26 Ocak 2011 Çarşamba

Sevmeyen Sevdiremez,Bilmeyen Bildiremez,Yanmayan Yandıramaz.



“Ben gizli bir hazineydim. Bilinmek istedim, aşkımdan Habîbim’i yarattım. O’nun aşkından da bütün kainatı yarattım.”

Allah celle celaluhu Habîbi’ni kendisini tanıması için yarattığı gibi, bütün mahlukatını da hem kendisini hem de Habîbi’ni tanımaları için yaratmıştır.

Tanımanın evvel emirde ilk basamağı, bilmekten geçmektedir. Bildikçe sevgi, sevdikçe de yakınlık artacaktır. Bu yakınlık öyle bir safhaya gelecektir ki, sevilende yok olma hâli tahakkuk edecektir. Bundan sonra ise seven değil, sevilenden başka ortada bir şey kalmayacaktır.

Bir şeyi hakikatiyle bilmeden bildirmek, bildirmek istediğimiz şeyi eksik ve kemâlinden uzak bir hâlde bildirmemize neden olmaktadır. Hele de son ve Hakk katında tek razı olunan din olan İslâm’ın önderi, Peygamberler Sultanı Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.s.)’yı kâmilen bilmeden, tanımadan, sevmeden O’nu ve dinini Allah’ın murat ettiği hâl üzere anlamak ve anlatmak imkansızdır. Evet, bu durum çok daha nazik bir hâl arz etmektedir.

Dini, Peygamberler Sertacı’nı (s.a.s.) anlatmaya talip olanlar, neye talip olduklarının bilincinde olmalılar. En önemlisi de yaşayışlarını bu bilinç doğrultusunda düzenlemelidirler. Onu anlatırken, O’ndan bahsederken süslü kelimeler kullanmaya özen göstermekle birlikte, O’nun yaşantısını hayatımıza geçirirken aynı özen ve hassasiyetten uzak bir hâl yaşamak bu uğurda gayret gösterenler için büyük bir gaflettir.

Kendi nefisine faydası olmayan bir bilginin başkaları üzerinde ne kadar tesiri olabilir ki? Bu uğurda gayret gösterenler, öncelikle Rasûlullah’ın hayatıyla kendi hayatlarını karşılaştırarak gözden geçirmeli, eksikleri telafi etmeli ve mutlaka kendi hevâ ve heveslerini terk edip Rasûlullah’ın istek ve arzularına, o güzel ahlâkına kayıtsız şartsız teslim olmalı, boyun bükmelidir. Böyle olmazsa istikamet üzere bir sevgi, istikamet üzere bir hayat yakalamamız mümkün değildir. Ortadan olan kuru bir iddiadan ve hesabı ağır bir ameliyeden başka bir şey değildir.

Rasûlullah (s.a.s.)’in arzu ve isteklerinde Allah’ın rızası ve dinin ihyası varken, bunun aksine kendi arzu ve isteklerimizle hareket etmemizde nefsimizin ihyası vardır. Allah (c.c.), Habîbi’ne tabi olarak ve kendi yüce rızasını gözeterek yapılan işlere rahmet nazarıyla tecelli eder. Onlarda bereket halk eder ki, ancak menşei, itaatı Rasûlullah ve ihyâ-ı sünnet olan işlerin dünya ve ahiret bereketi olacaktır.

Dinimizi aldığımız kişilere dikkat etmemiz gerekir. Dini istikamet üzere olmayan bir kalpten din öğrenilmez. Allah ve Rasûlü’nün yolundan gitmeyenden din öğrenilmez. Hikmet sözünü kendisine kılıf, örtü yapmış, haramlarla iştigal edenden kişilerden din öğrenilmez. Dünya ve ahretinizi mahvedecek değil, mamur edecek insanlarla oturup kalkmamız gerekir.

Gönlü peygamber aşkıyla dolu olan bir gönülden ancak peygamberî ahlâkın güzellikleri talim edilir. Bu güzellik, o irfan ve ihlâs sahibi gönüldeki sevginin itaat olarak dışa yansımasıdır.

Rasûlullah’ın sünnetlerini hayatında canlı tutanlar, Sevgili Peygamberimizin sevgisini gönüllerinde canlı tutanlardır. Rasûlullah’ın sünnetinden uzak bir hayat yaşayanlar, O’nun sevgisinden de uzaktırlar. Dilleri ne söylerse söylesin, gönüllere bu sözleri tesir etmez.

Doğduğu günden itibaren ümmeti için göz yaşı döken Peygamber Efendimiz (s.a.s.) için, O’nun sevgisinden iki damla gözyaşı akıtabildik mi? Dilimizdeki samimiyet sözlerini acaba göz yaşlarımız doğruluyor mu? ‘Yâ Rabbi! Habîbin’i bizlere nasip ettiğin için sana sonsuz hamdolsun’ diyerek dua edip kirpiklerimizi ıslatabildik mi? Bu sevgilerle ıslatılan gözlerin cehenneme haram kılındığını hiç düşündük mü? Gelin bunları şu gönlerinde hâlimizi yeniden gözden geçirelim, eksiklerimizi düşünelim ve onların telafisi için gayrette bulunalım.

