30 Mart 2010 Salı

O'na Doğru


Mevlana Hazretleri birgün, dergahında müridleri ile sohbet ediyorlar idi. Yabancı bir kimse bu kalab...alığı
gördü ve içeri girdi. Kendisine bir yer bulup oturdu. İçerideki
dervişlerin, başlarında takke ve yeşil sarık var idi. Kendisinde
takkenin olmaması o yabancı kimseyi rahatsız etti. Pencere kenarında
yedek olarak ayrılan takkelerden bir tane alıp başına giydi. Bir müddet
oturduktan sonra, herkesin dikkatini çekecek bir şekilde o meclisten
ayrıldı. Aradan günler geçtikten sonra Mevlana Hz.leri dervişlerine;
Haydi kalkın, bir yaranımız vefat etti. Gıyabi cenaze namazı kılacağız, dedi.
Oradaki
dervişler, Efendim cenaze namazını kılacağımız kimseyi bizler
tanıyormuyuz? deyince Mevlana Hazretleri, geçen günlerde sohbete gelip
bir müddet durduktan sonra, sizin dikkatinizi çekerek oradan ayrılıp
giden bir kimse vardı ya. İşte onun cenaze namazını kılacağız, o vefat
etti diyerek kendisine yönelen herkesi manevi feyz ve bereketi ile
kuşatmıştır.

Yine Sultan Veled Hz.Leri Anlatıyor:
Şeyh
Sadrettin Konevi Hz.lerinin gençliğinin başlangıçlarında Hz. Mevlanaya
büyük inkarları var idi. Bir gün rüyasında Mevlana Hz.lerini görür ve
onun mübarek ayaklarını ogarak ona hizmet ettiğini görür. Uykudan
uyandığında tevbe ve istiğfar eder ve yine uykuya varır ve yine aynı
evvelki gibi görür.
Hatta aynı gece de bu rüyayı üç defa görür. Üçüncüde hizmetkara seslenip:
Işığı
yak, falan kitabı bana getir, der. Hizmetkar ışığı yakıp merdivenden
aşağı inerken merdiven başından Hz. Mevlanayı görür. Hizmetçi oturmakta
olan Mevlana Hz.lerini hiç bir şey söylemeden gelip Şeyh Sadreddin
Koneviye haber verir. Şeyh Sadreddin inanmayıp gelip kendisi görür ki
Hz. Mevlana merdiven başında ayakta durur. Şeyh Sadreddin hayretler
içerisinde selam verir. Mevlana Hz.leri selamını aldıktan sonra söze
devam eder:
Merak etme ey Şeyh Sadreddin, bazan siz bizim ayağımızı
ogarsınız, bazan da biz sizin ayağınızı ogarız, dolayısıyla kah siz
bizim hizmetimizde, kah biz sizin hizmetinizde bulunuruz. Aramızda
yabancılık yok, aşinalık var, der. Hemen oradan kaybolur. Ertesi gün
Kadi Siraceddin, Şeyh Sadreddinin ziyaretine gelir, bir müddet muhabbet
ettikten sonra meclis dağılınca Şeyh Sadreddin Konevi gece görmüş
olduğu rüyayı ve Hz. Mevlananın bu kerametlerini Kadı Siraceddine
anlatıp:
Bu merdanı hüda Cenabı Allah tarfından teyid olunmuş,
kuvvet bulmuş, metanet sahibi olmuş, aynı zamanda kubabı izzette mestur
olan velilerden bir zatdır. Binaenaleyh o azizi görmek, onun sohbetinde
bulunmak lazımdır, der ve o andan, o zamandan itibaren Hz. Mevlanaya
muhabbet ve bağlılığı artar, demişlerdir.

http://ravza.forum.st/buyuk-ahsiyetler-

28 Mart 2010 Pazar

İyi Komşuluk NimettirCenâb-ı Hak buyuruyor:



“Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya akrabaya yetimlere yoksullara yakın komşuya uzak komşuya yanınızdaki arkadaşa yolcuya elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” (Nisâ 36)
Rasûlullah (sav) buyuruyor:
“Cebrâîl bana komşuya iyilik etmeyi o kadar çok tavsiye etti ki neredeyse komşuyu komşuya mîrasçı kılacak zannettim.” (Buhârî Edeb 28; Müslim Birr 140-141)
Peygamber Efendimiz (sav) komşu haklarını şöyle açıklar:
“Bir kişi ehline ve malına gelecek kötülükten korktuğu için kapısını komşusuna kapalı tutmak zorunda kalıyorsa o komşu gerçek mü’min değildir. Aynı şekilde şer­rinden emîn olunmayan komşu da gerçek mü’min değildir.

Komşu hakkının ne olduğunu biliyor musun? Senden yardım dilediğinde yardım etmen borç istediğinde vermen muhtaç olduğunda ihtiyacını görmen hastalandığında ziyâret etmen bir hayra kavuştuğunda tebrik etmen musîbete uğ­radığında tâziyede bulunman öldüğünde cenâzesine katılman izni olma­dıkça binânı onun binâsından daha yüksek yapıp rüzgârına mânî olmaman çorbandan az da olsa ona da göndermek sûretiyle tencerenin kokusuyla onu rahatsız etmemendir. Bir meyve satın aldığında ona da hediye et eğer bunu yapamazsan meyveyi evine (komşuna göstermeden) gizlice getir. Onu çocu­ğun da dışarı götürüp komşunun çocuğunu özendirmesin.” (Beyhakî Şuab VII 83; Kurtubî V 120-123)

http://www.tevbe.org/forum

24 Mart 2010 Çarşamba

Ödülüm






Değerli Blog Arkadaşım TÛBA New Life bu ödülü bana layık görmüş TûBA cığıma çok teşekkür ediyorum biraz geç görmüş olduğum ve gördükten sonra da geciktirdiğim için kendisinden özür diliyorum.


TûBA cığım çok teşekkür ediyorum.Çok düşündüm ama arkadaşlarım arasında bir ayırım yapamadım kusura bakmayın ben bu ödülü bütün arkadaşlarıma gönderiyorum


Ödül Şartları:
1.Sizi ödüllendirene teşekkür edin.
2.Sizi ödüllendirenin blog linkini yayınlayın.
3.Ödülün logosunu yayınlayın.
4.7 yaratıcı bloger ödüllendirin.
5.7 bloğun linkini yayınlayın
6.Ödüllendirdiklerinizi haberdar edin.
7.Kendiniz hakında 7 ilginç şey yazın.


TûBA cığımın Blog linki. http://ttugba.blogspot.com/


Allahım

Lütfet ki gittiğimiz her yere barış götürebilelim.
Bölücü değil bağdaştırıcı birleştirici olabilelim.
Nefret olan yere sevgi
yaralanma olan yere affedicilik
kuşku olan yere inanç
ümitsizlik olan yere ümit
karanlık olan yere aydınlık
ve
üzüntü olan yere sevinç saçıcı olmayı
bize lütfet
***
Kusurları gören değil kusurları örtenlerden;
Teselli arayanlardan değil teselli verenlerden;
Anlayış bekleyenlerden değil anlayış gösterenlerden;
Yalnız sevilmeyi isteyenlerden değil sevenlerden olmamıza yardım et...
***
Yağmur gibi
hiçbir şey ayırt etmeyip
aktığı her yere canlılık bahşedenlerden;
Güneş gibi
hiçbir şey ayırt etmeyip

ışığıyla tüm varlıkları aydınlatanlardan;
Toprak gibi
her şey üstüne bastığı halde
hiçbir şeyini esirgemeyip
niyetlerini herkese verenlerden olmayı
bize lütfet...

***
Alan ellerin değil veren ellerin;
Affedici olduğu için affedenlerin;
Hak ile doğan Hak ile yaşayan Hak ile ölenlerin
ve
sonsuz hayatta yeniden doğanların safına katılmayı
bize nasip eyle...
AMİN

12 Mart 2010 Cuma

Seven uyudu ama Sevilen hep ayakta!!!


Seven uyudu ama Sevilen hep ayakta!!!

