Sen doğmadan da vardı dünya… Fakat hayat var mıydı bu kara topraklar üzerinde? Varsa da buna hayat demek mümkün müydü? Çünkü sensiz bir dünyanın tadı olamaz. Sen ki bu dünyanın en tatlı meyvesiydin. Senden evvel ağaç vardı ama sana emsal meyve yoktu. Yemiş oldun kuruyan hayat ağacımıza. Yeşerttin dallarımızı.
Senle beraber hayat buldu hayat….Gökkubbe denen bu kocaman viraneye ışık oldun, nur oldun. Neler değişti senle beraber, ah neler değişti. Çöller vahaya dönüştü senin nurunla. Bir fazilet güneşiydin, karanlık dünyamızı aydınlatan. Çöllere düşen âb-ı hayat hükmünde bir damlaydın. Rebiulevvel ayı seninle hayat buldu, şereflendi.
Hz. İsa geleceğini çoktan müjdelemişti bize. Fakat taşlaşan yüreklerimiz ve sağırlaşan kulaklarımız bu müjdeyi idrak edememişti. Bütün günler kıskandı o mübarek Pazartesi gecesini. Çünkü dünya durdukça zaman böyle bir şerefe nail olamayacak. Nice alâmetler belirdi gelişini müjdeleyen. Sıradan bir doğum değildi senin kâinatı şereflendirmen. Bu ilk ve sondu görüp göreceğimiz.
Esselâtü Vesselâmü Aleyke ya Resûlullah! Esselâtü Vesselâmü Aleyke ya HabibAllah!
Bütün salât ve selâmlar senin üzerine olsun ey Allah’ın Resulü!… “Liva-ül hamd” sancağın altında biz günahkâr kullarına da yer ayır… Orada kendime yer bulamazsam hangi kapıya sığınırım? Senin şefkat ve merhametin olmasa biz bir hiçiz. Bizi senden ayıracak yollardan uzak eyle. Sünnetine sarılan ve kurtuluşa eren bahtiyar insanlar zümresinden olmamız için şefaatini bolca serp üzerimize.
Kalabalıklar içinde yalnızız ey Resul… Senden uzak olan ruhlar çamura saplanmış merkep gibidir. Bizi bataklıklardan beri eyle ey Habib! Sensizlik kor bir alev olup yakıyor günahla kararan yüreklerimizi. Âlemlere rahmet olduğun gibi bize de rahmet ışığını gönder.
Çağın ebabil kuşları taş olup başımıza yağmadan istikamete yönelmemize yardımcı ol. Gözümüz var görmüyor, kulağımız var duymuyor, aklımız var fikretmiyor. Bütün bu varlar içinde elim bir yokluğun girdabına tutulmuşuz. Bize varlık içinde yokluk çektirme.
Yüreklerimiz kupkuru çöllere döndü. Yağmur ol, yağ kalbimizin orta yerine. Yağ ki rahmetten nasibini alsın hücrelerimiz. Senin her bir damlan can suyudur bedenimize. Gerçi sana lâyık ümmet olamadık. Bunun sancısıdır içimizi titreden. Yüzümüz yok kapını çalmaya. Lâkin başka çalacak kapımız da yok. Mübarek kapının yüzümüze sürmeleneceğinden çok korkuyoruz. Ümitvar olmaktan başka seçeneğimiz de yok.
İslâm’ın gemisinin karaya oturacağından korkanlar var. Bizler bundan endişe duymuyoruz. Çünkü her ne kadar aramızda olmasan da bu geminin manevî kaptanı sensin. Bu gemi ilelebet batmayacak. Fakat bizler bu gemide tayfa olabilecek miyiz? Ya bu gemiye dâhil olan şanslı kullardan olamazsak hâlimiz nice olur diye çok korkuyoruz.
Senin yolundan dönmeye zorlanan ve her fırsatta “La ilahe illAllah Muhammedün Rasulullah” diyen Sümeyye’nin tırnağı kadar olamadık ey Resul!… Kızgın kumlarda süründürülen ve böğrüne hançer saplanan Sümeyye kadar yürekli olamadık. O sana komşu oldu, biz kapına tokmak olamadık? Rahatlığı tercih ettik, çileye talip olamadık. Onun için de arınamadık. Arınmadan kapına gelmekten hicap duyuyoruz.
Ümeyye’nin kölesi Bilâl-i Habeşi manevî âlemlere sultan oldu. Bizler hürdük, ama Bilâl-i Habeşiler’e köle bile olamadık. Kızgın kumlar kuş tüyü yatak oldu ona. Bizler kuş tüyü yataklarda Hakk’ı bulamadık.
Ey kâinatın nuru, gönüllerin süruru!… Yaz uğramıyor gönül bahçemize. Mevsimler kıştan ibaret… Baharlar mazide kaldı. Bu ağır kışları kaldırmaya ne gücümüz ne de tahammülümüz var. Gökteki ay, ışığını; güneş ise sıcaklığını esirger oldu. Merhamet olukları kurumaya yüz tuttu. Asr-ı Saadet’te yaşayanlara ne kadar da imreniyorum. Onlar ki dünya gözüyle gördü o mübarek bedenini. Gözlerimiz tenine, burnumuz kokuna hasret.
Senin yaşadığın asırda zaman da bir başka bereketliydi. Artık zamanın da bereketi yok. Günler peşi sıra gidiyor da biz yerimizde sayıyoruz. Besmeleyle başlamayan her iş bereketten mahrumdur, derler. Fakat dillerimiz o kadar bozuldu ki besmeleyi bile söylemekten aciz hâldeyiz. Onun bereketinden de nasipsiziz. Hayatımız yiyip, içmek ve uyumaktan ibaret oldu. Gözümüzü dünya hırsı bürümüş. Hayatta hayat kalmamış. Çırpınıp duruyoruz, hatta debeleniyoruz. Bu gidiş hayra alâmet değil. Fakat bu bataklıktan bir türlü kurtulamıyoruz.
Rahmet bulutları uğramıyor göğümüze. Ufuklar kapkaranlık. İçimizi ancak sen aydınlatabilirsin. Yoksa bu karanlıkta istikametimizi bulamayacağız. Zulmet içerisinde yolumuzu kaybedip uçurumlara sapacağız. Bize nur huzmelerinden bir demet nasip eyle. Onlar ki Hakk’a götürür yoluna revan olanları.
Ey sevgililer sevgilisi….Allah’ın Habibi!…Sana ümmet olabilmek ne büyük şeref…. Sünnetine sarılıp karanlıklara mum olmak ne güzel…. Biliriz ki sen bir annenin çocuğuna gösterdiği merhametten daha fazlasını ümmetine gösterirsin. Bu umutlarımızın tuz buz olmasının önündeki en büyük engel. Senin şefkat ve merhamet iklimine sığınıyoruz. Bizden hayat damlalarını esirgeme. Yoksa çorak arazilere döner bedenimiz.
Ey Kâinatın serveri Resul!… Sen dünyamızdan göçeli viran oldu bize her yer… Gök bakışına, toprak ayağının kokusuna, insanlık sohbetinin manevî lezzetine hasret… Bizim gelmeye cesaretimiz yok. Seni çağırmaya da yüzümüz yok. Her şeye rağmen seni çok seviyoruz. Şefaatinden nasiplenmeyi umuyoruz. Elimizi boş çevirme Ey kâinatın güneşi. Sana binlerce salât ve selam olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder