulullah Efendimiz’in (sas) bildirdiğine göre:

“Günlerin en faziletlisi Arefe günüdür. Faziletçe cumaya benzer. O, cuma günü dışında yapılan yetmiş hacdan faziletlidir. Duaların en faziletlisi de arefe günü yapılan duadır. Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediği en faziletli söz de: Lailahe illallah vahdehu la şerike lehu. (Allah birdir, ondan başka ilah yoktur, O’nun ortağı da yoktur) sözüdür.” (Muvatta, Hacc 246)

Hazreti Aişe (ranha) anlatıyor: “Allah, hiçbir günde, Arefe günündeki kadar bir kulu ateşten çok âzâd etmez. Allah mahlukata rahmetiyle yaklaşır ve onlarla meleklere karşı iftihar eder ve; “Bunlar ne istiyorlar?” der.” (Müslim, Hacc 436)

Resulullah (sas), “Arefe gününe hürmet edin! Arefe, Allah’ın kıymet verdiği bir gündür.” diyerek Allahu Teâlâ’nın kıymet verdiği günü hürmet ederek bilinçli bir şekilde yaşamaya gayret etmemizi istemiştir. Hürmet, verilen nimeti idrak etmekle ve verileni bilmekle, görebilmekle başlar. Arefe gününü günahlara girmeden oruçla, duayla, istiğfarla geçirmek kullarını arefe gününde bağışlayacağını müjdeleyen Allahu Teâlâ’ya hürmetin ve şükrün bir ifadesidir.

Arefe günü, Hazreti Âdem (as) ile Hazreti Havva’nın Arafat’ta buluştukları gündür. “Tevriye” ise arefe gününden bir önceki güne denir. Peygamber Efendimiz (sas) şöyle, buyurmuştur: “Tevriye günü oruç tutan ve günah söz söylemeyen Müslüman cennete girer.”

Tevriye günü tutulan orucun sevabı hesapsızdır. Ayrıca geçmiş ve gelecek yılda yapılan tövbelerin kabul olmasına da vesile olur. Arefe günü oruç tutmak çok daha sevaptır. Resulullah (sas) bugün oruç tutmayı şu mübarek ifadelerle teşvik etmiştir: “Arefe günü oruç tutana, Âdem aleyhisselâmdan, Sûr’a üfürülünceye kadar yaşamış bütün insanların sayısının iki katı kadar sevap yazılır.”

İBLİS’İN BİTTİĞİ AN!

“Peygamber Efendimiz(sas) arefe akşamı ümmetinin affedilmesi için dua etti. Duasına, ‘Muhakkak ki Ben zalimden başkasını mağfiret ettim.’ diye cevap verildi. ‘Zalimden ise mazlumun hakkını alırım.’ buyruldu. Resul-i Ekrem: ‘Ey Rabb’im, dilersen mazluma cennette mükafatını verir zalime de mağfiret edersin.’ diye dua etti ise de Arafat’ta bu duasına Allahu Teâlâ’dan kabul gelmedi. Sabah vakti Müzdelife’de aynı duayı tekrarladı. Bu defa duası kabul edildi. Resulullah memnuniyetinden ve sevincini belli ederek güldü. Bunun üzerine Ebu Bekir ve Ömer (ra): “Anam babam Size feda olsun, bu saatte siz gülmezdiniz, Sizi güldüren nedir?” diye sordu. Resulullah (sas): “Allah’ın düşmanı İblis, Allahu Teâlâ’nın duamı kabul ederek ümmetimi affettiğini anlayınca toprağı alıp başına çalmaya ve “vay sana helak oldun” diye feryada başladı. İşte İblis’in görmüş olduğum bu feryadı beni güldürdü, buyurdu.”


AREFE GÜNÜNÜ HACILARLA BİRLİKTE YAŞAYALIM

Arefe gününe saygılı olmalıyız. O gün hacılar Arafat’ta vakfe yapıp dua ederken mânen onların yanında olduğumuzu hissederek dualarına iştirak edilmelidir. Böyle bir günde bizi günaha sokabilecek her şeyden uzak kalmak gerekmektedir. Günümüzde arefe, bayramın bir önceki günü olduğu için dünyalık telaşların en yoğun olduğu bir gün olarak yaşanmaktadır. Oysa ki Arefe, insana verilen en kıymetli vakitlerden biridir. Bugünler ibadet ve affedilme günleridir. Hacıların Arafat’ta “Lebbeyk (Buyur Rabb’im)” diyerek dil, ırk, ten ayırımı yapılmaksızın bir araya geldiği mahşer gününü hatırlatan, kulluğun Allahu Teâlâ’ya dualarla, telbiyelerle arz edildiği en kıymetli zaman dilimidir. Resulullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Duanın faziletlisi, arefe günü yapılanıdır.” (Beyheki) “Allahu Teâlâ, arefe günü kullarına nazar eder. Zerre kadar imanı olanı affeder.”


CEHENNEMDEN ÂZÂD OLABİLİRİZ

Arife gününü ve gecesini ibadetle geçirmek çok faziletlidir. Arefe gecesini ibadetle geçirenin cehennemden azat olacağı söylenmiştir. Arefe günü günahlardan uzak kalanın da bağışlanacağı Resulullah (sas) tarafından müjdelenmiştir. Arefe günü Resulullahın (sas) yanında bulunan bir genç, kadınları düşünüyor ve onlara bakıyordu. Resulullah (sas) eliyle birkaç defa gencin yüzünü kadınlardan çevirdi. Genç yine onları düşünmeye başladı. Resulullah (sas), “Kardeşimin oğlu, bugün öyle bir gündür ki, bugünde herkes kulağına, gözüne ve diline sahip olursa günahları bağışlanır.” (Müsned)

AREFE ORUCU GÜNAHLARA KEFARETTİR

Ebû Katâde (radıyallahu anh)’den rivayet edildiğine göre Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’a arefe günü tutulan orucun fazileti soruldu; O da; “Geçmiş bir yılın ve gelecek bir yılın günahlarına kefâret olur.” buyurdu. (Müslim, Sıyâm 196, 197)


TEŞRİK TEKBİRLERİNİ İHMAL ETMEYELİM

“Teşrik” kelime anlamı olarak “eti kurutmak” demektir. Yani hac sırasında kurbanın kesilip de etin güneşte kurutulmaya başlandığı günler kastedilmektedir. Teşrik tekbirlerine arefe günü; sabah namazından sonra başlanır. Kurban Bayramı’nın dördüncü gününün ikindi namazına kadar (ikindi namazı da dahil) yirmi üç vakit “farz namazların hemen arkasından” getirilir.

Teşrik tekbiri şu şekildedir: “Allâhû Ekber, Allâhû Ekber, Lâ ilâhe illâ’llâhu vallâhu Ekber, Allâhû Ekber ve li’llâhi’l-Hamd”

Teşrik günlerinde alınan tekbirler vacibtir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de; “Allah’ı sayılı günlerde (teşrik günlerinde) zikrediniz.” buyurulmuştur.

Hanımlar tekbirlerini içlerinden söyler. Cemaatle ya da ferden namaz kılınınca farzdan hemen sonra yerine getirilir. Teşrik tekbirinin aslı; Hz. İbrahim (as)’den rivayet edilen şu olaydır: Cebrail (as) Allahû Teâla (cc)’nın ihsan buyurduğu kurban ile Hz. İbrahim (as)’e geldiği zaman; onun oğlu Hz. İsmail (as)’i kurban etme hususunda acele edeceği endişesi ile “Allahû Ekber, Allahû Ekber” diye nida etmiştir. Hz.İbrahim (as) Cebrail’i görünce “La ilâhe illâ’llahû va’llahû Ekber” diyerek cevap vermiştir. Hz. İsmail (as) de, kendisine bedel olarak gönderilen kurbanı görünce: “Allahû Ekber ve li’llâhi’l Hamd) diye tesbihte bulunmuştur. İşte teşrik tekbirleri, bu teslimiyeti ifade eder. Mü’minler “Teşrik Tekbiri” getirirken bu mahiyeti iyi tefekkür etmelidirler.

Arefe Günü Yapılacak Dualar

Resulullah (s.a.v) şöyle buyuruyor:“

Günlerin en faziletlisi arefe günüdür. Faziletçe cumaya benzer. Arefe günü cuma günü dışında yapılan yetmiş hacdan daha faziletlidir (Hac da iken). Duaların en faziletlisi de arefe günü yapılan duadır. Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediği en faziletli söz de, Lailahe illallahu vahdehü la şerike lehu. (Allah birdir, O’ndan başka ilah yoktur. O`nun ortağı da yoktur.) sözüdür.” (Muvatta,Hacc 246)Resulullah (s.a.v) şöyle buyuruyor,

“Arefe gününe hürmet edin! Arefe Allah’ın kıymet verdiği bir gündür.”“

Arefe Günü oruç tutana, Adem aleyhisselamdan Sura üfürülünceye kadar yaşamış bütün insanların sayısının iki katı kadar sevap yazılır.””Arefe günü tutulan oruç, bin gün tutulan nafile oruca bedeldir.”Resulullah (s.a.v) arefe akşamı ümmetinin affedilmesi için Allah’a dua etti. Duasına Yüce Allah (c.c.) “Muhakkak ki ben zalimden başkasına mağfiret ettim. Zalimden mazlumun hakkını alırım” diye buyurdu. Resulu Ekrem “

Ey Rabbim,dilersen mazluma cennette mükafatını verir zalime de mağfiret edersin.” diye dua etti fakat Arafatta bu duasına Kabul edilmedi. Sabah vakti Müzdelifede aynı duayı tekrarladı. Bu defa duası kabul edildi. Resulullah memnuniyetinden sevincini belli ederek güldü. Bunun üzerine Ebu Bekir ve Ömer (r.a), “Anam babam sana feda olsun, bu saatte siz gülmezdiniz, sizi güldüren nedir?” diye sordu. Resulullah (s.a.v) “Allahın düşmanı iblis, Allahü Teala’nın duamı kabul ederek ümmetimi affettiğini anlayınca toprağı alıp başına çalmaya ve vay bana helak oldum diye feryada başladı. İşte Şeytanın görmüş olduğum bu feryadı beni güldürdü” diye buyurdu.Resulullah (s.a.v) arefe gününde şeytanın durumunu şöyle anlattı:“Şeytan, arefe gününden daha çok küçülmüş, daha fazla hayırdan uzaklaşmış, daha ziyade hakir ve zelil, daha çok kinli ve öfkeli olarak başka hiçbir günde görülmemiştir. Bunun sebebi, Allah’ın bu günde rahmetinin inmesi ve büyük günahlardan vazgeçtiğini görmesinden başka bir şey değildir.” (Muvatta)Arefe gününden üstün bir gün yoktur. O gün Allahü Teâlâ, yeryüzündekileri övüp göktekilere, “

Ey gök ehli, kullarıma bakın, rahmetime kavuşmak ve azabımdan kaçmak için uzak yerlerden geldiler…” buyurur. Arefe günü Cehennemden o kadar çok kul azat edilir ki, başka günlerde bu kadar azat olmaz. Burada Hac yapmanın önemi belirtiliyor.Arefe, Kurban Bayramından bir önceki güne denir. Hicrî takvime göre Zilhicce ayinin 9. günüdür. Arefe günü senede bir gündür. Halkımız Ramazan bayramından önceki günüde arefe günü olarak kabul etmiştir.



Arefe Günü Yapılması Gerekenler.

1. Arefe günü sabah namazının farzından sonra teşrik tekbirleri getirilir.Teşrik tekbiri “Allâhüekber, Allâhüekber, Lâilâhe illallâhü vallâhüekber, Allâhüekber ve lillâhi’l-hamd” demektir.Arefe günü sabah namazından başlayıp, Bayramın 4. günü ikindi namazına kadar 23 vakitte, farz namazlardan sonra teşrik tekbiri getirmek vâciptir.2. Arefe günü oruç tutulmalıdır.

3. Arefe gününe hürmet edilmeli, günaha girmemeye dikkat edilmelidir.

4.Arefe günü çokça dua ve istiğfar edilmelidir.5. Arefe günü çokça ihlas suresi okunmalıdır

. Arefe günü duaları ve zikirleri:

Arefe günü bu duaları ve zikirleri çokça okumalıyız.1. Bismillahirrahmanirrahim.Kul hüvellâhü ehad. Allâhüssamed. Lem yelid ve lem yûled. Ve lem yekün lehû küfüven ehad.

2. La ilahe illellahü vahdehü la şerike leh, Lehül mülkü ve lehül hamdü ve hüve ala külli şey`in kadir.
3. Allahümme salli ala Muhammedin ve enzilhül muk`adel mükarrebe ındeke yevmel kıyameh.

4. La ilahe illellahü vahdehü la şerike leh, Lehül mülkü ve lehül hamdü biyedihil hâyrû vehüve alâ külli şey’in kadîr.

Ayrıca Tevriye, arefe gününden bir önceki güne denir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle, buyurmuştur:

“Tevriye günü oruç tutan ve günah söz söylemeyen Müslüman cennete girer.”
AREFE GÜN VE GECESI DUA:

Resûl-i Ekrem Efendimiz arife gecesinde şu duâyı okuyana Cenâb-ı Hak istediğini vereceğini beyân buyurmuştur.Duâ şudur:

* “Sübhânellezi fi’s-semâvâti arşuhu. Sübhanellezi fi’n-nâri sultânühu. Sübhanellezi fi’l-kubûri kadâuhu. Sübhanellezi fi’l-hevâi rûhuhu. Sübhânellezi raa’s-semâe bigayri amedin. Sübhânellezi vadaa’l-arda. Sübhânellezi lâ melcee illâ ileyhi.”İmam-ı Tirmizi, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in, “

Duânın hayırlısı arife günü yapılan duâdır,” buyurarak Peygamberlerin arife günü duâsını şöyle okuduğunu haber verir:* “

Lâ ilâhe illâllahü hüve lehü’l-hamdü ve hüve alâ küli şey’in kadir.”Buhâri’de geçen bir hadisten öğrendiğimize göre arife günü şu duayı okuyan, şeytanın tasallutundan kurtulur, kendini muhafaza altına almış olur.

* “Allahümme’c’al fi kalbi nûran ve fi basari nûran. Allahümme’şrah li sadri ve yessir li emri…”
“Allah’ım, kalbimi, gözümü, gönlümü nûrlu kıl. Allah’ım, kalbime genişlik, işlerime kolaylık ver.”

ABDÜLKADİR GEYLÂNİ HAZRETLERİ’NDEN ÖĞÜTLER

Sakın yaptığın işlerde ve bulduğun manevi halde kendi gücünü görmeyesin. Bu hal kişiyi azdırır ve YARATAN’ın rahmet nazarından uzak kılar. Sakın sözünü dinletme ve kabul ettirme hevesine de kapılmayasın. Önce temeli at sonra üzerine binayı çık. Kalbini derin kaz ki oradan hikmet pınarları fışkırsın, sonra ihlas ve iyi işlerle o binayı yükselt. Bu işlerden sonra halkı o köşke davet et.

***

Başkasında bulunan bir hatayı defetmek istersen nefsinle yapma, imanınla yap. Kötülükleri ancak İMAN yıkar. Bu durumda RABB’in sana işlerinde yardımcı olur. O kötülüğü yok etmek için arkadaş olur, O kötülüğü ezer ortadan kaldırır. Eğer bir kötülüğü nefsin için, halkın seni tanıması için ortadan kaldırmaya niyet edersen rezil olursun. Her işte HAKK’ın rızası aranmalıdır.

***

İSLAM gömleğin yırtık, İMAN elbisen pis, kalbin cahil, için kederle dolu. Gönlün İSLAMİYET’e açık değil. İç alemin harap, dışın mamur, bütün sayfaların günah karası. Sevdiğin ve arzuladığın yalnızca dünya.