Rabia’dır o… kitaplarda Rabiatü’l- Adevviyye… Tanıyanların gönlünde parıltılı bir yerin sahibi, Rabbimin hanım âşıklarından Rabia…
Ömrünün her gecesine, uyku vakti geldiğinde, fakir kulübeciğinin bir köşesinde serdiği seccadeyle başlayan, Rabia… Her gece insanlar yataklarına çekilirken, Rabia, seccadesini usulca serip fısıltıyla seslenir:
“Allah’ım! Şu dakikalarda bütün sevenler sevdiklerinin yanına gidiyorlar, bende sana geldim…”
Ve sonra, ömrünün her gecesi Rabia’nın, o seccade üzerinde tan ağarıncaya kadar bir destan yazılmaya başlanır. Gözyaşlarıyla yıkanan, dua, kur’ an, rükû ve secde ile taçlanan bir destan…
Ömrünün her gecesi böyle geçer Rabia sultanın… Bu gecelerden biri henüz yeni bitmiş, sabah namazı da kılınmış maddi olarak yorgun ve halsiz vücut uykuya emanet edilmişti ki;
“hırsız” denilenlerden zavallı bir kem talih ise, kapının kilidini sessizce kırıp, kulübecikten içeri süzülmüştür. İlkin gözü, köşede uyumakta olan yaşlı Rabia’ya kayar fakat ilgilenmez… Sonra kulübeyi gözden geçirir… Canı sıkılır… Yanlış yere girmiştir… Çünkü para eder cinsten hiçbir şey yoktur burada… Hırsızın canı sıkılsa da ,”eli boş çıkmayalım” düşüncesiyle kap kacak cinsinden bir şeyleri çuvala koyup kapıya yönelir.
Hırsızı bir şok beklemektedir… Kapı yerinde yoktur… Ufacık bir kulübe ve az önce içinden süzüldüğü tek kapı… Fakat yerinde yoktur işte… Fal taşı gibi açar gözlerini hırsız, dört duvarı tek tek gözden geçirir, elleriyle de yoklar… Fakat karşısında duran dört adet duvardır. Tam o esnada olup bitenden habersiz Rabia sultan, hasır yatağının üzerinde uyumaktadır. Bu dünyanın dışında uzanan bir tecelliye karşı karşıya bulunduğunu anlayan hırsız, büyük bir utançla ve şaşkınlıkla soğuk terler boşalırken anlından çuvaldakileri çıkarır. Yatığına da tövbe eder. Kapı karşısında belirmiştir… Sevinir tekrar heveslenir… “kap kacak “ yeniden çuvala doldurulur… Başını kaldırır, gözleri kararır… İşte kapı yine yok… Bu kedi-fare oyunu birkaç kez tekrarlanır… Ve sonuçta kesin olarak anlar ki, kedisi o çaldıklarıyla bu kapıdan çıkamayacaktır… Ve Rabia sultan hala uyumaktadır… Hırsız, bambaşka bir manevi iklime doğru, adım atmakta olduğunu hissederek, samimi bir tövbeyle çuvalı boşaltır. Bu olay “hırsızlık kariyerine de” son vermiştir… Amacı artık kapıyı hak dostuna sonsuz tövbe, af yoluna sığınarak rahmet-i rahmana açmaktı… Hırsız olarak girdiği Rabia kulübesinden bir mümin olarak çıkmaktadır. Fakat daha göreceği, duyacağı şeyler kalmıştır, geriye…
Tam kapının eşiğinden geçerken… Dört duvarın dördü birden dile gelir, konuşur… Yeni tövbekâr duydukları karşısında inler… Sarsılır…
“SEVEN UYUDU AMA SEVİLEN HEP AYAKTA!” …
Rabia sultan hala hasır yatağında, uyumakta…

7 Mart 2010 Pazar

Eller gördüm koklanacak, eller tuttum öpülecek.




Eller gördüm koklanacak, eller tuttum öpülecek. Nur yüzlü anaların, ak pak olmuş dedelerin, o şirin yüzlü insanların elleri ne güzeldi. Yumuşacıktı, bembeyazdı. Gül gibi kokardı.

Bir ömrün şahididir eller; nerede ve nasıl geçtiğini eller söyler. Ondan mıdır ki, çocuk ruhumuz o nur elleri öpmeye doyamazdı. Onlar da bizi, öpe koklaya severlerdi.

Dualı dillerdi onlar, abdestli ellerdi. Neredesiniz şimdi? Neredesiniz, ey mübarek nineler, analar, dedeler? Dileğim o ki, cennetin en güzel yerindesinizdir inşaallah.

Her mevsimin olduğu gibi, her yaşın da kendine özgü bir güzelliği var. İhtiyarlığa ulaşmak, o mevsimi yaşamak, herkese nasip değil. Gençken, ömrünün baharında giden de var, bebekken ölen de var.

Hayat nimetini takdir eden Rabbim. Başını ve sonunu belirleyen sadece O. Elimizden ne gelir ki? Güzel olan yaşadığımızdır, şükürle ve dopdolu bir imanla. Belki bir gün de öleceğimizdir dopdolu bu duyguyla. Yaşadığımız sürece bize düşen, her yaşın, her ânın hakkını vermek. Rabbimizin istediği tarzda bir ömür sürmek. Ve gün gelip çağırıldığımızda, bir misafir edasıyla, bir davetli ruhuyla çıkıp gitmek. Arkamıza bile bakmadan, bir yaprak olup esen rüzgârla gitmek…

Geçmiş güzel günlerden ve o ıhlamur kokan evlerden hayalimde tek çizgi bir onlar kalmış. O mübarek ihtiyarlar. Adımı en güzel onlar söylerdi, bir annem, bir de babaannem. Eh ne de olsa dedemin adını taşıyordum. Ellerinde bir yük varsa koşardım yardımlarına, yolda görünce girerdim kollarına.