Sanır ki benim sevdam dağlar kadar yücedir.

Hani sevgiliye uyan haller sen de nerdedir?

Uymadan Rasûl’e, sevgi iddia etmek bî edeptir.

Sahabe-yi Kiram, bizim için en güzel örnektir.

Gönlü sevgi ile dolan insanların pınarlarından sevgi akar. O gönle mûtî olanlar, kana kana bu sevgiden tadar. Sevmeyen sevdiremez, bilmeyen bildiremez, yanmayan yandıramaz sözü, böylece hakikat olarak ortaya çıkar.

Allah’ım! Gönüllerimizi, Sen’i ve Rasûlün’ü seven gönüllerle ünsiyet ettir. Taklîdî olarak değil, tahkîkî olarak Sana ve Rasûlün’e uymayı nasip et bizlere.

Mehmet YALÇIN

AMİN .

8 Ocak 2011 Cumartesi

Abdulkadir Geylani Hz. (ks) İnciler





Abdulkadir Geylani Hz. (ks) İnciler

İmanın eksikliği oranında rızık peşine düşer, fazlalığı nispetinde bu sevdadan vazgeçersin Duayı bırakmak bir azamet, dua ile meşgul olmak ruhsattır İnsanların büyük çoğunluğunun helak sebebi küçük günahları iken, zahit zatların felaketi şehvetleridir Sen ‘’La ilahe illallah’’ dediğinde bir iddiada bulunuyorsun; bu nedenle sana şöyle denilir: ‘’Ey iddia sahibi böyle diyorsun ama belgen var mı?Belgen nedir?’’ Kötülerle dostluğun iyi kişiler hakkında su-i zanda bulunmana sebebiyet verir Bir bedel karşılığı yaptığın her amel senin, Allah rızasını amaçlayarak işlediğin her amel de O’nun içindir.Açalım:Bir iş yaptığında bunun bedelini beklersen sana bunun karşılığı yaratık olarak verilir.Ama yaptığın işi Allah için gerçekleştirirsen, mükafatında O’na yaklaşmak olur Tasavvuf yolunda konuşmak son merhaledir başlangıçta değil Toprak başına, Allah Teala dünyalık payını takdir edip işini bitirmişken, payının eline geçeceği zamanları belirlemiş Allah, sen hala kalbini dünyalık meselelere takarak ziyan ediyorsun.Bu süreç kendisince bilinmekte, sen ister iste ister isteme her gün rızkın yenilenerek sana gelecek.Gösterdiğin hırs sadece seni Allah katında rezil eder, mahlukat gözünde küçük düşürür Cemaat!Aziz ve Celil Allah’a ve mahlukata karşı büyüklük taslamayı bırak, seviyenizi biliniz, benliğinizde alçak gönüllü olunuz.Öyle ya ilk haliniz bayağı bir sudan ibaret olan pis bir meni, sonunuz da atılmış bir leştir.Tamahkarlığın yedip hevesinin ağına düşen, hevesinin kendisinin hükümdarların kapılarına sürükleyerek ezeli taksimde payına düşmemiş şeyleri ısrarla isteyen ve ezelde payına düşeni zillet ve horlukla isteyen kişilerden olmayınız.Peygamber - sallahu aleyhi ve sellem – şöyle buyurmuştur:’’Aziz ve Celil Allah’ın kuluna en ağır cezası, ezelde payına düşmemiş şeyi istetmesidir –İmanın eksik zayıf biri isen bu halin sürdüğü sürece geçimini düzeltmeğe, maişetini yoluna koymaya bak, insanlara muhtaç olmamak için gerekli önlemleri al, aksi takdirde dinini onlar için ayaklar altına alır, dinini istismar ederek onların malını yersin.Ama imanın güçlenip olgunlaştığında Allah’a tevekkül et, sebeplerden sıyrıl, Allah dışıdaki tanrılarla alakanı kes, kalbinle tüm varlıklardan uzaklaş.Bu halinle kalbini bedenden, ailenden, dükkanından, tanıdıklarından uzaklaştırır, elindekileri ailene, kardeşlerine ve akranlarına teslim edersin.Adeta ölüm meleği ruhunu almış, ölüm tarafından kapılmış, toprak tarafından yutulmuş gibi olursun, bir bakıma kader dalgaları, ezelde sebkat etmiş kudret seni ilim deryasına götürür ve burada boğar.Bu makama ulaşana sebepler zarar vermez; çünkü sebepler kişinin dış dünyasında etkili olur iç dünyasında değil, sebepler başkaları için geçerlidir böyle bir makamda bulunan için değil. -Nebi – sallahu aleyhi ve selem- de şöyle buyurur: ‘’Kul, kapıları kapatıp perdeleri sarkıttığı, insanların kendisini görmediği bir ortamda, Aziz ve Celil Allah’a isyana yöneldiğinde Aziz ve Celil Allah şöyle buyurur: ‘’Ademoğlu, beni seni görenlerin en değersizi mi kabul ettin? - Fethur Rabbani de geçer, bu hadis hakkında dipnot düşülmemiştir.