Kabir kapısı açık ve ahiret sana doğru gelmekte. En kısa zamanda aklını başına topla, yalnız dünya azığı toplamaktan vazgeç de ahiret azığını toplamakta acele et…

Sabırlı kulların bu dünyada çektiği cefa, Yüce Allah’ın (C.C) gözünden kaçmaz. Siz bir an olsun O’nun uğruna sabır yolunu tutun, yıllarca ecrini alırsınız. Ömrü boyunca “Kahraman” lakâbıyla gezen, onu bir anlık cesareti sonunda kazanmıştır.

***

Ey evlad, önce nefsine öğüt ver, onu yola getir, sonra da başkalarını… Senin henüz ıslaha muhtaç hallerin var, bunu sen de biliyorsun. Bunu bildiğin halde başkalarının islâhı ile uğraşma yolunda nasıl başarılı olabilirsin? Gözlerin bir adım öteyi görmüyorken körleri neyle yola getirme sevdasındasın?

***

Size gereken, Yüce Yaratanı sevmek ve O’ndan başka kimseden korkmamaktır. Ve bütün işleri onun rızasını gözeterek yapmak… Bunlar “Kalp” le olur, dil gürültüsüne getirip söze boğmakla olmaz. Sonra mihenk taşına vurulunca utanırsın. Kuru davaya kimse inanmaz. Halk arasında söylediğin sözleri yalnız kaldığında söylüyormusun?… Aynı duyguları tek başına kaldığın zaman da duyman mümkün oluyor mu?… İşte bunları yapabiliyorsan mesele yok… Kapı önünde “TEVHİD”, içeriye girince “ŞİRK”, yakışır mı? Bu, nifak, ikiyüzlülük alametidir, içi bozuk olmanın ta kendisidir. Acırım sana, sözün kötülükten sakınma hakkında, kalbin ise fitne çıkarmaya istekli. Şükrü dilinden bırakmıyorsun, ama kalbin daima itiraz halinde.

***

Geliniz aşırı, uygun olmayan arzularımızı bir yana atıp YARATANIMIZA koşalım. Bu yolda biraz perişanlık çekelim. Ne olur sanki biraz zahmet çeksek? O’na vardıktan sonra bütün çekilen sıkıntılar unutulur. İçimize ve dışımıza hükmeden nefsimizi HAK yoluna çevirelim, Rabbimizin Elçisine, Sevgilisine başvuralım, O’nun eteğini bırakmayalım.

***

Bütün amacın yemek, içmek ve arzularının tatmini olmasın. Bunların hepsi amaç değil, Yüce ALLAH’a (C.C.) ulaşmak için birer araçtır. Bütün hedefin sana en çok gerekli olana ulaşmak olmalı. Sana en gerekli olan ise YARATAN’ındır. O’nu ara. Her şeyin bir bedeli olur. Dünyaya AHİRET, yaratılmışlara ise bedel YARATAN’dır. Dünyayı kalbinden atarsan yerini HAK alır.

Yaşadığın günü ömrünün son günü bil, işlerini ona göre ayarla. Bu duygu sana yeter.
***

“ALLAH’tan (C.C) başka ilah yoktur,” dediğinde bir “DAVA” peşine düştün demektir. Her davada şahit isterler, şahidi olmayan davasını kaybeder. Ayrıca bu uğurda gelecek her türlü sıkıntıya göğüs gerip, sabır göstermek de birer şahid sayılır. Bunları yaparken İHLAS’lı olmak gerekir.

***

Hiçbir söz amelsiz ve ihlassız kabul edilmez. Kainatın Efendisinin (S.A.V) yolu İHLAS’tan ibarettir.

***

Dünyalık toplarken dikkatli ol. Gece odun toplayan gibi olma. Elini uzattığında neyi alacağını önceden kestirmelisin.

Gece odun toplayan eline geçeceğini bilemez, seni de ona benzetiyorum. Ayık ol, sonra felaket büyük olur.

***

HAK’la çekişme, nefsin için O’nu kötüleme, malın azaldı diye O’nu itham etme, insanlar sana yüz vermiyor diye O’nu suçlama. Suçu kendinde ara. Her işin kendi keyfine uygun olmasını istiyorsun, en büyük hüküm senin mi yoksa O’nun mu? Sen mi fazla biliyorsun yoksa O’ mu? Merhametin O’nunkinden fazla mı?

Sen ve bütün yaratıklar O’nun kuludur. Her şeyde yalnız O’nun hükmü geçer bunu sakın unutma.

***

YARATAN’ın rızasına erme yolunda yapmacık hareketler fayda getirmez, bu yolda yersiz arzu ve boş temenni ile yürünmez. Hele içi başka dışı başka birinin eline hiçbir şey geçmez. Bir de yalancılık ortaya çıkarsa felaket o zaman başlar. Eğer bu hallerin azı sende varsa hemen tevbe et ve tevbeni bozma. Tevbe etmekten ziyade, tevbeyi bozmamak esas hünerdir.

***

Böbürlenmeyi bırakın, Yüce ALLAH’a (C.C) karşı büyüklük satmakta neymiş? Kullara da kibirli davranmayın, haddinizi bilin. Varlığınıza tevazuyu yerleştirin. Önceden ne olduğunuzu düşünün; bir damla su.

Sonrası ne olacak malum…Bir hendeğe yuvarlanacak bir ağırlık. Hali böyle olana büyüklük taslamak yaraşır mı?

Hırsa kapılmayın, kötü arzular sizi esir etmesin. Dünyalık adamların kapısını aşındırmayın. Ezilip büzülerek onlardan dünyalık dilenmek size yakışmaz, sabırla doğru yoldan nasibini arasan daha iyi olmaz mı? Ya bir de yaptığın dilenciliğin sonu boşa çıkarsa… Sevgili Peygamberimizin (S.A.V) “En büyük belâ, nasibte olmayanı aramaktır,” buyruğunu hiç duymadın mı? Nasibte olmayanı kullar hiçbir zaman veremez. Dünya oğullarının buna hiçbir zaman gücü yetmez.

***

Ey ilim iddiasında bulunan, hani ağlaman? Yüce ALLAH’ın (C.C) korkusundan gözlerin yaşarıyor mu? O’ndan korkman ve günahları itirafın nerede? Nefsinle cenk etmek ve onu terbiye etmek yok mu? O’nu HAK tarafına çağırman nerede?

Bunların hiçbiri sende yok. Bütün derdin kasa, masa, yemek ve eğlenmek. Aklını başına al. Dünyadaki nimetlerden sana gelecek bir kısmetin varsa gelir, üzülme içini ferah tut. Bekleme yükünden kurtulursun, hırsın ağırlığı seni yormaz. Eğer bu şekilde davranmazsan, bütün bu uğraşmalarından sana ne kalacak dersin? Sadece bir yorgunluk ve ağır bir hesap…

***

Doğruluk olmadan bilginin sana ne yararı dokunur? Doğruluğun olmadığı için bilgi sana bela olur. Öğrendin, namaz kıldın, oruç tuttun sebebi sana mal versinler, iyiliğini görsünler, seni öğsünler oldu. Sana yakışır mı bu düşünceler?

Farzet ki halkın sana ilgisi arttı, bunun ölüm anındaki sıkıntıya faydası olur mu acaba? Seni sevenlerle aranda uçurumlar olacak o anda. Topladığın malları başkaları paylaşacak, hesabı ve cezası da sana kalacak.

***

Yazık sana! Cehennemlik işleri yaparken cenneti umuyorsun. Geçici şeylerle avunuyor onları seviyor ve senin sanıyorsun. Ama yakında elinden alacaklar.

Yaratan hayatı sana emanet olarak verdi, O’nun rızası yolunda yaşamanı emretti. Sen ise kendi isteğin, heveslerinin peşinde hayatını tükettin. Sana verilen zenginlik, makam, sıhhat birer emanettir. Bütün bunları YARATICININ rızasına uygun yolda kullan.

***

Ey evlad, ana rahminde seni kim besledi. O halde iken ne kadar acizdin, bu hale seni getiren kim? Sen ise kendi varlığına ve halka dayanmaktasın, parana, mevkine, bilgine güveniyorsun. Güvendiklerin bugün var yarın yok olabilirler. Yüce ALLAH’tan (C.C) başka her kime güveniyor veya kimden korkuyorsan o senin ilahındır. Yakında bütün güvendiklerin yok olur kullarla aran açılır, sana karşı kalpleri katılaşır, kapıları yüzüne vururlar seni kapı kapı dolaştırırlar. Çağırsan yardımına koşan olmaz.

Bütün bunlara sebeb Hak’tan başkasına güvenmiş olman, O’nun nimetlerini başkalarından bilmiş olmandır.

***

Yüce ALLAH’ın (C.C) dininde olmayan şeyleri yapmaya çalışma. Elinde iki şahit olsun; biri KUTSAL KİTABIMIZ, diğeri SÜNNET-İ RESULALLAH. Bunlar seni RABBİNE ulaştırır. Ama sen bu şahitleri bırakıp nefsinin peşinden gitmeye devam ediyorsun. Elinde iki şahidin var; biri zayıf aklın, diğeri de şahsi arzun. Şüphesiz bunlar seni ateşe iter. Firavun gibilerin arasına katar.

***

Ey içi bozuk, yakında öleceksin, öldükten sonra yaptıklarına çok pişman olacaksın ama çok geç…Dilin güzel söze alıştığı için konuştu ve aldandı, ama kalbin hiçbir şeyden anlamaz bir halde. Bu durum seni kurtarmaz. Güzel konuşmayı kalb yapmalı, yalnızca dilin iyi söz söylemesi faydasızdır.

***

Ey ALLAH (C.C) yolcularını bulamayan; varlığını ve yaratılmışları HAK varlığına perde eden kişi; ağla, başkasına bir ağlarsan kendine bin defa ağla


www.bilgicagi.net

AKŞEMSEDDİN (K.S) HAZRETLERİNİN NASİHATLERİNDEN

• Ey oğul! Her işe besmele ile başla.
• Daima abdestli ve temiz ol.
• Namazlarında tembellik etme. Kaza ve kaderin Haktan olduğunu bil. Sana ulaşan nimete şükret, belaya sabret; sakın Allahü Teala’ya isyan eyleme.
• Kimseden incinerek sitem etme ve kimse de senden incinmesin. Kimsenin kalbini viran eyleme(yıkma).
• Kardeşine ulaşan nimete asla haset etme.
• Kimseyi kötüleme, yalan ve iftiradan sakın . Kardeşinin kusurlarını görme.
• Ananı ve babanı duadan ihmal etme. Senden büyük kimsenin önünde yürüme.
• Yalnız sefere çıkma.
• Çok uyumak hastalığa sebeptir.
• Geceler uyanık ol (namaz vezikirle meşgul ol), seher vakitlerinde Kuran-ı Kerim oku. Gece,gündüz Allahü Teala’ya dua ve ilticada bulun.
• Allahü Teala’ya daima hamd et, azabından kork. Hep Salih kimselerle otur.
• Dünya sultanlarının iltifatıyla sevinme . Dünyanın geçici sevinci seni oyalamasın.
• İhsan ve ikramın bol olsun, sadakayı ihmal etme.
• Sırlarını ifşa eyleme.
• Kendini başkalarına medh eyleme.
• Bu günden yarının tasasını çekme.
• Na-mahreme sakın bakma, gaflet verir.
• Sofradan düşeni yemek , zenginliğe sebeptir.
• Daima edepli ol; ikram ettiğine de mütevazi ol.
• Dişini tırnağınla kurcalama.
• Evinde örümcek ağı olmasın.
• Elbiseni üzerinde iken dikme.
• Allahü Tealaya isyandan sakın ki hafızan ve zekan artsın.
• Sahipsiz mala elini uzatma.
• Ölümü aklından hiç çıkarma.

Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) hazretleriden güzel sözler ve nasihatler.

”Keramet göklerde uçmak, suda yürümek midir? Bunu denizdeki balıklar, gökteki kargalar bile yapıyor. Esas keramet, Ümmet`i Muhammed’in hidayetine vesile olmaktır.“
“Bizim bu âlemde bir tek işimiz var. O da yavrularımızın kalplerine Allah (c.c.) ve Peygamber (s.a.v.) sevgisi ile iman ve İslâm nurunu yerleştirmektir.
“Bu dinin garip anlarında hizmet gören, saltanatını sürmeden ölmez.”
“Dışımız halk ile, içimiz Hak ile...”
“Her yerde birlik ve beraberlik lâzımdır. Muvaffak olmak için her hususta ittifak etmeli ve dayanışmayı asla elden bırakmamalıdır. Çünkü Allah’ın nusreti, maddî ve mânevî yardımı cemaat ile beraberdir. Toplu çalışanlar bunun semeresini kısa zamanda elde ederler.”
“Ağaç nasıl ki, gövdesinden değil de meyvesinden iyi anlaşılırsa, mürşidi` i kâmil olan kişiler de gösterişli zâhir hâllerinden değil; meyvelerinden yani yetiştirdikleri mensuplarının güzel hâllerinden anlaşılırlar. Şöhreti arşa çıksa, hakikî mürşidin misali meyvesidir.”
“Hizmet muvaffak olsun da, varsın bizim yerimiz caminin pabuçluğu olsun.”
“Efendiler! Hocalık bir meslek, bir ekmek teknesi değildir. Hocalık Allah’ın, Resûlullah’ın, Kitabullah’ın ve din`i mübin`i İslâm’ın tebliğ memurluğudur.
“İnsan bilmediğinin düşmanıdır. Nurdan haberi olmayan, ondan zevk almayan insan, nurun düşmanı olur.“
“Kâinatı saran karanlığı kaldırma zamanı gelip de, ezelî hüküm icâbı ins`ü cinnin nebîsi, Habîbü Rabbi’l`âlemîn, Kur’an`ı Kerîm’le gönderilip âleme safa verdiği gibi o Resûlullah’ın hususî yaratılmış vârisleri de, ilâ yevmi’l`kıyame devam edecek olan din`i mübini, binlerce belâya katlanarak yılmadan yürütecekler.“
“Süleyman Aleyhisselâm, “Yalnız başına bir orduyu mağlup etmek ne kadar zor ise, nefs`i emmâreyi mağlup etmek ondan daha zordur.” buyurdular.”
Yıl 1959, Efendi Hazretleri dünya hayatındaki son günlerini yaşamakta; fakat hâlâ koşuşturmaktadır. Sohbetler, vaazlar, dersler, talebelerin ihtiyaçları vs` Şeker hastalığına ve o yaşına rağmen hizmetten ve talebelerinden bir an olsun ayrılmıyor. Her gün dört vasıtayla Çamlıca’dan Topçular’a Tekâmül Talebelerini okutmaya gidiyor.
Küçük Çamlıca, Kısıklı neresi, Eyüp Topçular neresi! ” O zamanlar bu ulaşım imkânları da yok. Tramvayla Kısıklı’dan Üsküdar’a iniyor, Üsküdar’dan vapurla karşıya Eminönü’ne geçiyor, oradan da başka bir vasıtayla Edirnekapı’ya, oradan da Topçular’a”
İşte o son günlerinde ve yine Tekâmül Talebelerinin yanında, onlarla birlikte Kur’an hatmi yaptıktan sonra sohbet etmekte:
“Evlatlarım! Buraya kadar getirdiğimiz din hizmetleri, bundan sonra sizlerin omuzlarındadır. Şu anda Ümmet` i Muhammed’in evlatları sizlerin imdadını bekliyor. Bu işin ihmâl edilecek tarafı yoktur. Bu hakikati anladıktan sonra hizmet etmeyen iyi bilsin ki, kıyamet gününde on parmağım onun yakasında olacaktır. Kıyamet günü değil huzur ` u ilahî’ye, değil huzur ` u Resûlullah’a; benim huzuruma bile çıkamayacaktır.” dedikten sonra gözyaşları içerisinde dua edip:
“Evlatlarım! Tekrar geleceğim; ama ders için değil. Artık o iş tamamdır. Lâkin bir defa daha gelip size bir hadis` i kutsî bir de hadis` i şerif yazdıracağım. İnşallah Âlem` i Berzah’ta ve Livâü’l` Hamd sancağı altında yine böyle birlikte olacağız.” der.
Ertesi gün yine o yorgun ve hasta haline rağmen Kısıklı’dan Topçular’a kadar gelir ve talebeleriyle tek tek vedalaştıktan sonra, o mezkûr hadisleri yazmalarını ister:
1. Hadis` i Şerif:
“Yâ Ebû Rafi! Allah’a yemin ederim ki, senin iki elinle (yani maddî ve mânevî gayretin ve çalışman neticesinde), bir şahsa Cenab` ı Hakk’ın hidayet nasip etmesi, güneşin üzerinde doğduğu ve battığı her şeyden daha hayırlıdır.”
2. Hadis` i Kutsî:
Cenab` ı Hak, Davud Aleyhisselâm’a hitâben: “Ey Davud! Benden kaçan bir kulumu, tekrar bana getirmen tüm insanların ve cinlerin ibadetinden bana daha sevimli gelir.” Bu talebeleriyle dünya hayatındaki son görüşmesidir ve son nasihatleridir. Çıkarken tekrar “Evlatlarımı bir kere daha görmüş olayım.” diyerek onlara bakar ve oradan ayrılır. Bu hâdiseden kısa bir müddet sonra da ebedî âleme irtihal etmişlerdir. Tarih: 16 Eylül 1959.
Hz.Allah şefeatlerine nail eylesin. Amin.