Manava, kasaba, fırına ya da bakkala mı gidilecek, hazırdık. Ne lâzımsa bir nefeste alıp gelirdik hemencecik. Bekletmeye gelmez ihtiyarları, tez canlıdırlar. Bi koşuda hallederdik isteklerini, ikiletmezdik. Ne güzel anlaşırdık, nur yüzlü dedelerle ve ninelerle.

Doğduğumda kulağıma ilk ezan-ı Muhammedîyi onlar okudu. Onların dualarıyla okula başladık. Onların elinde yetiştik, büyüdük. Besmele çekmeyi, selâm vermeyi, zor günlerde sabretmeyi onlardan öğrendik. Okuldu bizim için, öğretmendi onlar.

Şimdi yalnızlaştı evler ve sokaklar. Çekildi birer birer ihtiyarlar. Şimdi hasretle anıyoruz o güzel günleri. Açık bir pencereden, yolumuzu gözleyen gözleri. Bilmem ki nasıl anlatsam, nasıl söylesem bu derdimi. Bir bende değil yalnızlık hâli, şimdi herkeste. Siz soğuktan üşürsünüz, ben ise yalnızlıktan. Yalnızlık dediğim, dedelerin, ninelerin yoksunluğu. Oysa gökyüzünü genişletmek elimizdeydi, elimizden tutarken elleri. Ne ümitler, ne çılgın neşeler içindeydik. Ah güzel insanlar, nur yüzlü dedeler ve nineler, şimdi nerdesiniz? Dileğim o ki, cennetin en güzel yerindesinizdir inşaallah.

Yıllar geçip, o mevsime doğru adım adım yaklaştıkça, onları daha iyi anlıyorum. “Kışlar ihtiyarlıkta kolay geçmiyor evlâdım” derdi kimi. Kimi de, “eskiden telgraf gelirdi, şimdi her gün telefon geliyor” diye hastalıklarından lâtife yollu bahsederdi. Bazılarının evlâtları vardı ama bakmazlardı. Bizden gayrı arayan soranları pek olmazdı. Kandil geceleri ve bayram günleri, şenlenirdi evleri. “Gül bahçesine döndürdünüz hanemi,” diye sevinçten ağlarlardı. Kimi ise daha sokak kapısının gıcırtısından bilirdi kimin geldiğini. Bir çocuk safiyetiyle, “Hep böyle oluyor. Hele de akşam vakti. Kalbimi bir hüzün kapladığında, Rabbim dualarımı cevapsız bırakmaz, üzmez beni. Vefalı komşularımdan birini hemencecik gönderiverir,” derdi.

Dikkat ederdim, yürürken sağa sola bakmazlardı. Hak dostu, peygamber aşığı insanlardı benim tanıdığım ihtiyarlar. Kimi de cebinde şeker taşırdı; kim bilir hangi masum çocuğu sevindirmek için. Bir şey verecekleri zaman, gözleri gülerdi, konuşurken seslerini yükseltmezlerdi. Ezan okunmadan önce çıkarlardı camiye. Vakti onlarla bilirdik. “Öğle mi, ikindi mi?” diye.

İyiliğin adresi onlardı hep. Dedeyle torun bunun için iyi anlaşırlar. Dedeyle torunun birlikte yürüyüşlerinin seyrine doyum olmaz. Kim kimin elinden tuttuğu belli değildir. Ağır ağır yol alırlar. Sırdaş ve arkadaş gibi… Biri hayatın başında, diğeri yolun son ucunda. Çocuk, mirası yaşarken alır dededen ve nineden. Alacağını aldı mı da güvenli büyüyor, tertemiz serpilip gelişiyor. İnsanın ruhu gibi, yüzü de güzelleşiyor. Sevdiklerinin güzelliği ve duası, o küçük ruhlara güneş gibi, hava gibi gıda oluyor. Besleyip büyütüyor…

Şimdi nerdesiniz, ey güzel insanlar, nur yüzlü dedeler ve nineler, nerdesiniz? Dileğim o ki, cennetin en güzel yerindesinizdir inşaallah.

Dedesi, ninesi öldü mü bir yanı tutmaz çocuğun. O boşluğu doldurmak zordur. Ancak gittiği yeri bildi mi, cennete uçtuğunu öğrendi mi, onların dünyadaki görevini bitirip, daha güzel bir âlemde istirahate çekildi diye belledi mi çocuk rahatlar, ruhunun acıları diner. “Sen öldün, ölüm güzel demektir” der. Onları cennette bilir. O zaman çocuk da cenneti arzu eder, o diyarı özlemeye, istemeye başlar. Ahiret inancı sağlamlaşır, ruhunda kuvvet bulur.