24 Kasım 2009 Salı

Hz.Peygamber Efendimizin SAV Hadislerle Sabit Bazı Duaları

Mesnevi
hayırlı çiçek




1. Dua ibadetin tâ kendisidir." (Ebû Davud)

2. "Allah'ım, Senden hidayet ve doğruluk isterim." (Müslim)

3. "Allah'ım, Senden hidayet, takva, iffet ve zenginlik isterim." (Müslim)

4. "Ey kalpleri evirip çeviren Allah'ım, kalplerimizi taatine çevir." (Müslim)

5. "Allah'ım, bana doğruyu ilham et ve beni nefsimin şerrinden koru." (Tirmizî)

6. "Ey kalpleri evirip çeviren Allah'ım, kalbimi dininin üzerinde sabit kıl." (Tirmizî)

7. "Allah'ım! Senden yararlı bilgi, hoş rızık, kabul edilmiş amel isterim." (İbn Mâce)

8. "Allah'ım, beni bağışla, bana merhamet et, bana afiyet ver ve bana rızk ver." (Müslim)

9. "Allah'ım, günahlarımı bağışla, bana merhamet et, hidayet et, bana afiyet ver, rızk ver." (Müslim)

10. "Allah'ım, yaptığım şeylerin şerrinden ve yapmadığım şeylerin şerrinden Sana sığınırım." (Müslim)

11. "Zorlu beladan, bedbahtlıktan, kötü kaderden ve düşmanların şamatasından Allah'a sığınırım." (Buharî-Müslim)

12. "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru." (Buharî-Müslim)

13. "Allah'ım, cehennem fitnesinden ve cehennem azabından, zenginliğin ve fakirliğin şerrinden Sana sığınırım." (Ebû Davud)

14. "Allah'ım, açlıktan Sana sığınırım; o, ne kötü bir arkadaştır. Hainlikten Sana sığınırım; o, ne kötü bir sırdaştır." (Ebû Davud)

15. "Allah'ım, nimetinin elden çıkmasından, afiyetinin ters dönmesinden, ansızın azabına uğramaktan ve her türlü gazabından Sana sığınırım." (Müslim)
16. "Allah'ım kalbimi aydınlık kıl, lisanımı, kulağımı, gözümü, ardımı, önümü, üstümü, altımı aydınlık eyle. Allah'ım, nurumu büyüt." (Buharî-Müslim)

17. "Ey Hay ve Kayyum olan! Sadece Senden yardım isterim; Hayatımı düzelt, gözümü açıp kapayıncaya kadar bile beni nefsimle baş başa bırakma." (Hakim)

18. "Allah'ım, Senden sevgini, Seni sevenlerin sevgisini ve beni Senin sevgine ulaştıracak ameli isterim. Allah'ım, Senin sevgini bana nefsimden, ailemden ve soğuk sudan daha sevimli eyle." (Tirmizî)

19. "Allah'ım, acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, ihtiyarlıktan ve cimrilikten Sana sığınırım. Kabir azabından Sana sığınırım. Hayatın ve ölümün fitnesinden Sana sığınırım." (Müslim)

20. "Allah'ım; bütün hamdler Sanadır. Sen beni onunla giydirdin. O, elbisenin hayrını ve onun için yapılanın hayrını Senden isterim. Onun ve onun için yapılanın şerrinden Sana sığınırım." (Tirmizî)

21. "Allah'ım, Senden rahmetini icap ettiren şeyleri, mağfiretini gerektiren şeyleri, bütün günahlardan esen kalmayı, bütün iyilikleri ganimet olarak kazanmayı, cennete nail olmayı ve cehennemden kurtulmayı isterim." (Müslim)

22. "Allah'ım, işimi koruyan dinimi ıslah et, geçimimi sağlayan dünyamı ıslah et, dönüp varacağım yer olan ahiretimi ıslah et. Hayatı her hayrı artırmama vesile eyle, ölümü bütün kötülüklerden kurtulmama çare eyle." (Müslim)

23. "Allah'ın adıyla, Allah'a tevekkül ediyorum. Allah'ım! sapıtmak ve saptırılmaktan, alçalmak ve alçaltılmaktan, zulmetmek ve zulmedilmekten, bilgisizlikten ve bilgisiz bırakılmaktan Sana sığınırım." (Tirmizî)

24. "Bütün hamdler O Allah'a ki O, bana yeter, bana acır; yine bütün övgüler O'na ki, O, beni doyurur ve suvarır. Bana ihsanda bulunup, beni -insanların- en faziletli(si) kılan Allah'a hamd olsun. Senden beni ateşten korumanı diliyorum." (Ebû Davud)

25. "Allah'ım, Sana teslim oldum, Sana iman ettim, Sana tevekkül ettim, Sana döndüm, Senin için dava ettim ve Sana başvurdum. Önceden yaptıklarımı ve sonraya bıraktıklarımı, açık yaptıklarımı ve gizli yaptıklarımı bağışla. İleriye götüren ve geriye bırakan Sensin. Senden başka İlah yoktur." (Buharî-Müslim)

26. "Allah'ım, acizlikten, tembellikten, cimrilikten, ihtiyarlıktan ve kabir azabından Sana sığınırım. Allah'ım, nefsime takvasını ver ve onu temizle. Onu en iyi temizleyecek olan Sensin. Onun sahibi ve mevlâsı Sensin. Allah'ım, faydasız ilimden, korkmayan kalpten, doymayan nefisten ve kabul olunmayan duadan Sana sığınırım." (Müslim)

27. "Allah'ım! dünyada ve ahirette Senden esenlik isterim; Allah'ım, dinim, dünyam, ailem ve malım konusunda Senden af ve esenlik isterim. Allah'ım, ayıplarımı ört. Korkularımdan beni emin eyle. Önümde, ardımda, sağımda, solumda, üstümde olanlardan beni koru. Altımdakilerden de Senin azametine sığınırım." (Ebû Davud)

28. "Allah'ım, hatamı ve cahilliğimi, işimde aşırılığımı ve benden iyi bildiğin şeylerimi bağışla. Allah'ım, ciddimi ve şakamı bağışla, hataen ve kasten yaptıklarımı bağışla. Bütün bunlar bende vardır. Allah'ım, yapıp ileriye gönderdiğim ve yapmayıp geriye bıraktığım; açıkladığım ve gizlediğim şeylerimi ve benden daha iyi bildiğin şeylerimi bağışla. İleriye süren ve geriye bırakan Sensin. Sen her şeye kadirsin." (Buharî-Müslim)

29. "Allah'ım, Sen benim Rabbimsin, Senden başka ilah yoktur. Beni Sen yarattın, Ben, Senin kulunum, gücüm yettiğince Senin ahdin ve vaadin üzereyim; işlediklerimin şerrinden Sana sığınır, üzerimdeki nimetlerini Sana ikram eder, günahımı da itiraf ederim, bundan ötürü beni mağfiret eyle. Senden gayrı kimsecikler günahları bağışlayamaz." (Buharî)

30. "Allah'ım, bütün hamdler Sanadır. Sen, yerin, göğün ve onlarda olanların nurusun. Hamd yine Sanadır. Çünkü Sen yerin göğün ve bunlarda olanın yegane idare edenisin. Ve gene bütün övgüler Sana aittir. Ki Sen, Hak'sın, va'din, sözün, Seninle karşılaşmak, cennet ve cehennem, peygamberlerin, Muhammed 'in kıyamet saati, bütün bunlar haktır. Allah'ım, Sana teslim oldum, Sana inandım, Sana tevekkül ettim, Sana yöneldim, tevbe ettim, senin uğruna mücadele ettim, seni hakem edindim. Gelmiş gelecek, gizli ve açık bütün günahlarımı bağışla. Sen, benim ilahımsın. Senden başka ilah yoktur. Şanı yüce olan Allah'ın güç ve kuvvetinin dışında güç ve kuvvet yoktur." (Buharî-Müslim)

31. "Gökleri ve yeri yaratan, görünen ve görünmeyeni bilen, her şeyin Rabbi, meliki ve sahibi olan Allah'ım! Senden başka ilah olmadığına şahidim. Nefsimin kötülüğünden, şeytan ve ortaklarının şerrinden Sana sığınırım. Nefsime bir kötülüğün gelmesinden veya Müslümanlara karşı bir suç işlemeye onu itmesinden gene Allah'a sığınırım." (Tirmizî)

Utanıyorum,..Sebepsiz üzüldüğüm “çare”li çaresizliklerime..

Ya Tevvab.. Öyle muhtacım ki sevgine..
Sırf sen tövbe edenleri seversin diye..;
sevesim gelir tövbe secdelerine vardırdığı için, GÜNAHLARIMI BİLE


Utanıyorum ALLAH ım..
..Ondört asır önce çekilen eziyetleri haTırlayıp, çekilenleri bilince..
..Saçma sapan sebepleri sorunmuş gibi büyüttüğüme..
..O ALLAH dostlarının çektikleri onca çileye ve yılmadıklarını düşününce..
..Utanıyorum yıldığım o günlere..
..Sebepsiz üzüldüğüm “çare”li çaresizliklerime..
..İmkansız sandığım her bir şeyi önüme sunulmuş görünce..
..Utanıyorum, kimsem yokmuş gibi yakındığım günlere..
..Annem babam olduğu halde hemde..
..Oysa Sultanlar Sultanının (s.a.v.) ne annesi oldu ne babası..
..Bunun için eziğim ki öyle..
..İmkanım ve zamanım olduğu halde değerlendiremediğim günlere..
..Cahiliye dönemini yaşamışız diye..
..Utanıyorum, uykumu ibâdetime tercih ettiğim gecelere..
..Rabbe en yakın vakit gecedir, bunu bile bile hemde..
..Duanın red olunmadığı, o eşsiz gece vakitlerinde,
..Alnımı seccademde yeterince tutamadım diye..
..Elimi dua için açamadığım gün ve gecelere..
..Utanıyorum, Rabbimin ve Resûlünün (s.a.v.) adını yeterince anamadım diye..
..Yemek yerken, aç kalanları hatırlıyamadığım günlere..
..Bir kaç hurma ile doyan Resûl-i Ekrem’i ve Ashabını bilince..
..Sıkıntıyı dert ettiğim “sıkıntısız” hâlime..
..”Sıkıntı nedir, bilmedik ki..” gerçeğini bilince hemde..
..Şükretmeyi unuttuğum anlara, acziyetime..
..Her şeye utanıyorum işte..
..Kusursuz ni’metlerle yaşadığımız için şükredeceğimize,
..Ni’metleri görmeyen körlerden oldum diye..
..Utanıyorum, her yeni bir kıyafet aldığımda,
..Senelerce aynı kıyafetiyle dolaşanları göremedim diye..
..Utanıyorum aynaya her bakışımda..
..Kusursuz yaratıldığımızı farkedemiyoruz diye..
..Utanıyorum, bilmediklerimi şimdi bilmeye,
..Görmediklerimi şimdi görmeye..
..Çok utanıyorum ALLAH ım.!
..Senden bir şey istemeye..
..Derim hep, “istemek” benden, vermek “isteme hissini verenden” diye..
..Şimdiye kadarki hiçbir isteğimi bu kadar eziklikle istemedim..
..Rabbim, dünyada utandım, Ahirette utandırma..
..Huzurunda utandırma...
..Yine de utanıyorum isterken..
..”Ben lâyık mıyım diye..
..İlâhi, Sen içleri en iyi bilensin..
..Affet, merhamet et..
..Azabından koru..

Şiir Tadında Dua,Dileniyorum işte kapında..Rahmetininin dilencilerini eli boş çevirmeyeceğinin bilinciyle dileniyorum..

Seni düşünüyorum şimdi…
Günahımdan çok rahmetini..
Ve geldim işte..
Neyim var , neyim yok ise aldım,geldim..
Olanca günahımla,isyanımla…Olmayan şükrüm ve duamla geldim..
Geldim işte..
Geldim Rabbim..
Öyle yorgun düşmüş hâlde geliş ki bu geliş..Öyle yorgunum ki ALLAHım..
Alıversen.. Kurtuluversem bu yükten..
Dinleniversem…
Dileniyorum işte kapında..Rahmetininin dilencilerini eli boş çevirmeyeceğinin bilinciyle dileniyorum..
Geldim işte sonunda..


Alırsın değil mi huzur kapısından..
Kapılar önünde koymasın değil mi ; öyle perişan..?
Çaresizim şimdi… Öylesine çaresiz..Öylesine lâl..
Dışarısı soğuk şimdi…Dışarısı ayaz..…
Huzurunun o sıcak iklimine muhtacım ..
Şimdi yok yeri yurdu bu bedevinin,sokak çocukları kadar..
çöllerde kabul etmez artık ,günahlarımdan..!
Lâ mekânlarda kaldım ALLAH’ım! ..
Zaman tükendi artık...
Tükendim ALLAh’ım..
Tek bir nefes aldırmaz oldu artık gafil yanım..
Muhtacım ALLAH’ım… Öylesine muhtaç..
Ah…
Öyle açım ki hem de,rahmetinin tek bir damlasına..
Ey kalbimin sahibi..
Ey rahmeti ab-ı hayat iksiri..
Rahmetsizlikten kavrulan gönlüme nurlarını yağdırmaz mısın… ?
Ey dertlerin biricik dermanı olan..
Ey ezeli ve ebedi dostu,kullarının…
Geldim işte..Buradayım…
Kabul etmez misin ? ‘’Kulum’’ demez misin?...
Almaz mısın yoksa huzuruna
‘kul’’ olduğunu unutup kulluktan bihaber bu acizi..
Affetmez misin ALLAHım …
Bunca günahıma bakıp da ret mi edersin..?!
Şimdi ne olur Ey Rabbim,izin ver..
İzin ver huzuruna günahsız durayım..
Yetmez değil midir, bunca zamandır omuzlandığım günah yükümü..?!
Günahımı alıp,bu yükten kurtarmaz mısın?
Bunca zamandır işlediğim günahlardandır, sana varamayışım..
Sana gelişimi engelleyen tüm prangaları söküver ALLAh’ım..



‘kULum’’ dediklerin arasına katıver bizleri de..


Sana layık kul olmakla şereflendir ALLAH’ım..
Abd olmakla huzuru bulalım..
Sıkıntılarımızdan kurtulalım abdiyetle..
Bağışla ALLAh’ım..
Cürmümüz çok…
Ama..Ama,rahmetin daha çok..
Rahmetinden ümitvarım…
Sen ki rahmetinin %99’unu kıyamette mü’min kullarına saklayansın…
Geri kalan bir rahmetinle ,dünyada kaldır bu yükümüzü de
huzurunda boynumuzu bükme ALLAH’ım..
Bilirim …
Bilirim affedersin ALLAhım..
‘Senin rahmetin okyanus,
günahım ise okyanustaki adada bulunan ağaçtaki garip kuşun ağzında ;bir nohut tanesi ..’’





Kuraklaşmış tüm yanlarım o ab-ı hayatla yeşersin..
Eksik etme kalbimden rahmetinin damlalarını..
İzin ver nasuh tevbe kapılarından geçeyim de,
dilime değen her bir harf gönlümde yeni dua çiçekleri filizlendirsin..
Baharın ölmüş toprağa hayat verdiği gibi ,
ben de yeni bir hayat bulayım ..
Ölüleşmiş kalbimdan gelen kötü kokular ruhuma değmeden ,
rahmetinin hoş kokuları ile dolayım...

amin amin amin

istiğfar kasidesi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ


1.Beyt
بِسْمِ اللهِ اَبْتَدِى فِى كُلِّمُحْتَرَمٍ
وَالْحَمْدُ لِلّهِ فِىبَدْءِى وَمُخْتَتَمٍ

Hürmeti gereken her şeyde bismillah demekle başlarım.
İşimin başında ve sonunda Elhamdu Lillah derim=güzel övgüleri ALLAH’a tahsis ederim.

2.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ مَوْلاَنَا وَ خَالِقُنَا
مِنْ كُلِّ تَقْصِيرِنَا بِا شُّكْرِ لِلنِّعَمِ

Nimetlerine şükürle mukabele ettiğim halde Bütün taksiratımızdan dolayı Mevlamız ve Yaratıcımız olan ALLAH Teala’dan mağfiretimi dilerim.

3.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ مُجْرِىالْفُلْكِبِظُّلَمِ
عَلَى عُبَابٍ مِنَالتَّيَارِ مُلْتَطِمِ

O Zat-ı Akdes,karanlıkta dalgalardan birikmiş köpükler üzerinede gemileri yüzdürendir Estağfirullah-el’Azim

4.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ مُنْجِى الْمُسْتَجِيرِبِهِ
اِذَا اَلَمَّ بِهِ طَيْفٌمِنَ اللَّمَمِ

O Zat-ı Akdes, dimağında günahların arzusu suretlendiği zamada güven isteyen kimseyi kurtarıcıdır. Estağfirullah-el’Azim

5.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ غَفَّارَ الذُّ نُوبِلِمَنْ
بِاْلاِ نْكِسَارِ اَتَىوالذُّلِّ وَالنَّدَمِ

O Zat- Akdes, pişmanlık, zillet ve kırılmakla kırılan kimseleri çoğu zaman mağfiret edendir. Estağfirullah-el’Azim

6.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ سَتَّارَالْعُيُوبِعَلَى
اَهْلِ العُيُوبِوَوَمُنْجِيهِم مِنَ النِّقَمِ

O Zat-ı Akdes,suçluların ayıblarını çoğu zaman örtbas eden ve onları beladan kurtarandır. Estağfirullah-el’Azim

7.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ مَنْ سِرِّى وَمِنْعَلَنِى
وَمِنْتَقَلُّبِقَلْبِى وَبْتِسَامِ فَمِ

Gizliliğimden,aşikaremden,kalbimin tepe taklak çevirilmesinden, gülümserliğimden dolayı Estağfirullah-el’Azim

8.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ مِنْ نُطْقِى وَمِنْخُلُقِى
وَشَيْنِ شَانِى وَمِنْشَكْلِى وَمِنْ شِيَمِ

Düşünüp konuştuğumdan,ahlakımdan,hallerimden,şeklimden,tav rımdan dolayı Estağfirullah-el’Azim

9.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ مِنْ سَمْعِ وَمِنْبَصَرِى
وَمِنْ ضَمِيرِى وَمِنْفِكْرِى وَمِنْ كَلِمِى

İşitmemden,görmemden,kalbimdeki gelip geçenlerden, zihnimde yerleşen ve konuştuğumdan dolayı Estağfirullah-el’Azim

10.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ مِنْ قَوْلِى وَمِنْعَمَلِى
وَمِنْ مُجَا هَدَتِىجَهْدِ وَ مِنْ شَاَمِ

Sözümden,amelimden,mücahedelerimden,çalışmalarımda n ve uğursuzluğumdan dolayı Estağfirullah-el’Azim

11.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ مَنْ جَهْلِ وَمِنْزَلَلِى
وَمِنْ كَبَا ءِرِ آثَامِى وَمِنْ لَمَمِى

Cehaletimden, ayak kaymalarımdan, büyük küçük günahlarımdan dolayı Estağfirullah-el’Azim

12.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ مِمَّا قَدْ جَنَتْهُيَدِى
مِنَ الْخَطَا يَاوَمِمَّا قَدََّمَتْ قَدَمِى

Elimin işlediği,ayağımın yürüdüğü hatalarımdan dolayı Estağfirullah-el’Azim

13.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ مِمَّا لَمْ تَكُنْكَسَبَتْ
كَفَى وَمَااكْتَسَبَتْ فِى مَبْلَغِ الْحُلُمِ

Ergenliğe ulaştğımda yeterli derecede kazandığım ve kazanamadığım şeylerden dolayı Estağfirullah-el’Azim

14.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ مِنْ نَفْسِى و مِنْنَفَسِِى
وَخَاطِرٍ وَخُطُورِالْوَهْمِ بِالتُّهَمِ

Nefsimden,nefesimden,vesveselerimden töhmet altına sokmak sebebiyle aklımı bulandıran vehimden dolayı Estağfirullah-el’Azim

15.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ مِنْ طَبْعِى وَمِنْطَمَعِى
وَمِنْ تَحَوُّلِ حَالِى حَا لَةَ السَّقَمِ

Tabiatimden,tamahkarlığımdan,halimin hastalık haline çevirilmesinden dolayı Estağfirullah-el’Azim

16.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ مِنْ قَوْلِى اَنَا وَمَعِى
وَلِى وَعِنْدِى و مِنْظَنِّى وَ مِنْ فَهِمِ

‘’Ben’’,’’Beraberimdedir’’,’’Benimdir,mülkümd ür’’, ’’Bana göre’’ deyişimden ve ‘’zannım’’dan,’’anlayışım’’dan dolayı Estağfirullah-el’Azim

17.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ مِمَّا لَسْتُاَعْلَمُهُ
وَ مَا عَلِمتُوَصَرَّفتُ بِالْقَلَمِ

Bilmediğim,bildiğim ve kalemi harcadığım şeylerden dolayı Estağfirullah-el’Azim

18.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ مِنْ نَوْمِى وَمِنْسِنَتِى
وَيَقْظَتِى وَ بِهِمَا عِشْتُ مُعْتَصَمِ

Uykumdan,uyuklamamdan,uyanıklığımdan,kendisine bağlandığım halde yaşandığım şeylerden dolayı Estağfirullah-el’Azim

19.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ مِنْ يَوْمِىوَلَيْلَتِهِ
وَمِنْ غَدٍقَبْلَ اَنْ يَبْدُو مِنَ الْعَدَمِ

Günümden,gecemden,yokulu sahasından zuhur etmeden önce yarından dolayı Estağfirullah-el’Azim

20.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ مِمَّا كَا نَ فِىصِغَرِى
مِنَ الْخِلَافِلِعَصْرِ الشَّيْبِ وَالْهَرَمِ

İhtiyarlık ve yıpranma asrına hilafla küçüklüğümde olan hatadan dolayı Estağfirullah-el’Azim

21.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ مَا هَبَّتْيَمَانِيَةٌ
وَسَحَّتِالسُّحْبُ فِى السَّاتِ وَالاَكَمِ

Yemen rüzgarı estiği,bulutlar ova ve tepelerin üzerine yağmur yağdırdığı müddetçe Estağfirullah-el’Azim

22.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ مَا سَارَ الْحَجِيجُاِلَى
مَعَالِمَ شُرِّفَتْبِالْحِلِّ وَالْحَرَمِ

İhramın bağlanılması ve çözülmesine tayin edilen şerefli yerelere hacılar seyrettiği müddetçe Estağfirullah-el’Azim

23.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ مَا لاَحَ الصَّبَاحُوَمَا
تَرَنَّمَ الْوَرْقُ فِىاْلاَغْصَانِ بِالنَّغَمِ

Sabah parladığı ve dallardaki güvercinler nağmeyle terennüm ettiği müddetçe Estağfirullah-el’Azim

24.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ تَعْدَادَ الْحُرُوفِوَمَا
فِى الذِّكْرِ مِنْ آيَةٍتُتْلَى وَ مِنْ حِكَمٍ

Harflerin,zikikr ve tilavet edilen hüküm ve hikmet dolusu ayetlerin kelime ve cümlelerinin adedince Estağfirullah-el’Azim

25.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ تَعْدَادَ الْهَوَامِوَمَا
فِىاْلاُفْقِ مِنْ عَا لَمٍ وَاْلاَرْضِِ مِنْعَلَمٍ

Sahralarda biten bitkilerin,ufuktaki alemin,yerdeki yüksektepelerin adedince Estağfirullah-el’Azim

26.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ تَعْدَادَ النَّبَاتِوَمَا
فِى الْبَرِّ مِنْ نَعَمٍوَالْبَحْرِ مِنْ نِعَمِ

Nebatat,karadaki hayvanlar ve denizdeki nimetler adedince Estağfirullah-el’Azim

27.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ تَعْدَادَ الرِّيَاحِوَمَا
تَجْرِى عَلَيْهِوَاْلاَوْقَاتِ وَالْقَسَمِ

Rüzgarlar,rüzgarlarla geçen vakitler ve taksim edilen azıklar adedince Estağfirullah-el’Azim

28.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ تَعْدَادَ الْكَوَاكِبِفِى
دَاجِى الْغَيَاهِبِ مِنْبَادٍ وَمُكْتَتَمِ

Zifiri karanlıkta gizli ve aşikar olan yıldızlar adedince Estağfirullah-el’Azim

29.Beyt
اَسْتَغْفِرُالله تَعْدَادَ الرِّمَالِوَمَا
يَنْهَلُّ فِى عَالَمِالدُّنْيَا مِنَ الدِّيَمِ

Kumlar ve dünya alemine yağan ve akan yağmurlar adedince Estağfirullah-el’Azim

30.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ تَعْدَادَ الْخَلاَ ءِقِمِنْ
اِنْسٍ وَجِنٍّ وَمِنْعُرْبٍ وَمِنْ عَجَمٍ

Mahluklar,insanlar,cinler,Arablar ve Acemler adedince Estağfirullah-el’Azim

31.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ تَعْدَادَ الْخَوَاطِرِفِى
صُدُورِ اهْلِ التُّقَىوَالْعِلْمِ وَالْحِكَمِ

Takva,ilim ve hikmet ehlinin göğüslerindeki hataralar adedince Estağfirullah-el’Azim

32.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ جَلَّ اللهُ خَالِقُنَا
بَارِى الْبَرَايَا وَ مُنْشِينَا مِنَالْعَدَمِ

Yüce ALLAH yaratıcımızdır.Yaratmış olduğu mahlukunu temizleyendir.Bizi ve cimle mahlukunu yokluktan inşa=peyda edendir.Estağfirullah-el’Azim

33.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ جَلَّ اللهُرَازِقُنَا
قَبْلَ الْوُجُودِوَقَدْرَ سَا ءِرِ الْقِسَمِ

Yüce ALLAH varlığımızdan ve sair taksimleri belirtmesinden önce bizi rızıklandırandır. Estağfirullah-el’Azim

34.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ لاَتُحْصَى لَهُنِعَمٌ
اَلْمُنْعِمُالْمُفْضِلُ الْمَوْصُوفُ بِالْكَتَمِ

ALLAH’ın sayılmayacak kadar nimeti vardır:O Zat-ı Akdes nimet verendir,faziletli kılandır,kendisi Kendi Zatı’nı gizlemekle vasıflanandır. Estağfirullah-el’Azim

35.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ جَلَّ اللهُقَابِضُنَا
مُغْنِى الْقُرُونِوَمُغنِى سَاءِرِ اْلاُمَمِ

Yüce ALLAH inayetinin tasaruffunun kabzasıyla dengemizi tutandır.Beldeleri ihtiyacsız kılan,o belde de yaşayan halkını zenginleştirendir. Estağfirullah-el’Azim

36.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ جَلَّ اللهُبَاعِثُنَا
بَعْدَ الْمَمَاتِوَمُحْىِ اْلاَعْظُمِ الرِّمَمِ

Yüce ALLAH Öldükten sonra çürümüş kemiklerimizi dirilten ve bizi haşre gönderendir. Estağfirullah-el’Azim

37.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ جَلَّ اللهُجَامِعُنَا
لِيَوْمٍ مُزْدَحَمِاْلاَمْلاَكِ وَاْلاُمَمِ

Yüce ALLAH,mülklerin ve ümmetlerin izdihamlı günü için bizi bir araya getirendir. Estağfirullah-el’Azim

38.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ اَضْعَافًا مُضَاعَفَةً
مِمَّا ذَكَرْتُ مِنَاْلاَجْنَاسِِ وَالنَّسَمِ

Tohumlardan,cinslerden zikrettiğim adedlerin kat kat fazlasıyla Estağfirullah-el’Azim

39.Beyt
اَسْتَغْفِرُاللهَ لاَ اُحْصِى عَلَيْهِثَنَا
اَثْنَى عَلَى نَفْسِهِمِنْ قَبْلُ فِى الْقِدَمِ

Önceden ezelde Kendi Nefs’ini medh-u sena ettiği gibi O’nu medh-u sena edemediğim halde Estağfirullah-el’Azim

40.Beyt
ثُمَّ الصَّلاَةُ عَلَى الْمُخْتَارِ مِنْمُضَرِ
خَيْرِ الْبَرِيَّةِمِنْ بَاكٍ وَ مُبْتَسِمٍ

Sonra Rahmet yağmurları,ağlayan ve gülümseyen bütün mahlukun en hayırlısı,Mudar Kabilesi’nden seçilen Muhammed sallALLAHu aleyhi ve sellem’in üzerine olsun.

41.Beyt
وَاْلآلِ وَالصَّحْبِ وَالتَّسْلِيمُيَتْبَعُهَا
مِنْ رَبَّنَاوَعَلَى اْلاَاَتْبَعِ كُلِّهِمِ

Alinin ve ashabının üzerine olsun.Rabbi’mizden selamlar,onların ve ardınca gidenlerin hepsinin üzerine olsun.

Selâvat Okumak

Selâvat Okumak



“Enes bin Mâlik” der ki, Eshâbtan “Ebû Talha”,

Ziyârete gelmişti bir gün Resûlullah'a.



Görünce o Server’in sevinçli olduğunu,

(Sebebi nedir?) diye, Resûl’den sordu bunu.



Cevâben buyurdu ki: (Nasıl sevinmiyeyim.

Biraz önce Cebrâil yanıma geldi benim.


Dedi: “Kim sana hergün, okursa bir salevât,

Allah da, on salevât gönderir ona bizzât.



Yine o müslümânın, siler on günâhını.

Ve on ecir vererek, arttırır sevâbını”.)


Allah, “Mûsâ Nebî”ye buyurmuştur ki hem de:

(Salevât söyle her gün, Habîbim Muhammede.



Benî İsrâile de söyle ki, Ona eğer,

Îmân etmezler ise, Cehenneme girerler.)


Mûsâ Nebî sordu ki: (Yâ ilâhî, Muhammed,

Kim ola ki, zâtına yakındır böyle gâyet?)


Buyurdu ki: (Yâ Mûsâ, O olmasaydı eğer,

Olmazdı gece gündüz, olmazdı yer ve gökler.



Cennet ile Cehennem ve bilcümle mahlûkât,

Hep Onun hürmetine var oldu bu kâinât.)


Mûsâ aleyhisselâm dedi ki: (Yâ ilâhî!

Onun nübüvvetini tasdîk ettim ben dahî.)



***


“Süfyân-ı Sevrî” der ki: Beytullahta ben bir zât,

Gördüm ki, o Server’e okurdu çok salevât.



Ben, bunun hikmetini sorunca o kimseye,

Dedi ki: (Ben babamla çıkmıştım bu sefere.



Ve lâkin yolda babam, vefât etti âniden.

Ölür ölmez, yüzü de "simsiyah" oldu birden.



Ben buna çok üzülüp, uyumuşum o sâat.