Benim de öyle olmuştu. Sevdiklerimi kaybedince bu duyguyu ben de yaşamıştım. Önce biraz sarsılmış, sonra, gittikleri âlemin bu dünyadan daha güzel bir âlem olduğunu duyduğumda rahatlamıştım. Vefat eden ve bizi seven o insanların, şefkatli ve merhametli bir Rabbin emriyle, hayatlarının yine devam ettiğine inanmakla endişelerim kaybolmuştu. Gerçi o hayat, bu hayata pek benzemiyorsa da olsun, buranın da, oranın da maliki birdi. Rabbim Allah’tı.

Onlardan geriye gül kokan eller kaldı. Nedendir bilmem; tespihleri, seccadeleri, bastonları, abdest havluları ve ibrikleri demedim de, gül kokan elleri dedim. Bilmiyorum. Ama öptüğüm o eller, başımı sevgiyle, şefkatle okşayan, yaralı dizlerimi ovan, merhem süren o eller gül kokardı hep. Derileri buruş buruştu ama olsun, onlarda bile gönlüme bir eğlence bulurdum. Çekeleyip dururdum.

O eller, o nineler, o dedeler şimdi nerdeler? Hangi diyardalar. İnanın özledim hepsini. Ey nur simalar, ey mübarek ihtiyarlar.
Siz dünyamızdan hiç eksik olmayın emi. Rabbim sizi aramızdan hiç ayırmasın emi. Çocuklar, sizsiz büyümesin. Evlerinde yoksa da mahallede bir nine, bir dede bulunsun. Çocuklar en kıymetli vakitlerini onlarla geçirsinler dilerim. Ömürleri ve ahlâkları güzelleşip bereketlensin. Rabbim, hiç kimseyi, ne evleri, ne de ülkeleri, dedesiz, ninesiz bırakmasın.

Rabbim, sen, çocukları, anaları, babaları ve mübarek ihtiyarları boşuna yaratmadın. Bu sırrı görecek kalbi nasip ettiğin için, bu sırra yakın tuttuğun için, bu nimetten mahrum etmediğin için, milyon, milyar, sonsuz defalar şükürler ve hamdler olsun sana.

Dillerinden dualar eksik olmazdı. O mübarek insanların her sözü hikmetle örülüydü. Hâlâ o nur yüzlerini, o şeker sözlerini, hele de tatlı sohbetlerini hatırladığımda ağlarım. Ey çocukluğum ellerinde geçen mübarek ihtiyarlar. Ne oyunlar oynardık sizinle. Hâlâ saklandığınız yerde misiniz? Nerdesiniz; kim bilir şimdi nerdesiniz? Saydığım sayılar bitti gelmediniz… Çıkmadınız saklandığınız yerden. Anladım, gelmeyecek kadar güzel bir yerdesiniz demek. Dileğim o ki, cennetin en güzel yerindesinizdir inşaallah.

Korkardım ateşten, korkardım adı geçince cehennemden. Sizin imanınız tamdı, ama yine ağlardınız. Ve yaşlı gözlerle masum yüzümüze bakıp, “Evladım, merak etme, cehennem çocukların hiç uğramayacağı bir yerdir” derdiniz. Yüreğimize su serperdiniz. Nerede şimdi yüreğimize su serpecek o güzel insanlar. Yaşlanmaktan, ihtiyar olmaktan korkmayan yiğit insanlar, sizleri göresim geldi, gül kokan ellerinizi öpesim geldi, sohbetlerinizi dinleyesim geldi… Nerdesiniz? Dileğim o ki, cennetin en güzel yerindesinizdir inşaallah.

Ümidimiz, Rabbimiz… Şükür ki, çocuklar var. Şükür ki, torunlarımız var. Şükür ki, bize dede diyen diller var. İki hece, o ne güzel bir kelime. Dede, dede, dede… Siz de deneyin bir, siz de söyleyin. Çocukların bu kelimeyi neden çok sevdiğini anlarsınız hemen.