Rüyâmda, yanımıza geldi bir mübârek zât.



Ve sürünce elini, pederimin yüzüne,

O siyahlık kaybolup, "nûr" geldi üzerine.



Ben o zâta sordum ki tutarak eteğinden:

(Sen kimsin ki, kurtardın babamı bu hâlinden?)


Buyurdu: (Bilmiyorsan, kendimi tanıtayım.

Ben, senin Peygamberin Muhammed Mustafâ’yım.



Senin baban, günâhkâr bir kimse idi, fakat,

Getirirdi ömründe bana çokça salevât.



Onların hürmetine imdâda geldim hemen.

Ve kurtardım onu bu, düştüğü kötü hâlden.)


Ben dahî o esnâda, o rüyâdan uyandım.

Ve hemence babamın yüzünü açıp baktım.



Gördüm ki, o siyahlık kaybolmuş hakîkaten.

Nûrlanmış, güzelleşmiş, sevinip kalktım hemen.



Böylece o Resûl’e salevât okumanın,

Öğrendim faydasını yaşıyarak bi-hakkın.



O günden îtibâren, elimden geldiğince,

Salevât okuyorum Resûl’e gündüz gece.)

Salavat getirmek

Salevatın en kısası, (Allahümme salli alâ Muhammed ve alâ âli Muhammed) demektir.

Peygamber efendimiz buyurdu ki:

Bir gün dört büyük melek geldi.
Cebrail aleyhisselam dedi ki:
(Ya Resulallah, sana her gün on salevat getirenin elinden tutar, sıratı kuş gibi geçiririm.)


Mikail aleyhisselam dedi ki:
(Ben de, ona, Kevser havuzundan kana kana içiririm.)


İsrafil aleyhisselam dedi ki:
(Ben de, onun affı için başımı secdeye koyarım. Allahü teâlâ onu affetmedikçe başımı secdeden kaldırmam.)


Azrail aleyhisselam da dedi ki:
(Ben de, onun ruhunu, Peygamberler gibi kabzederim.)

Peygamber efendimiz de, (Bu ne büyük lütuf ve ne büyük bir ihsandır ya Rabbi) dedi.



Birkaç hadis-i şerif meali daha şöyledir:

(Şefaatime en layık olan, bana en çok salevat okuyandır.)
[Tirmizi]


(Sabah akşam on salevat getiren, kıyamette şefaatime kavuşur.)
[Taberani]


(Abdestten sonra, on defa salevat getirenin gamı gider, duası kabul olur.)
[Ey oğul İlm.]


(Kıyamette bana en yakın olan, en çok salevat getirendir.)
[Tirmizi]


(Günde yüz salevat okuyan, kıyamette şehitlerle beraber olur.)
[Taberani]


(Her gün yüz defa salevat getiren, münafıklıktan ve Cehennem ateşinden uzaklaşır ve kıyamette şehitlerle beraber olur.)
[Taberani]


(Bir kimse, bana salevat getirdiği sürece, melekler de, onun için istiğfar eder. Artık isteyen az, isteyen çok salevat getirsin.)
[İ.Ahmed]



Hazret-i Ebu Talha anlatır:
Bir gün Resulullah, sevinçli olarak gelip buyurdu ki:

(Cebrail bana gelip, şu müjdeyi verdi:

Ya Resulallah! Rabbin, "Sana bir defa salevat okuyana, ben on salat okurum. On defa rahmette bulunur, on günahını affeder, on derece yükseltirim.

Sana bir defa selam veren herkesin selamına da, ben on defa selam ile karşılık veririm, Bu sana ikram olarak yetmez mi, razı olmaz mısın?" dedi.

Ben de, razı olurum dedim.) [Nesai]


"Bütün duâlar, bana salâtü selam getirinceye kadar muallakta kalır." (Beyhakî)
Duânın evvelinde ve sonunda salavât-ı şerife okumak vacipdir. (Hak Dini Kur'ân Dili C.6, S. 3923). Çünki başında ve sonunda salavât-ı şerife okumak, duânın kabûlüne sebebdir.

Dua



Ey yerleri donatan, yüksek semaları yaratan ve kalpleri kötüsüyle iyisiyle yaratıldığı hal üzere çekip çeviren Allahım ! Batıl ehlinin ordularını mağlûb eden, hakkı en doğru şekilde ilan eden, kendisinden öncekileri tamamlayan, kapatılan iman kapılarını açan, rasulün ve kulun Muhammed’e rahmetinin en üstününü, bereketlerinin artarak devam edenlerini ve şefkatinin en sıcağını ikram eyle. Zira o rasulün senin vahyini gönlünde tutarak ahdini koruyup emrini yerine getirmekte hiç gecikmeksizin rızana koşarak, emrin olduğu için sana itaat etti. O’nun bu itaati de elde etmek isteyen için parlak bir nur halini aldı. Böylesi bir nurla Allah’ın ihsanı, efendimizi işaret eden vesilelerle ancak ehil olana ulaşır. Kalplerse günah ve fitneler bataklığına dalıp gittikten sonra Rasulle hidayete kavuşur. Zira O Rasul isimleri izah etmeye, hükümleri açığa çıkarmaya ve İslam’ın gönülleri aydınlatmasına ışık tutar. Çünkü o senin güvenilir kıldığın emînin, saklı ilminin sâdık koruyucusu, kıyamet gününde şâhidin, nimet ve rahmet olarak hakla gönderdiğin rasulündür.

Salavat-ı Şerifeler

Ebû Sâid-i Hudrî'den:

Bir gün Rasûlullah (s.a.v.) Mescid'e girdiğinde Ensar'dan Ebû Ümâme (r.a.) gördü ve:
-Yâ Ebâ Ümâme! Bana ne oluyor ki, seni namaz vakitlerinin dışında Mescid'de göremiyorum? buyurdu.
Ebû Ümâme hazretleri:
-Yâ Rasulullah! Borç ve üzüntüler beni sardı, dedi.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):
-Sana bir kelâm öğreteyim mi ki, onu söylediğinde Allahü Teâlâ üzüntünü gidersin ve seni borçlardan kurtarsın?Ebû Ümâme hazretleri:
-Evet Yâ Rasûlullah! dedi.
Rasulullah efendimiz:
-Sabaha çıktığın ve akşama erdiğinde şu duâyı oku buyurdu.
Ebû Ümâme hazretleri:
"Buna devam ettim, üzüntüden ve borçtan kurtuldum" demiştir. (Sünen-i Ebû Davud, Tıbb-ı Nebevî S.154-155)Bu duâ yukarıdaki salavâtta mevcuttur.


Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin, ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim. E'ûzü billâhi mine'l-hemmi ve'l-hüzni, ve mine'l-cübüni, ve'l-buhli, ve mine'l-a'czi ve'l-keseli vemin galebetid-deyni ve kahrir-ricâl.



Allâhumme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ ê'li Muhammedin. Ve tayyib erzâkanâ ve hassin ahlâkanâ.
Yâ Rabbî, Efendimiz Hz. Muhammed ve âli üzerine salât ve selâm et!
Rızkımızı iyi, ahlâkımızı güzel kıl!



Salavat-ı şerife

İnnellahe ve melaiketehü yusallune alennebiyyi yaeyyuhellezine amenu sallu aleyhi ve sellimu teslimen. Lebbeykellahümme rabbi ve sa'deyke salavatulahib berrir rahimi. Vel melaiketil mukarrebine ven nebiyine vessıddıkıyne veşşühedai vessalhine. Vema sebbaha leke min şey'in ya rabbel alemine. Alâ seyidina Muhammed ibni Abdullahi hatemin nebiyyine. Ve seyyidil mürseline ve imamil müttekıyne ve resuli rabbil alemineş şahidil beşiriddai ileyke biiznikes siracil müniri aleyhis selam.


Salavat-ı şerife

Allahümme ec'al salavatike ve berakatike ve rahmetike alâ seyyidil mürseline ve imamil müttekıyne ve hatemin nebiyyine Muhammedin abdike ve resulike imamil hayri ve kaadil hayri ve resulin rahmeti. Allahümmeb'ashü mekamen mahmuden yağbituhü fihil evvelune vel ahirune. Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ ali Muhammedin kema salleyte alâ İbrahime inneke hamidün mecid. Allahümme barik alâ Muhammedin ve alâ ali Muhammedin kema barekte alâ İbrahime inneke hamidün mecid.



Salavat-ı şerife

Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve evladihi ve ezvacihi ve zürriyetihi ve ehli beytihi ve asharihi ve ansarihi ve eşyaihi ve muhibbihi ve ümmetihi ve aleyna maahüm ecmaine ya erhamer rahim.

Açıklamalı salavatı şerifeler.

Allahümme salli ala Muhammedin ve ala alihi ve ashabihi ve evladihi ve ezvacihi ve zürriyyetihi ve ehli beytihi ve esharihi ve ensarihi ve eşyaıhi ve muhıbbihi ve ümmetihi ve aleyna meahum ecmaine ya Erham-er-rahimin.

MEALİ

Allahümme! Muhammed'in, alinin, ashabının, evladının, zevcelerinin, zürriyyetinin, ehli beytinin, kayın babalarının, yardımcılarının, davasını her şeyden üstün tutanların, Onu sevenlerin, ümmetinin ve onlarla beraber bizimde üzerimizerahmet yağmurlarını yağdır.
Ya Erham-er-rahimin.

Hasen-i Basri derdi ki: ''Kim Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem'in havzından doyasıya içmek isterse bu salavatı okusun.''


Allahümme salli ala Seyyidina ve Mevlana Muhammedin nurik-el-lamiı ve mazhari srrık-el-hemiı, ellezi tarrazte
bi cemalih-il'ekvane ve zeyyente bi behceti celalih-il'evane, ellezi fetahte zuhur-al'alemi min nuri
hakikatihi ve hatemte kemalehu bi esrari nübüvvetihi, fezaherat suver-ul-husni min feydıhi fi ahseni takvimin. Ve levla huve, ma zeherat li suretin aynun min-el'adem-ir-ramimi, ellezi mesteğaseke bihi caiun illa şebia ve la zam'anun illa reviye ve la haifun illa emine ve la lehfanun illa uğise ve inni lehfanun musteğisüke, estemtıru rahmetek-el-vasiate min hazaini cudike, feeğisni ya Rahmanu, ya men iza nazara bi ayni hilmihi ve afvihi lem yezhar fi cenbi kibriyai hılmihi ve azameti afvihi zenbun, ığfir li ve tub aleyye ve tecavez anni ya Kerimu.


MEALİ
Allahümme! Efendimiz ve Mevlamız Muhammad'in üzerine rahmet yağmurları yağdır. Zira O ışık saçan nurun, seyyal sırrına mazhardır. O öyledir ki, cemaliyle şu mekanları nakışladın, celaliyle şu zamanları ziynetlendirdin. Öyledir ki hakikatinin nurundan şu alemi açığa çıkarıp açtın, nübüvvet ve risalet makamlarının sırrıyla da kemalata son verdin, kapattın. Böylece feyzinden ahsen-i takvimde güzelliğin suret ve simaları meydana geldi. O ali cenap olmasaydı, şu çürümüş yokluk ve hiçlikten hiçbir madde suret bulup varlık sahasına çıkmazdı. Vesilesiyle San'a yalvaran hiçbir aç kimse yoktur ki, onu doyurmamış olasın. Vesilesiyle San'a yalvaran hiçbir susuz kimse yoktur ki, ona kana kana su içirmemiş olasın. Vesilesiyle San'a yalvaran hiçbir korkan yoktur ki, ona güven vermemiş olasın. Vesilesiyle San'a yalvaran hiçbir mahzun yoktur ki, sevinci yardımına göndermemiş olasın. Cömerdliğinin hazinesinden geniş rahmetlerini yağdırmanı dilemiş olduğum halde gerçekte ben aşırı derecede mahzunum=üzüntülüyüm, imdatlarını dilemek halindeyim. Binaenaleyh yardımlarını imdadıma koştur ya Rahman!...
Hilm ve afuv gözüyle baktığında, kibriya, hilm, azamet ve afuv etmesinin yanında hiçbir günahın kalmadığı ey bol rahmet sahibi Zat-ı Akdes! Günahlarımı mağfiret eyle, tevbemi kabul buyur, beni cezalandırmaktan vazgeç ey lutuf ve kerem sahibi ya Kerim!

Bu ve sonra gelen iki salavat-ı şerife, Kutb-ul-Hakkani es-Seyyid Ahmed ed-Dirdiri rahimehullahu Teala'nın salavat-ı şerifelerindendir.

Açıklamalı salavatı şerifeler.

Bismillahirrahmanirrahim.
'''innallahe ve melaiketehu yusallune ale-n-Nebiyyi.
Ya eyyuhellezine amenü, sallü aleyhi ve sellimü teslima.'''

Lebbeyk Allhümme Rabbi ve sa'deyk velhayru kulluhu Biyedeyk.
Salavatullah-il berr-ir-rahimi velmelaiket-il-mukarrabine vennebiyyine vessıddikine veşşuhedai vssalihine ve masebbeha Leke min şey'in ya Rabb-el'alemine ala Muhammedi-bni Abdillahi Hatem-in-nebiyyine ve Seyyid-il-murseline ve İmam-il-muttakine ve Rasuli Rabb-il'alemine,
eş-şahid-il-beşiri, ed-dai İleyke bi iznike, es-sirac-il-muniri ve aleyh-is-selamu.

MAELİ

Bismillahirrahmanirrahim
'''Allah Teala Nebisi üzerine sürekli daimi, rahmetinin nurlarını indirir.
Melekler, kendisine dua eder.
Ey iman edenkimseler! Sizde Onun üzerine salat ve selam okuyunuz.'''

Allahümme! Davetine icabet ederek taat üzerine devam ediyorum. Ya Rabbi'im, emrini yerine getirmeye hazırlandım. Mutluluğu, duama icabeti Sen'de dilerim. Hayrın hepsi tasarruf ve inayetinledir. Bütün ihsanıyla mahlukunu kucaklayan, mü'minleri ahirette esirgeyen Allah'ın rahmetleri, Kendisi'ne yakı meleklerin, nebilerin, özü, sözü, fiili birleşen sıddıkların, şehitlerin,
salihlerin istiğfar ve duaları, ya Rabb-el-alemin yerde, gökte San'a tesbih edenlerinduaları , Abdullah oğlu Muhammed'in üzerinde olsun.
Zira nebilerin sonuncusu, resullerin efendisi, takva sahiplerinin imamı, Rabb-ul'alemin'in elçisi,
insanların şahidi, emrini yerine getirenlere müjdeleyici, Sen'in iznin ve ayetlerinle halkı San'a davet edici, yol gösterici lamba ve her yeri aydınlatandır.
Selam ve selametler Onun üzerinde olsun.

Vird edinilen her salavattan önce El-Ahzab Suresi 56'ıncı ayetinin okunması güzeldir.
Hazreti Ali radıyallahu Teala anhu'nun öğrettği mühim salavatlardan biridir; Ehli Beyt daimi surette vird edinmişlerdir.


Allahümme salli ve sellim ve barik ala Seyyidina Muhammedin ve ala alihi adede kemalillahi ve kema yeliku bi kemalihi.


MEALİ

Allahümme! Efendimiz Muhammed'in ve alinin üzerine, Allah Teala'nın Ona verdiği kemalin ve kemaline layık olan makamların adedince rahmet yağmurlarını, selam selamet ve bereketlerini yağdır.

Salâten Tuncîna,Salât-ı Tefriciye,Salavât-ı Semâniye ,Salavat-ı Fetih

İhmal etmeyip günlük hayatımızda daima dilimizde olması gereken uzun salavatlar.