Sizlerle şenlenip, sizlerle güzelleşiyor hayatımız. Ey mübarek insanlar, sizden duyup, sizden öğrendiklerimizi, evlatlarımızın ve torunlarımızın ruhlarına titizlikle aktaracağız. Ve kabirde amel defterinize sevaplar yazdıracağız inşaallah. Sizi hediyesiz bırakmayacağız. Sizin bizi düşündüğünüz gibi, bizler de sizleri düşüneceğiz, sizi o âlemde duasız, fatihasız bırakmayacağız. Biz dedelerimizi ve ninelerimizi çok severdik. Onların ağzı dualıydı, her adımları abdestliydi. Ellerinden tutar, ellerinden öperdik, bastıkları yerler gibi bastonları bile nurdu. Ey mübarek ihtiyarlar nerdesiniz, arar oldum yerinizi… Yetişsin ruhunuza binler dualar ve fatihalar.
Anlatın ne olur çocuklarınıza, anlatalım ne olur torunlarımıza, kahramanlıkları. Hz. Peygamber’in (s.a.v.), o muhteşem sahabe kadrosunu, saadet asrının mutlu tablolarını anlatalım. Hz. Ali’nin fedakârlığını, Hz. Hamza’nın şehadetini ve yiğitliğini anlatalım.

Hz. Hasan’ı, Hz. Hüseyin’i… Kerbelâ’daki o müthiş anları. Susuz günleri ve kâbus dolu geceleri anlatalım. Hz. Ömer’in adaletini, Hz. Ebubekir’in sıddıkiyetini, Hz. Osman’ın cömertliğini anlatalım.

Oyunda oynaşta gözükseler de, elleri oyuncakta gönülleri bizimledir. Dinlemez sanırsınız belki ama aldanırsınız. Gönülleri ve ruhları bizimledir. Torunlarınızın kıymetini bilin. Ey güzel evlâtlar, ey güzel torunlar, siz de mübarek dedelerinizin ve ninelerinizin kıymetini biliniz. Daha yakın olunuz.

Yakın durursanız o mübarek insanlara ki, acıdan, ateşten, dertten, kederden de uzak olursunuz inşaallah. Rabbim rahmetin en genişini onların eliyle sunuyor. Hz. Mevlânâ’nın dediği gibi, “Diken, güle yakın oldu da, ateşten kurtuldu.”

Biz de o gül yüzlü, o gül kokulu dedelere ve ninelere yakın olalım. Gül tutan eller gül kokar. Bize de bulaşsın o güzel kokudan ve o ilâhi havadan.

Son söz: Hz. Peygamberimizin (s.a.v.) müjdeli ve mübarek bir sözü:

“Kul kırk yaşına varınca, Allah (c.c.) ondan hesabı hafifletir. Altmış yaşına vardığında, rızkını önünde durdurur, altmıştan sonra rızkını arkasına alır. Yetmiş yaşına vardığında, sema ehli onu sever. Seksen yaşına vardığında, sevapları sabit kalır, günahları silinir. Doksan yaşına vardığında, kendisinden normal akıl gider, geçmiş günahları affa uğrar, ev halkına şefaat hakkı doğar. Sema ehli ona, ‘Allah’ın yeryüzündeki esiri’ adını verir. Yüz yaşına vardığında ise, Allah’ın yeryüzünde hapsi olur; Allah’ın şanı ise, hapsine aldığı kuluna azap etmemektir.“



SELİM GÜNDÜZALP..

6 Mart 2010 Cumartesi

ŞÜKÜR VE KUSURLARI İTİRAF ...




Amelini görme. Onlarla böbürlenme; bu hal sana yakışmıyor. Nefsi görmek, yapılan işlere karşılık beklemek iyi olmuyor. En iyisi bunları Hakk’tan (CC) görmektir. Bütün işleri O’nun (CC) yardımıyla yaptığını anla; ona göre işlerini ayarla.

Eğer bir kötülüğü yapmıyorsan düşün. Bu halin senden mi yoksa Hakk’tan (CC) mı? Elbette Hakk’tan (CC). O (CC), seni esirgedi. O (CC) , seni sakladı. Buna hamd etmek gerek. Şükür etmen lazım. Nerede şükür? Buna akılsızlık derler. Başkasının gücünü kendine mal etmen yerinde olur mu, akıl karı mı?

Şu misaller sana bir şeyler, anlatır sanırım.

Sen düşmanla çarpışıyorsun, fakat gücün yetmiyor. Öteden kuvvetli biri geliyor, düşmanın elini bağlıyor. Yere seriyor. Sen de yapacağını yapıyorsun.

Sonra her şeyi kendin yaptığını iddia ediyorsun.

Halbuki o kuvvetli adam gelmeseydi senin bir iş yapacağın yoktu. Belki de düşman seni öldürecekti.

Diğeri de şu: Biri vardır, zengindir. Herkese ödünç verir. Veyahut ihsan eder. Sen de bir şeyler almak istersin, ama sana vermez. Öteden biri gelir, sana kefil olur ve alırsın.

Sonra da:

- “Ben aldım. Benim itibarım var.”