Salâten Tuncîna

Allâhumme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âl-i seyyidinâ Muhammedin salâten tuncînâ biha min cemîil'ehvâli vel'âfât. Ve takdîlenâ bihâ cemîal'hâcât. Ve tutahhiruna, bihâ min cemîis'seyyiât. Ve terfeunâ bihâ âledderacât. Ve tubelliğunâ bihâ eksal'ğâyât, min cemî'ilhayrâti fil'hayati ve bâdel'memât. Hasbunallâhu ve nî'mel vekîl, nî'mel mevlâ ve nî'men'nasîr.
Manası: Ey Allah'ım! Efendimiz Hz. Muhammed'e (S.A.V.)aline (ve ümmetine) öyle bir salatu selam eyle ki, O salatu selam ile bizi tüm endişelerden, korkulardan, felaketlerden, muhafaza eyle. O salatu selam ile tüm hacetlerimizi ihsan eyle. O salat ile bizi bütün kötülüklerden temizke. O salat ile bizi en yüksek derecelere yükselt. Gayelerin en son, en yüksek makamına bizi onunla ulaştır. O salat ile hayat ve ölümümüzden sonra da bizi tüm hayırlara kavuştur. Yüce Allah, bize kafidir. O ne güzel vekil, ne güzel koruyucu ve ne güzel yardımcıdır.



Salât-ı Tefriciye


Allâhumme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen alâ seyyidinâ Muhammedinillezi tenhallu bihil'ukadu, ve tenfericu bihil'kurabu, vetukdâ bihil'havâicu, ve tunâlu bihir'regâibu, ve husnul'havâtimi, ve yusteskal'ğamâmu bivechihil'kerimi ve alâ âlihi ve sahbihî fî kulli lemhatin ve nefesin bi adedi kulli mâlû»min lek.
Manası: Allah' ım! Her göz açıp kapamada ve her nefeste, Sana ma'lum nesneler adedince mükemmel bir salat ve tam bir selamı Efendimiz Muhammed (SAV) 'in ve bütün û‚l ve Ashabının üzerine indir ki; Onunla düğümler çözülür, sıkıntılar dağılır, ihtiyaçlar giderilir, istekler ve hüsn-ü hatimeler elde edilir ve mübarek yüzü hürmetine bulutlardan yağmur istenilir."


Salavât-ı Semâniye
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi adede mâ halakte,
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi mil'e mâ halakte,
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi adede külli şey'in,
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi mil'e külle şey'in,
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi adede mâ ahsâ kitâbüke,
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi mil'e mâ ahsâ kitâbüke,
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi adede mâ ahâta bihî ılmüke,
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi mil'e mâ ahâta bihî ılmüke. Allahümme Salli Ala Seyyidina Muhammedin biadedi külli zerretin elfe elfe merreh, Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin fî evveli kelâminâ,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin fî evsatı kelâminâ,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin fî âhiri kelâminâ.



Salavat-ı Fetih

Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ RESû›LALLû‚H
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ HABûŽBALLû‚H
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ HALûŽLALLû‚H
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ SAFûŽYYALLû‚H
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ NECİYYALLû‚H
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ HAYRE HALKİLLû‚H
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ MENİHTû‚REHULLû‚H
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ MEN ZEYYENEHULLû‚H
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ MEN ERSELEHULLû‚H
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ MEN ŞERREFEHULLû‚H
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ MEN AZZEMEHULLû‚H
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ MEN KERREMEHULLû‚H
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ SEYYİDELMÜRSELûŽN
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ İMû‚MELMÜTTEKûŽN
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ HATEMENNEBİYYûŽN
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ ŞEFûŽELMÜZNİBûŽN
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ RESû›LE RABBİL û‚LEMûŽN
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ SEYYİDEL EVVELûŽN
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ SEYYİDİL AHİRûŽN
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ Kû‚İDEL MÜRSELûŽN
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ ŞEFûŽAL ÜMMETİ
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ AZûŽMEL HİMMETİ
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ Hû‚MİLE LİVû‚İL HAMD
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ Sû‚HİBE MAKû‚MİL MAHMû›D
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ SûŠKİYEL HAVZIL MEVRû›D
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ EKSERENNû‚Sİ TEBEAN YEVMEL KIYû‚METİ
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ SEYYİDİ VELEDİ û‚DEM
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ EKREMEL EVVELûŽNE VEL AHİRûŽN
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ BEŞûŽR
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ NEZûŽR
Essalâtü vesselâmü (aleyke) Yû‚ Dû‚İYELLû‚Hİ BİİZNİHûŽ VESSİRû‚CİL MÜNûŽR
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ NEBİYYERRAHMETİ
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ NEBBİYYETTEVBETİ
Essalâtü vesselâmü aleyke Yû‚ MUKAFFİ ESSALû‚Tİ

23 Kasım 2009 Pazartesi

GÜNEŞE YAZI YAZILMAZ



Çayından bir yudum aldı. Karşı masadaki delikanlıya bakarak gülümsedi.
- Evlat, dedi, dert etme bu kadar, her şey olacağına varır.
Genç adam gazetesinin arkasından kafasını kaldırıp ihtiyara baktı.
- Doğru baba, dedi, her şey olacağına varıyor. Gazetesini okumaya devam edecekti ki, ihtiyarın
sesini duydu tekrar:
- Güneşe yazı yazılmaz be yiğidim, bırak şu gazeteyi de gel hele.
Kalkıp ihtiyarın yanına doğru yürürken çay ocağına seslendi:
- Uğur abi, çaylar iki oldu!..
Çaylar geldi, ihtiyar adam iki şeker atıp karıştırmaya başladı. Bir yandan da ağır ağır anlatıyordu.
Çok eski zamanlarda çok uzaklarda bir ülke vardı. Dağların arkasında yemyeşil bir ovaya kurulmuş, insanların yüzünden gülücükler eksik olmayan, pırıl pırıl bir ülkeydi burası. Bu ülkenin insanları şimdi her zamankinden daha mutluydular. Çünkü yıllar sonra padişahlarının nihayet bir çocuğu olmuştu. Nur topu gibi, güzeller güzeli, elleri yumuk yumuk, yanakları al al bir kız bebek. Kurbanlar kesildi, günlerce ziyafetler verildi, eğlenceler yapıldı.
Günler günleri kovaladı, yıllar yılları. Güzelliği dillere destan bir prenses olmuştu o minik kız. Civar ülkelerden her gün bir haberci geliyor, ya prenslerinin ya krallarının hediyelerini sunuyorlar, evlenme tekliflerini iletiyorlardı.
Prenses mutluydu, babası üstüne titriyor, aman kızım, diyordu, acele etme karar vermekte. Bakalım zaman ne gösterir...
Padişah bir gün adeti olduğu üzere tebdil-i kıyafet, ülkesini gezmeye çıktı. Akşama kadar halkının arasında dolaştı. Ne aç bir insana rastladı ne bir dertliye ne de bir kimsesize. Sevinç içinde sarayının yolunu tuttu.
Dönüşte ırmağın kenarında oturan bir ihtiyar uzaktan dikkatini çekti. İhtiyar, yerden aldığı taşları birbirine bağlıyor, bir şeyler söyleyip ırmağa atıyordu. Padişah yaklaştı, selam verdi ve sordu:
- Hayırdır ihtiyar, ne yapıyorsun böyle?
- Kısmetleri birbirine bağlıyorum, dedi ihtiyar adam.
Padişah güldü:
- Öyle mi, şu attığın kimin kısmetiymiş bakalım?
- O mu? O padişahın kızıyla, uşağı Ahmet'in kısmeti...
Saraya döndüğünde bir sıkıntı bastı Padişah'ı. Böyle bir şey olabilir miydi? Kısmetleri birbirine bağlamak... Şu zenci uşak ve güzeller güzeli Prenses... Gözünün bebeği yani, canı, ciğerparesi, sevgili kızı... Olmaz öyle şey, dedi, ama şüphe kurdu düşmüştü bir kez içine. Sabaha kadar uyuyamadı. Sağa döndü, sola döndü, uyku girmedi gözüne. Arada bir dalıyor, sıçrayarak uyanıyordu. Kısmetler böyle bağlanmazdı, biliyordu bunu, ama ya doğruysa?
Sabah olduğunda kararını vermişti. Uşağını geri dönemeyeceği bir yere yollayacak, ondan kurtulacaktı. Bunu yapmak zorunda kaldığı için kendinden utanıyordu ama işi sağlama almak lazımdı. O ihtiyarı bulup kellesini vurdurmayı bile düşündü bir ara. Ama en ehveni Ahmet'i yollamak, ondan ve bu kısmet meselesinden kurtulmaktı.
Alelacele bir mektup yazdı, uşağını çağırttı. Karşısında durup kendisine şaşkın şaşkın bakan zavallı zenci uşağın gözlerine bakmaya çekiniyordu. Yüzünü pencereye döndü, elindeki mektubu gösterdi uşağa.
- Ahmet, dedi, şimdi bu mektubu alacaksın ve hiç
durmadan yürüyeceksin. Bunu güneşe götürmeni istiyorum senden. Bu hepimiz için çok önemli. Sakın bu mektubu vermeden geleyim deme!
Neye uğradığını şaşıran uşak, çaresiz emre itaat etti. Yol hazırlığını yaptı, mektubu sıkı sıkı sarıp sarmaladı, koynuna sakladı ve yola düştü. Hiç durmadan yürüyecekti, mektubu güneşe verecekti. Tastamam böyle demişti padişah. İyi de güneşi nasıl bulacaktı, bulsa da mektubu nasıl verecekti? Sıkıntı bastı Ahmet'i. Kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı, güneşin olduğu yöne doğru yürümeye karar verdi.
Yürüdü uşak. Aylarca yürüdü. Azığı bitti, elbiseleri parçalandı, ayakları kan-revan içinde kaldı, o yürümeye devam etti. Koynundaki mektubu arada bir çıkarıp bakıyor, sağlam olduğunu görünce gülümseyerek yürümeye devam ediyordu.
Bu arada, her şey yine eskisi gibiydi ülkede. Padişah mutluydu Güzel kızının üstüne daha çok titriyor, onu daha bir seviyordu. Halk huzur içindeydi, her yer pırıl pırıldı yine. Baharın gelişiyle beraber bütün ülke çiçeklerle donanmıştı. Prenses, evlenmesi için babasının niçin bu kadar acele ettiğine anlam veremese de, yağmurlar, çiçekler, cıvıl cıvıl kuşlar, bahar güzeldi işte...
Padişah, Ahmet'in dönemeyeceğinden emindi. Çoktan ölmüş olmalıydı. Sadık bir uşaktı, verilen görevi yapmak için elinden geleni yapacaktı kuşkusuz. Ama güneşi bulmak, mektubu ona vermek, olacak şey miydi hiç? Zekâsına bir kez daha hayran oldu padişah.
Gün geçtikçe ümidi tükeniyordu uşağın. Üç mevsim geçmişti yola çıktığından beri. Bu güneşe varmak belli ki mümkün olmayacaktı. Koynunu yokladı, mektup sağlamdı. Kendisi kan-revan içindeydi, tanınmayacak hale gelmişti ama olsun, mektup sağlamdı yine de. Son bir gayretle yürümeye çalışıyordu. Tepedeyken bir ırmak görmüştü, oraya kadar bir varabilse, kana kana bir içse buz gibi suyu, üç mevsim daha yürürdü Ahmet.
Irmağa yaklaştığında ayakları vücudunu taşıyamıyordu artık. Dizlerinin üstünde sürünerek geldi suyun kenarına. Avuç avuç içti. Başını soktu ırmağın serin suyuna. Avuçlarını bir kez daha daldırdı. Bir de kafasını kaldırdı ki ne görsün? Güneş işte orada, tam karşısında, ırmağın içinde bir mücevher gibi parlıyor ve öylece durup, sanki kendisini görmesini bekliyordu. Sonunda bulmuştu işte. Sevinçle havaya zıpladı, elini koynuna attı, mektubu çıkarıp salladı, suya attı kendini, güneşe gidiyordu.
Uşağın gidişinden beri beş mevsim dönmüştü ülkede. Dört bir yanda düğün hazırlıkları yapılıyor, tellallar prensesin düğününe bütün halkın davetli olduğunu haber veriyorlardı. Prenses sonunda sevebileceği bir adam bulmuştu. Çok uzaklardan bir ülkenin padişahıydı bu genç adam. Padişah kızının mutluluğunu gördükçe daha bir seviniyor, kısmetleri birbirine bağlamakmış, diyordu gülerek, kısmetleri birbirine bağlamak... Hani, nerede?
Padişah çok sevmişti damadını. Uşak değildi her şeyden önce, hele zenci hiç değildi. Hem onda yıllardır tanıdığı birisinin kokusu vardı sanki. Üstelik bu padişah
her kimse, çok zengin biri olmalıydı. Prenses'e hediye ettiği bir tek mücevher, o zamana kadar verilenlerin hepsine bedeldi çünkü. Nihayet günü geldi, muhteşem bir düğün yapıldı ülkede.
Düğünün üçüncü gününün akşamıydı. Padişah ve yeni evliler akşam yemeğinde birlikteydiler. Padişah'ın hemen yanında damadı ve tahtının vârisi, karşısında karısı, onun yanında sevgili kızı... Mutluluk buydu işte!
Bir yandan sohbet edip gülüşüyorlar, bir yandan yemeklerini yiyorlardı. Genç damat kılıç kullanmayı nasıl öğrendiğini anlatıyor, av maceralarından bahsediyor, masadakileri kahkahaya boğuyordu. Bir ara eline bir bıçak aldı, ilk kılıç kullanmaya başladığı zamanlardaki acemiliklerini anlatıyordu. Elinden düşürdüğü bıçağı almak için eğildiğinde padişahın kendisine baktığını fark etti. Prenses kahkahalar atıyordu. Birden doğrulup açılan belini kapattı. Ama belindeki siyahlık gözünden kaçmamıştı Padişah'ın.
O gece yine uyuyamadı Padişah. Kendisi gibi bembeyaz bir adamdı damadı, ama beli bir zencininkinden farksızdı. Ahmet'i hatırlamaya çalıştı, yüzünü, konuşmasını, gülüşünü... Benziyorlar mıydı, böyle bir şey olabilir miydi? Olmazdı tabii. Hem o kadar da benzemiyordu. Ama genç adam neden telaşla belini kapatmıştı?
Yatağına tekrar uzandı, gözlerini tavana dikti. Kısmetleri birbirine bağlayan ihtiyarın yüzünü gördü. Gülüyordu. Çıldırdığını düşündü bir an. Gözlerini kapatıp, tekrar açtı, ihtiyar yoktu. Derin bir nefes aldı, hele sabah olsun, dedi, bunu anlamanın bir yolu bulunur elbet.
Günün ilk ışıkları sarayın camlarına vurduğunda, Prenses ve sevgili kocası çoktan bahçede gezmeye çıkmışlardı bile. Pencereden onları gören Padişah'in aklına bir plan geldi. Aceleyle üstünü giyindi, bahçeye çıktı. Onlara iyice yaklaştı, birini çağırır gibi arkadan seslendi:
- Ahmet!
Genç adam birden irkilerek dönüp Padişah'a baktı. Göz göze geldiler. Delikanlı gözlerini kaçırmaya çalışıyordu ama nafile. Çaresiz Padişah'ın yanına gelip durdu, başından geçenleri anlatmaya başladı.
Güneşi bir ırmağın içinde bulmuştu. Mektubu vermek için suya daldığında içleri mücevher dolu, açık kapaklarından ışıltılar saçan onlarca sandık görmüştü. Sudan çıktığında kuşağının sımsıkı sardığı beli hariç, bütün vücudu bembeyazdı. Sandıkları bir bir ırmağın kenarına taşımış, oturup en son sandıktan çıkan mektubu okumuştu. Sonrası, sonrasını biliyorlardı zaten. Padişah hayretle doğruldu oturduğu yerden;
- Mektup, dedi, o mektup nerede şimdi?
- Hiç yanımdan ayırmadım ki, diye cevapladı genç adam koynundan çıkardığı mektubu padişaha uzatarak.
Padişah aceleyle mektubu açtı, okumaya başladı:
"Güneşe yazı yazılmaz, yazılan yazı bozulmaz!"

Dosdoğru Yol

Sırat-ı Müstakim, ismiyle müsemma bir yoldur. Ucu cennete çıkan bir yol.

Bizler bu geniş arz üzerine başıboş salıverilmiş, cennet önünüzde, nasıl giderseniz gidin denilmiş varlıklar değiliz. Yol var, yolun haritası, yolculuğun pusulası.

Bu yola iletildiğimiz andan, Kelime-i Şahadet'i en son kelâmımız olarak söyleyeceğimiz ana kadar, bu yol üzereyiz.

Yolların hiç bir devirde olmadığı kadar çoğaldığı bu zamanda dosdoğru yol üzere bulunmak, ne olursa olsun yoldan çıkmamak, yürümek, yürüyebilmek ne büyük nimet!

Yollar nefeslerin adedi kadar çok. Ama kim, hangi yolun sahibi şu müjdeyi veriyor:

“Rabbim Allah'tır deyip, sonra da dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: ‘Korkmayın, üzülmeyin, size vaadolunan cennetle sevinin.' derler.” (Fussilet, 30)

Müminler olarak her namazda Cenab-ı Hakk'ın huzuruna her durduğumuzda Yüce Kitabımız'ın bize öğrettiği bir duayı tekrar ederiz: “ İhdina's-sırate'l-müstakîm : Bizi Sırat-ı Müstakim'e ilet.”

İstikamet üzere olmak, hayatın her anına hakkını vermektir.

Hayatımızın her saniyesini kısacık bir çizgi ve ömrü bu çizgilerin uç uca eklenmesinden oluşan bir hat olarak düşünürsek, bir anlık gafletin oluşturduğu “sapma”, bu hat üzerinde bir kırılma meydana getirecektir. Bu hat üzerindeki sapmaların sayısı ne kadar çoksa, kırılma ve aşınma noktalarımız o kadar fazla olacaktır.

Hayatımızı oluşturan “an”ları bir teyakkuz, muhasebe ve murakabe şuuruyla disipline ettiğimizde ise, uç uca eklenen o kısacık çizgiler uzun ve “dosdoğru” bir seyir oluşturacaktır. İşte muhtaç ve muhatap bulunduğumuz “istikamet” budur.

Yanlışa düşmeden, eğriye sapmadan

Yazımızın başlığındaki “dosdoğru” kelimesi, “müstakim” tabirinin karşılığı olarak iki anlama işaret ediyor. Karşıtlıklara başvurarak anlatacak olursak, bunlardan biri “yalan/yanlış”ın, diğeri de “eğri”nin zıddını ifade ediyor.

Yalan/yanlışın zıddı olarak “doğru” derken şunu kastediyoruz: İslâm dışındaki bütün dinler ve inanç sistemleri, kısmen veya tamamen yalan/yanlış üzerine kuruludur. Dolayısıyla aşağıda zikredeceğimiz rivayetten de açıkça anlaşılacağı gibi, yalan/yanlış üzerine kurulu bu din ve inanç sistemlerinin insanı götüreceği yer bu dünyada taşkınlık ve isyan, ahirette de bunun karşılığı olarak azaptır.

Eğrinin zıddı olarak “doğru” ise, insanın, Sırat-ı Müstakim olan İslâm'ı kabul ettikten sonra yürüdüğü yolda kalbî ve amelî olarak istikamet üzere bulunmasını ifade eder. Yani dosdoğru yol üzerinde yine dosdoğru biçimde yürümek, hiçbir şekilde eğriliğe itibar etmemek...

Yüce Kitabımız'da ve hadis-i şeriflerde sıkça geçen “Sırat-ı Müstakim” ifadesi, işte bu iki anlam boyutunu da içine alacak şekilde, sağa-sola sapmadan, yanlışa ve eğriliğe itibar etmeden dümdüz bir hat üzere yürünen “dosdoğru bir şekilde yürünen dosdoğru yol”u anlattığına göre, iç içe geçmiş bu anlam boyutları üzerinde derinlemesine durmak zorundayız.

İstikameti anlamak ve benimsemek

Her şeyden önce şu temel gerçeğin altını çizelim: Kur'an'ın genel olarak bütün insanlıktan istedikleri ile müminlerden istedikleri, birbirini çevreleyen halkalar misali dıştan içe doğru belli bir tedricî seyir izler. Burada iki kademeli bir çağrı bahis konusudur:

1. Yüce Kitabımız önce insanlığı “Sırat-ı Müstakim”e gelmeye çağırır; hayatı insanca, yaradılış maksadına, fıtrata ve ilahî iradeye uygun yaşamanın biricik yolu budur çünkü. Bu “cadde-i kübra”yı (ana cadde) Alemlerin Efendisi s.a.v. en yalın biçimde ve doğrudan şöyle bir benzetmeyle açıklamıştır:

Abdullah b. Mes'ûd ve Câbir b. Abdillah r. anhuma'dan rivayet edildiğine göre Efendimiz SallAllahu Aleyhi vesellem mübarek eliyle yere bir çizgi çizer ve:

- “İşte Allah'ın dosdoğru yolu budur.” buyurur.

Ardından bu çizginin sağına ve soluna da (sağa ve sola doğru giden) çizgiler çizip şöyle devam eder:

- “İşte bu yolların her biri üzerinde bir şeytan vardır ve insanları o yola çağırır.”

Böyle buyurduktan sonra Efendimiz SallAllahu Aleyhi vesellem mübarek sözlerine devam ederek: “Ve şüphesiz ki bu benim dosdoğru yolumdur. Ona hemen uyun ve başka yollara uymayın ki, sonra sizi O'nun yolundan ayırır.” ( En'am , 153) ayetini okur. ( Ahmed b. Hanbel , İbn Mâce , Hâkim)

Aynı konuyu işlediği bir başka seferinde Efendimiz 'SallAllahu Aleyhi vesellem'in, Yüce Rabbimiz'den naklederek şöyle bir benzetme yaptığını görüyoruz:

“Allah Tealâ Sırat-ı Müstakim'e şöyle bir misal vermiştir:

Onun iki yanında, açık kapıları bulunan iki sur (kale) vardır. Kapılarının üzerinde, salıverilmiş perdeler bulunur. Sırat-ı Müstakim'in kapısında (girişinde) bir davetçi şöyle demektedir:

- Ey insanlar! Sırat-ı Müstakim'e topluca girin, dağılmayın!

Sırat-ı Müstakim'in ortasında da bir davetçi vardır. İnsan, yanlarda bulunan surlardan birinin kapısını aralamaya yeltendiğinde:

- Yazık sana! Onu açma. Şayet onu açacak olursan, helâk olursun, der.

Sırat-ı Müstakim İslâm'dır. Yanlarda bulunan iki sur, Allah Tealâ'nın hadleridir (insanlar üzerine çizdiği, aşmamaları gereken sınırlardır). Açık (olup perde gerilmiş bulunan) kapılar, Allah'ın haramlarıdır. Sırat-ı Müstakim'in kapısındaki davetçi Allah'ın Kitabı'dır. Sırat-ı Müstakim'in ortasındaki davetçi ise, Allah'ın, her müslümanın kalbinde bulunan nasihatçisidir.” ( Tirmizî )

Nitekim bu hadisin sahabi râvilerinden Abdullah b. Mes'ud RadiyAllahu Anh'a Sırat-ı Müstakim'in ne olduğu sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:

“Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi vesellem , bizi onun başında bırakmış (bizi bu yola irşad ettikten sonra vazifesini tamamlayarak aramızdan ayrılmış)tır. Öbür ucu cennete çıkan bu yolun sağında ve solunda da yollar vardır. Buralarda, geçenleri oralara çağıran kişiler vardır. Kim bu yollara girerse sonu cehenneme çıkar. Sırat-ı Müstakim'e giren kişi ise bu yolu izleyerek cennete ulaşır.”

Böyle dedikten sonra İbn Mes'ud RadiyAllahu Anh, yukarıda mealini verdiğimiz En'am Suresi'nin 153'üncü ayetini okumuştur. ( Taberî )

Hayatı istikamet üzere yaşamak

2. Yüce Kitabımız, bu umumi çağrıya icabet edenleri, bu kez de bu “dosdoğru yol” üzerinde yine “müstakim” bir hayat yaşamaya sevk ve teşvik eder. Bu aşamada kabul edilen hakikatlerin hayata geçirilmesi söz konusudur ki, insanın bütün hücreleriyle müslüman olması, sadece amel plânında değil, tasavvur ve tahayyül plânında bile dosdoğru yaşamasını ifade eder.

İslâm bizatihi Sırat-ı Müstakim olduğu halde, en az günde 5 vakit kıldığımız namazların her rekatinde okuduğumuz Fatiha Suresi'nde “bizi Sırat-ı Müstakim'e ilet” diye Rabbimiz'den niyazda bulunmamızın anlamını işte burada buluyoruz. Bunun anlamı sadece “Sırat-ı Müstakim üzerinde yürürken ayağımızı kaydırma” demek değil, aynı zamanda “bizi dosdoğru yol üzerinde dosdoğru yürüt” demektir.

Bu aşamada her sözümüzün, her amel, fiil ve davranışımızın, hatta niyetimizin istikamet üzere olması bahis konusudur artık.

Yüce Kitabımız'da , Hûd Aleyhisselam' ın dilinden son derece çarpıcı bir şekilde şöyle buyurulur :

“Şüphe yok ki Rabbim dosdoğru bir yol üzeredir.” (Hûd, 56) Bu ayette geçen orijinal ifade de Sırat-ı Müstakim'dir.

Buradan şunu anlıyoruz: Yüce Allah'ın Sırat-ı Müstakim üzere olması demek, O'nun her fiilinin, her hükmünün ve her emir ve yasağının belli ve şaşmaz bir ölçü, düstur ve sistem doğrultusunda olması demektir. En küçük zerreden evrene hakim olan kozmik sisteme kadar her şeyin belli bir disiplin içinde varlığını sürdürmesi de bu gerçeğin ifadesidir.

Şu halde bu ilahî tarz ve sistem, yeryüzünde halife olarak yaratılmış bulunan insanın hayatına da hakim olmalıdır. Bu alanda ilk örnekliğin peygamberlerde (hepsine salât ve selam olsun) bulunduğu ise açıktır. Bu sebeple Efendimiz SallAllahu Aleyhi vesellem 'e hitaben Kur'an'da iki yerde “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” ( Hûd , 112; Şûrâ , 15) buyurulmuştur .

Burada bir noktaya dikkatlerinizi çekmek istiyoruz: Bütün ayetleri aynı kaynaktan aldığı ve aynı duyarlıkla karşıladığı halde, Efendimiz SallAllahu Aleyhi vesellem “Hûd Suresi beni ihtiyarlattı” (Tirmizî, Hâkim) buyurmuştur.

“ Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”

İbn Abbas RadiyAllahu Anh hazretlerinin, Hûd Suresi'ndeki bu ayeti kastederek, “Rasul -i Ekrem SallAllahu Aleyhi vesellem Efendimiz'e bu ayetten daha zor ve ağır bir ayet nazil olmamıştır.” şeklindeki tesbitini hatırda tutarak, buradaki zorluğun mahiyetini Elmalılı Hamdi Yazır merhumdan dinleyelim:

“Demek ki hakka ulaşmak için istikametten başka yol olmadığı gibi, her hususta kemal-i istikamet kadar yüksek bir makam ve onun kadar zor hiçbir emir yoktur. Herhangi bir amaca ulaşmanın en kısa yolu tarik-i istikamet (dosdoğru yol) olmakla beraber, evvela her işte tek olan istikamet noktasını tayin etmek zor; ikincisi, muhtelif noktaların alakasından sıyrılıp, sarsılmadan ve dosdoğru o noktaya yürümek daha zor; üçüncüsü, vasıl olduktan sonra aynı istikamette hiç eğilmeden devam ve sebat edebilmek büsbütün zordur. Bununla birlikte şunu ihtar etmeliyiz ki, bu ayette Rasulullah s.a.v.'e “beni ihtiyarlattı” dedirtecek kadar zor gelen taraf, istikamet emrinin, asıl kendisine taalluk eden kısmından ziyade, ümmetine taalluk eden kısmıdır. Zira ayette “Seninle beraber, tevbe edenler de (dosdoğru olsun)” buyuruluyor . Yani şirkten tevbe edip de imanda sana iştirak ederek maiyetinden bulunan her müslüman da senin gibi müstakim olsun…” (Hak Dini Kur'an Dili, 4/2830)

Bu emrin ilim, amel, ahlâk ve hatta yukarıda da söylediğimiz gibi niyet ve tasavvur seviyesinde bile istikameti ihtiva etmesi dolayısıyla alimlerimiz şöyle demiştir:

“Herhangi bir meselede kıl ucu kadar dahi ifrat ve tefride sapmadan istikameti muhafaza etmek, Allah Tealâ'nın yardım ve tevfiki olmadıkça, havl ve kuvveti yalnız O'ndan bilmedikçe gerçekleşmez.” ( Âlûsî , Rûhu'l - Ma'ânî , 12/152)

Rasul -i Ekrem SallAllahu Aleyhi vesellem Efendimiz'in mübarek şahsında müminlere emir buyurulan istikametin temin ve muhafazası konusunda Süfyan -ı Sevrî RadiyAllahu Anh'in tesbiti son derece yol göstericidir:

“Amel olmadan söz müstakim olmaz. Söz ve amel de niyetsiz istikamet bulmaz. Sünnet'e uygunluk olmadıkça da ne söz, ne amel, ne de niyet istikamete kavuşabilir.” ( Ebû Nu'aym , Hilyetu'l - Evliyâ , 7/34)

Şeytan tuzağı

Yüce Kitabımız'ın bildirdiğine göre İblis, ilahî huzurdan kovulduktan sonra Allah Tealâ'dan kıyamet gününe kadar mühlet istemiş ve istediği mühlet kendisine verildiğinde şöyle demiştir:

“Öyleyse beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki ben de onları (insanları) saptırmak için senin doğru yolunun üzerine oturacağım. Sonra onlara elbette önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.” ( A'raf , 16-17 )

Dünya hayatının insan için bir imtihan olmasının hikmeti gereği İblis'e, insanları saptırmak için çalışması doğrultusunda mühlet verilmiş olduğunu bu ayetten anlıyoruz.

Konuyla ilgili bir diğer ayette, İblis'in göstereceği bu çabanın bütün insanları aldatamayacağı şöyle ifade edilmektedir:

“(İblis) dedi ki: “Rabbim! Beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki ben de onlara (insanlara, günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım. Ancak onlardan ihlâslı kulların hariç...” (Hicr, 38-40)

Buradan anlıyoruz ki, şeytanın aldatamayacağı kimseler, imanda, ibadette, ahlâkta ve sair söz ve davranışlarında yolunu Allah Tealâ'ya adayarak yaşayan ihlâs sahibi kullardır.

Hayat disiplini ve murakabe

İblis'in ilahî huzurdan kovulması ile ilgili ayetlere dikkatle bakıldığında bir husus dikkat çekmektedir: O, insanları saptırmak için Sırat-ı Müstakim üzerinde oturacağını söylemiştir. Bu ne demektir?

Elmalılı merhumdan yukarıda alıntıladığımız açıklamalarla birlikte bu sorunun cevabını düşündüğümüzde önümüze şöyle bir manzara çıkmaktadır:

Şeytan, Sırat-ı Müstakim üzerinde oturacağını söylemekle, sadece insanları bu dosdoğru yola girmemeleri için aldatmakla kalmayıp, aynı zamanda fiilen Sırat-ı Müstakim üzerinde bulunanları da saptırmak için gayret göstereceğini söylemiş olmaktadır. Öyleyse şeytanın hile ve tuzaklarından emin olmak için iman edip Sırat-ı Müstakim'e girmiş olmak yeterli değildir. Bu dosdoğru yol üzerinde hedefe doğru yürürken de yalpalamamak, yoldan sapmamak şarttır.

Bunu temin edecek olan ise, yazının başında da belirttiğimiz gibi, hayatın her anını disiplin altına sokacak murakabe ve kontrol sistemidir. Rasul -i Ekrem SallAllahu Aleyhi vesellem Efendimiz, kendisinden sonra başkasına danışma ihtiyacı hissetmeyeceği bir tavsiyede bulunmasını isteyen sahabiye şöyle buyurmuştur:

“Allah'a iman ettim de, sonra da dosdoğru ol!” (Müslim, Tirmizî, İbn Mâce, Ahmed b. Hanbel)

Burada Efendimiz SallAllahu Aleyhi vesellem'in, “Rabbim Allah'tır deyip, sonra da dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: ‘Korkmayın, üzülmeyin, size vaadolunan cennetle sevinin.' derler.” (Fussilet, 30) ayetine gönderme yaptığı görülmektedir.