Diye söylenmeye başlarsın. Yakışır mı?

İşte bu iki misal sanadır. İşlerini düzenle. Şükret. Sana verilenle yetin. Daima Allah’ı (CC) öv; her iyiliği O’na (CC) ver. Şer işleri sana yükle. Nefsini islaha çalış. Eğer birini kötüleyeceksen nefsin yeter. Çünkü bütün şerrin yuvası odur.

Yaradanı (CC) daima bir yaratıcı olarak bil. Ona göre edepli ol… Nefsini kötülüğün yuvası gör, ona göre terbiye et.

Bazı büyük bilginler şöyle derler:

- Sana lazım olan gelir.

Buna bir Hadis-i Şerifte işaret edilir:

- “Çalışınız, birbirinize yaklaşınız. Kötü yolları kendinize kapayınız. Herkes yaratılışının gereğini” yapar.



Kaynak: Gavsulazam Abdulkadir-i Geylani (KSA), Fütûh-ul Gayb (Gizliden Sesler)

5 Mart 2010 Cuma

Cumamız hepimize Mubarek olsun


Rabbim yüreğinde zerre kadar seni anan, sana dayanan,
sana kanayan herkese acı, imanın nuruyla donat,
Zira sen dilediğini hidayete erdirensin ey lütfunun sınırı olmayan!
Ey Allah diyene acıyan!
Ey merhametin kalbi!
Varlığımızın ve bütün evrenin sahibi!
Hayatımıza haram ve helal çizgilerini çeken sahibimiz!
Bizleri iman nuruyla donat ki nice tomurcukların güle durmasına vesile olalım,
Cemre cemre çoğalt bizi,
Yağmur yağmur yağdır bizi imanın serin diyarlarından mahrum kalmış kurak yüreklere,
Irmak ırmak coştur bizi
Beyhude geçmiş yıllardan nice canlar döndürelim,
Coşkun coşkun çağlat bizi
Yüreklerdeki gaflet yangını söndürelim,
Hep sana Rabbim! Hep sana sadık kıl cümlemizi
AMİN

2 Mart 2010 Salı

Bir Anlık Ölmek İstedim Anne!

Sevgili anneciğim…



İki ay aradan sonra geçen Cuma günü sana okumuş olduğum hadisi, değer verdiğim okuyucularımla paylaşmış; peygamber efendimizin; ‘benim sözümü işitip de başkasına tebliğ eden adamın yüzünü Allah ağartsın…’ sözünden hareketle aynı zamanda terk edilmiş bir sünneti ihya etmeye çalışmıştım…



Söz konusu hadis şuydu anne:

Ebu Hureyre radıyallâhu anh şöyle dedi: Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem sabah namazında Bilâl'e şöyle dedi: "Bilâl! Müslüman olduktan sonra yaptığın ve en çok umut bağladığın amelini bana söyle. Zira ben cennette senin ayakkabılarının sesini benim önümde duydum".

Bilâl: "Benim en çok umut bağladığım amelim şudur: Ben gece veya gündüzün hangi vaktinde abdest alsam mutlaka bu abdest ile benim için takdir edildiği kadar (nafile) namaz kılarım" dedi.(Buhari.1149 nolu hadis.)



Anlaşılması ve tatbik edilmesi oldukça kolay olan bu hadisin başkahramanlarından birinin sahabelerden biri olması birilerinin canını fazlasıyla sıktı anne… Bugün İslam tarihinde ‘Bilal’ denince akla gelen tek isim, o… Vefat eden hiçbir ‘Bilal’in isminin sonuna ‘(r.a).’ Yani; ‘radıyu anhu’ yazılmıyor anne…



Vefat eden herhangi bir Bilal için Allah rahmet eylesin, rahmetli, ya da merhum denilirken başka hiçbir Bilal için radıyu anhu denmemiş ve denmeyecektir de anne…



Hadis inkârcılarının bile cesaret edemediği bir şekilde yorum yapan bir şii hem Peygamberimizi eleştiriyor hem de Bilal (r.a)’yu cehaletle suçluyor…



O yorum bana ağır geldi anne… Ençok umut bağlanılması gereken amel tevhid olmalıymış! Yani Bilal radıyu anhu yanılmış.! Yanılabilir anne! O peygamber değil ki! Adama demezler mi ki madem yanıldı neden peygamberimiz bu yanılgıyı düzeltmedi?