Esasen bu istikametin, en temel ibadetlerden, insana en önemsiz gelen hususlarda dahi ilahî rıza ve muhabbete aykırı davranmaktan sakınmayı ihtiva ettiğinde şüphe yoktur. Bu sebeple ulema, Efendimiz SallAllahu Aleyhi vesellem 'in bu cevabının, İslâm'ın bütün emir, yasak, yönlendirme ve tavsiyelerini içinde toplayan kapsamlı bir ifade olduğunu söylemiştir.

Böyle bir istikamet elbette kişiyi yalnızca haram-helal hudutlarında değil şüpheli şeylerde dahi doğruya yönlendirecektir.

Kalbi Allah'a imanla güç bulmuş bir kul için istikamet üzere olmak, şeytanın yoldan çıkarmalarını görüp korunmak da zor olmayacaktır. Çünkü Allah Tealâ dosdoğru yol üzere olma emriyle birlikte dosdoğru yolun ölçülerini de bildirmiş, bu ölçüler Ehl-i Sünnet alimlerimizin gayretleriyle bize ulaşmıştır.

Sırat-ı Müstakim, yani dinimiz apaçık ölçüleriyle ortadadır. Artık bize düşen “Allah'a iman ettim” demek ve bu ölçülere sımsıkı sarılmaktır.


Ebubekir SİFİL • 75. Sayı
Semerkand Dergisi

Öğüt Verici Sözler


Emânete ihânet etmeyin...
Hâlinizden şikâyet etmeyin...
Büyüğünüze emretmeyin...
Boş şeylerde ısrar etmeyin...
Câhillerle sohbet etmeyin...
Nefesinizi boşa tüketmeyin...
İnsanları bekletmeyin...
Etrafınızı kirletmeyin...
Hayatınızı mahvetmeyin...
Kimseye minnet etmeyin.
İnsanları yüzüne karşı methetmeyin...
Kimseye küfretmeyin...
Kötülüğe meyil etmeyin...
Malınızı boşa sarf etmeyin...
Sırrınızı açık etmeyin...
Her şeyi merak etmeyin...
Suçunuzu inkâr etmeyin...
Şerefinizi kaybetmeyin...
Vatanınızı terk etmeyin...

İyiliğe niyet edin...
Büyüklere hürmet edin...
Sıkıntıya sabredin...
Aza kanaât edin...
Sözünüzde
sebat edin...
Bildiğinizle amel edin...
Hatanızı kabûl edin...
Yaramaz ise def edin...
Varken tasarruf edin...
Âlimlerle sohbet edin...
Nefsinizle inat edin...
Sofranıza dâvet edin...
Zararlıysa men edin...
Seviyorsanız ifâde edin...
Kalbleri fethedin...
Misâfire ikram edin...
Muhtâca yardım edin...
Bilseniz de istişare edin...
Tehlikeye dikkat edin...
Hakkı teslim edin...
Unutacaksanız kaydedin...
Esirgemeyin lûtfedin...
Gariplere merhamet edin...
Kazanmaya gayret edin...
Çalışanı takdir edin...
Başarıyı tebrik edin...
Mâzereti kabûl edin...
Her an tevekkül edin...
Hastaları ziyâret edin...
Çocuğunuzu terbiye edin...
Herkese tebessüm edin...
Güvenseniz de kontrol edin...
İnanmayana
ispat edin...
Fakirleri gözetin...
Hayır için sarf edin...

Alıntı

Hz.Mevlana´nın Dilinden Bir Dua


Yâ Rabbî! Bizim hâlimize bakarak muâmele etme. Kendi ikrâm ve ihsânına göre bize muâmele eyle.

Yâ Rabbî! Kerem ve lütfunla hidâyet ettiğin kalbi tekrar dalâlete, sapıklığa meylettirme. Belâları bizden sarf eyle, çevir ve değiştir.

Ey affı çok olan, günahları örten Rabbim! O günahlar dolayısı ile bizden intikam alma. Bize azâb etme.

Yâ Rabbî! Biz nefis ile şeytana köpek gibi tâbi olduksa da sen, azab arslanını bize saldırtma.

Ey Hayy, ebedî diri olan Rabbim! Taleb ve duâ üzerine nasıl olur da kerem etmezsin. Sen kerem sâhibisin.Ey mahlûkâtın, yaratıkların canlıların ihtiyâcını gideren Rabbim! Sen varken hiç bir kimseyi hatırlamak ve ondan bir şey ummak lâyık değildir.

Yâ Rabbî! Rûhumda bir ilim katresi var. İlâhî onu hevâ rüzgarıyla ten toprağından muhâfaza eyle.
Ey ihsânı çok olan Rabbim! Cefâ içinde geçip giden ömre merhamet et.

Ey affetmeyi seven Rabbim! Bizi affeyle. İsyân derdimize çâre eyle.
Ey yardım isteyenlerin yardımcısı! Bizi hidâyete çıkar.

Yâ Rabbî! Duâ ve yakarışlarımızda sana lâyık olmayan sözleri bilmeyerek söyleyip hatâlarda bulunmuş isek, o kelimeleri sen ıslâh et ve duâmızı kabul buyur. Çünkü sözlerin hâkimi ve sultanı ancak sensin.

Ey âlemin yaratıcısı! Kasvetli, kararmış, katılaşmış âdetâ taş gibi olmuş olan kalbimizi mum gibi yumuşat, feryâdımızı, âh u vâhımızı, hoş eyle ki rahmetini celbetsin, çeksin.Bizi köle gibi kullanan bu serkeş nefisten bizi satın al. O nefis bıçağı kemiğe dayandı (zulmü canımıza yetti).

Yâ Rabbî! Sana ne arz edeyim. Çünkü sen gizli ve açık her şeyi bilirsin."



Hz. Mevlâna son demlerinde iken, dostu Siraceddin Tatari´yi yanına çagırarak, kendisine su duayı ögretmis ve sıkıntılı zamanlarında okumasını tavsiye etmistir:

"Ya Rabbi! Bana ne senin zikrini unutturacak, sana şevkimi söndürecek, seni tesbih ederken duyduğum lezzeti kesecek bir hastalık; ne de beni azdıracak, şer ve kötülüğümü artıracak bir sıhhat ver."Ey Merhamet edenlerin merhametlisi!Merhametinle bu duamı kabul et.



Hz. Mevlana´nın Sabah Namazından Sonra Okudukları Dua

Allah´ım kalbimi nurlandır, kulağımı nurlandır, gözümü nurlandır, saçımı nurlandır, derimi nurlandır,
etimi nurlandır, kanımı nurlandır, önümü nurlandır, ardımı nurlandır, altımı nurlandır, üstümü nurlandır, sağımi nurlandır, solumu nurlandır, Allahım! nurumu artır, bana nur ver. Ey nurun nuru ey merhametlilerin merhametlisi Allahım merhametinle beni nur et.

Amin...

Harika Güzel Bir Dua..

ALLAH'ım!
Bana bir insanın elinden tutmadan önce, kalbinden tutmanın sırlarını öğret,

ALLAH'ım!
Okuma, öğrenme, öğrendiklerimizi uygulama aşkımızı ,salgın ve saygın bir hastalığa dönüştür,

ALLAH'ım!
Dinimizi dünyanın mehri yapmaktan, acıkınca da inançlarımızı yemekten cümlemizi muhafaza eyle,

ALLAH'ım!
Beni, beni benim önüme engel olmaktan,
Beni, benim hayatımın kemirgeni olmaktan,
Beni, bana yalan söylemekten muhafaza eyle,

ALLAH'ım!
Bakışımızı ibret,
Sukutumuzu hikmet,
Konuşmamızı sanat ve marifete dönüştür,

ALLAH'ım!
Boşa bakanlardan,
Boşa susanlardan,
Boşa konuşanlardan eyleme,

ALLAH'ım!
Zenginlerimizi hamiyetsiz,
Fakirlerimizi gayretsiz,
Alimlerimizi amelsiz,
İdarecilerimizi adaletsiz bırakma,

ALLAH'ım!
İdarecilerimizin, feraset, merhamet ve basiretini,
Halkımızın da hürmet, hizmet ve hamiyetini artır

ALLAH'ım!
Semalarımızı bayraksız, bizleri hürriyetsiz, camilerimizi cemaatsız, cemaatimizi de ilim ve hikmetsiz bırakma,

ALLAH'ım!
Dahili ve harici düşmanlardan sana sığındığımız gibi; cehaletin,tembelliğin,zaman israfının şerrinden de sana sığınıyoruz, bizleri muhafaza eyle,

ALLAH'ım!
Önce Hak'tan, sonra haksızlıktan korkmayı nasip eyle,

ALLAH'ım!
Yetenek israfından,
Kapasite israfından,
Zaman israfından ve israfın her türlüsünden muhafaza eyle

ALLAH'ım!
Ertelemekten, üşenmekten, yılmaktan, vazgeçmekten, yarına bırakmaktan ve buna benzer hastalıkların şerrinden muhafaza eyle.
Bu hastalıklara karşı Alim, Hakim ve Şafi isimlerinden acilen şifalar ihsan eyle

ALLAH'ım!
Aklımızı, öfkenin esiri olmaktan,
Bedenimizi, şehvetin kölesi olmaktan,
Midemizi, depo haline gelmekten muhafaza eyle

Amin.Amin.Amin...

40 Hadis

1

(Allah Rasûlü) “Din nasihattır/samimiyettir” buyurdu. “Kime Yâ Rasûlallah?” diye sorduk. O da; “Allah’a, Kitabına, Peygamberine, Müslümanların yöneticilerine ve bütün müslümanlara” diye cevap verdi.

Müslim, İmân, 95.

2

İslâm, güzel ahlâktır.

Kenzü’l-Ummâl, 3/17, HadisN 5225.

3

İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.

Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16.

4

Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.

Buhârî, İlm, 12; Müslim, Cihâd, 6.

5

İnsanların Peygamberlerden öğrenegeldikleri sözlerden biri de: “Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” sözüdür.

Buhârî, Enbiyâ, 54; EbuDâvûd, Edeb, 6.

6

Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir.

Tirmizî, İlm, 14.

7

Mümin, bir delikten iki defa sokulmaz.(Mümin, iki defa aynı yanılgıya düşmez)

Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63.

8

Nerede olursan ol Allah’a karşı gelmekten sakın; yaptığın kötülüğün arkasından bir iyilik yap ki bu onu yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlakın gereğine göre davran.

Tirmizî, Birr, 55.

9

Allah, sizden birinizin yaptığı işi, ameli ve görevi sağlam ve iyi yapmasından hoşnut olur.

Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, 1/275; Beyhakî, fiu’abü’l-Îmân, 4/334.

10

İman, yetmiş küsur derecedir. En üstünü “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” sözüdür, en düşük derecesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Haya da imandandır.

Buhârî, Îmân, 3; Müslim, Îmân, 57, 58.

11

Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.

Müslim, Îmân, 78; Ebû Dâvûd, Salât, 248.

12

İki göz vardır ki, cehennem ateşi onlara dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz, bir de gecesini Allah yolunda, nöbet tutarak geçiren göz.

Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 12.

13

Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur.

İbn Mâce, Ahkâm, 17; Muvatta’, Akdıye, 31.

14

Hiçbiriniz kendisi için istediğini (mü’min) kardeşi için istemedikçe (gerçek) iman etmiş olamaz.

Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71.

15

Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onu(n kusurunu) örter.

Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58.

16

İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız.

Müslim, Îmân, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56.

17

Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.

Tirmizî, Îmân, 12; Nesâî, Îmân, 8.

18

Birbirinize buğuz etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir müslümana, üç günden fazla (din) kardeşi ile dargın durması helal olmaz.

Buhârî, Edeb, 57, 58.

19

Hiç şüphe yok ki doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğru sözlü) diye yazılır. Yalancılık kötüye götürür. Kötülük de cehenneme götürür. Kişi yalan söyleye söyleye Allah katında kezzâb (çok yalancı) diye yazılır.

Buhârî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103, 104.

20

(Mümin) kardeşinle münakaşa etme, onun hoşuna gitmeyecek şakalar yapma ve ona yerine getirmeyeceğin bir söz verme.

Tirmizî, Birr, 58.

21

(Mümin) kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır.

Tirmizî, Birr, 36.

22

Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.

Müslim, Birr, 33; ‹bn Mâce, Zühd, 9;

Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539.

23

Allah’ın rızası, anne ve babanın rızasındadır.

Allah’ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir.

Tirmizî, Birr, 3.

24

Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir:

Mazlumun duası, yolcunun duası ve babanın evladına duası.

İbn Mâce, Dua, 11.

25

Hiçbir baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstün bir

hediye veremez.

Tirmizî, Birr, 33.

26

Sizin en hayırlılarınız, hanımlarına karşı en iyi davrananlarınızdır.

Tirmizî, Radâ’, 11; ‹bn Mâce, Nikâh, 50.

27

Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı

göstermeyen bizden değildir.

Tirmizî, Birr, 15; Ebû Dâvûd, Edeb, 66.

28

Peygamberimiz işaret parmağı ve orta parmağıyla işaret ederek: “Gerek kendisine ve gerekse başkasına ait herhangi bir yetimi görüp gözetmeyi üzerine alan kimse ile ben, cennette işte böyle yanyanayız” buyurmuştur.

Buhârî, Talâk, 25, Edeb, 24; Müslim, Zühd, 42.

29

(İnsanı) helâk eden şu yedi şeyden kaçının. Onlar nelerdir ya Resulullah dediler. Bunun üzerine: Allah’a şirk koşmak, sihir, Allah’ın haram kıldığı cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, suçsuz ve namuslu mümin kadınlara iftirada bulunmak buyurdu.

Buhârî, Vasâyâ, 23, Tıbb, 48; Müslim, Îmân, 144.

30

Allah’a ve ahiret gününe imân eden kimse, komşusuna eziyet etmesin. Allah’a ve ahiret gününe imân eden misafirine ikramda bulunsun. Allah’a ve ahiret gününe imân eden kimse, ya hayır söylesin veya sussun.

Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, Îmân, 74, 75.

31

Cebrâil bana komşu hakkında o kadar çok tavsiyede bulundu ki;

ben (Allah Teâlâ) komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.

Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr, 140, 141.

32

Dul ve fakirlere yardım eden kimse, Allah yolunda cihad eden

veya gündüzleri (nafile) oruç tutup, gecelerini (nafile) ibadetle

geçiren kimse gibidir.

Buhârî, Nafakât, 1; Müslim, Zühd, 41;

Tirmizî, Birr, 44; Nesâî, Zekât, 78.

33

Her insan hata eder.

Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.

Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30.

34

Mü’minin başka hiç kimsede bulunmayan ilginç bir hali vardır; O’nun her işi hayırdır. Eğer bir genişliğe (nimete) kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Eğer bir darlığa (musibete) uğrarsa sabreder ve bu da onun için bir hayır olur.

Müslim, Zühd, 64; Dârim”, Rikâk, 61.

35

Bizi aldatan bizden değildir.

Müslim, Îmân, 164.

36

Söz taşıyanlar (cezalarını çekmeden ya da affedilmedikçe)

cennete giremezler.

Müslim, Îmân, 168; Tirmizî, Birr, 79.

37

İşçiye ücretini, (alnının) teri kurumadan veriniz.

İbn Mâce, Ruhûn, 4.

38

Bir müslümanın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o müslüman için birer sadakadır.

Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Müsâkât, 7, 10.

39

İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.

Buhârî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkât, 107.

40

Rabbinize karşı gelmekten sakının, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, mallarınızın zekatını verin, yöneticilerinize itaat edin. (Böylelikle) Rabbinizin cennetine girersiniz.

Tirmizî, Cum’a, 80.