Bilal (r.a)’nun umut bağlayacağı bir amelin çeşidinden kime ne anne! İllada danışacağı birilerine ihtiyaç hissetseydi Peygamberimizin her sorusunda ‘ Allah ve resulü daha iyi bilir.’ Dediği gibi aynı cevabı verirdi… Peygamberimize sadece umut bağladığı bir ameli söyledi okadar…



Sen kalk Bilal (r.a) ya akıl ver… Bu yorum ağır geldi anne…

Aslında bu kendini bilmez yorumcu peygamberimizi de eleştirmiş oluyor… Peygamberimiz aleyhisselam bir hata ve yanlışlık görecek ve sessiz kalacak öylemi!

,,,



Yine hiçbir laik ve hiçbir hadis inkârcısının cesaret edemeyeceği ağırlıkta bir mailler geldi anne… Ağza alınmayacak bir şekilde Bilal (r.a)’ya küfürler vardı… Tüylerim diken diken oldu… Aynı küfür cümlesinde sen de vardın anne… Vi Bilal (r.a)’ya yapılan ağır hakaretler daha çok acıttı yüreğimi anne…



Kesinlikle sana hadis okumaya devam etmemi engelleyemeyecek bu mailler ve yorumlar…

Sana söz veriyorum anne yazılarımda ve bastıracağım kitaplarda sahabelere daha çok yer vereceğim…



O maili atan kişiye de Allah hidayet versin diyorum… Hidayetten sonra da adını Bilal olarak değiştirirse hakkımı helal ederim ancak…



Allah; kendisini, peygamberlerimizi, sahabeleri ve sahabe çizgisinde olan Müslümanları çok sevmemizi nasip etsin.(Âmin)


Feyzullah Birışık

http://www.forumankebut

Bereketsizlik...


Rızk hiç değişmez, azalmaz ve çoğalmaz. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Hiç kimse kendi rızkını yiyip bitirmeden ölmez. Bir kimse, Allahü teâlâ emrettiği için çalışır, rızkını helal yoldan ararsa, ezelde belli olan rızkına kavuşur. Bu rızk, ona bereketli olur. Eğer, rızkını Allahü teâlânın yasak ettiği yerlerde ararsa, yine ezelde ayrılmış olan o belli rızka kavuşur. Fakat, bu rızk ona hayırsız, bereketsiz olur. Rızkına kavuşmak için kazandığı günahlar da, onu felaketlere sürükler.

İslam âlimleri buyurdu ki:
(Evde Mushaf bulundurmak berekettir. İyilik edenin malı bereketli olur. Eshab-ı Kehfin ve Eshab-ı Bedrin isimleri yazılı kağıdı evde ve üstünde taşımakta bereket vardır. Tarlayı abdestsiz sürmek bereketsizliğe sebeptir. Ustasına hürmet etmeyenin de kazancının bereketi olmaz. Seher vakti kalkmak berekettir.)
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

Yemeği, toplu olarak yemekte bereket vardır.
Besmele ile yenen yemek bereketli olur.

Bereket, yemeğin ortasına iner. Onun için kenarından yiyin, ortasından yemeyin!
Sahurda ve sahur yemeğinde bereket vardır.

Yemekten önce ve sonra, elini yıkayanın evinin bereketi artar!
Sıcak yemekte bereket olmaz.

Balda bereket ve şifa vardır.
Sirkede, hurmada, sütte bereket vardır.

Rızkına razı olanın bereketi artar, razı olmayanınki bereketsiz olur.
Alış verişte çok yemin etmek, malın bereketini giderir.

Ticarette bereket vardır, ticarete yalan, hıyanet karışınca bereket gider.
Bereket büyüklerinizdedir.

İlk çocuğunun kız olması, kadının bereketindendir.
Kız çocuğu bereketlidir.

Çocuksuz ev bereketsiz olur.
Evine girince, ev halkına selam ver ki, evin iyiliği ve bereketi artsın!

Dua, ömrün bereketini artırır.
Kur'an okunan evin bereketi artar. Kur'an okunmayan ev, bereketsiz olur.

Misafir, bin bereket ve bin rahmetle gelir.
Evinden erken çıkanın işi bereketli olur.

Yola çıkarken arkadaşları ile vedalaşan, onların duaları ile berekete kavuşur.
Ana babasına hizmet edenin ömrü bereketli, onlara karşı geleninki bereketsiz olur.

Sabahın sünnetini evde kılmak, rızkın bereketine sebep olur.
Namaz kılanın rızkı bereketli olur.

Evde çöp bulunması bereketsizliğe sebeptir.
Şarkıcı ve faizcilerin kazancında bereket olmaz.
Bir toplumda birisi söylerken diğerleri susmazsa, orası bereketsiz olur.

---------------------------------------------------------------------------------------

[Deylemi]
[İbni Mace]
[Tirmizi]
[Buhari]