27 Ekim 2010 Çarşamba

Kalbe Nurun Girmesi



Kalbe Nurun Girmesi
Sahâbe, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’e
“Kalbe nur girince genişler, rahatlar bunun alâmeti nedir ya Resûlullah” diye sordu.
Kâinatın Sultanı Peygamber Efendimiz ise;
“Ahirete yöneliş, aldatma yurdundan, dünyadan uzaklaşma, ölüm gelmeden, ölüm için hazırlık yapmaktır” diye buyurdu.
Allahû Teâlâ, aldatma yurdundan, dünya hayatından uzaklaşmayıp razı olanları, ölüm gelmeden, ölüm için hazırlık yapmayanları Yûnus 7’de bildiriyor.
10 / YÛNUS - 7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.


Âyette bildirilen anlamın mefhumu muhalifînden hareketle, “dünyadan uzaklaşma, ölüm gelmeden evvel ölüm için hazırlık yapmak” ancak ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dilemekle mümkün olur.
Nur; Allah’a ulaşmayı dileyen Allahû Teâlâ’nın kendilerine 7 furkan verdiği kişilerin kalbine girer.
Kalbe nurun girmesi; kişinin dünya hayatından uzaklaşmasıyla doğru orantılıdır. Kişi dünya hayatından ne oranda uzaklaşmışsa o oranda kalbine nur girer.
Gerçekten nefsin manevî kalbine baktığımızda tamamen karanlıklardan müteşekkil yapısında 19 tane hastalığın var olduğunu görüyoruz.
Bu hastalıkları şöyle sıralayabiliriz;
1] Kin ve nefret
2] Küfür
3] Yalan
4] Haksızlık ve zulüm
5] Haset ve düşmanlık
6] Cehalet
7] Cimrilik
8] Öfke
9] İsyan
10] Sabırsızlık
11] Kibir ve gurur
12] Hırs ve şehvet
13] Nankörlük
14] Gıybet
15] Vefasızlık
16] Zan
17] İptilâlar [kötü alışkanlıklar]
18] Mürailik
19] Fitne ve fesat
Şeytan nefsimizin afetlerine %100 tesir ederek insanlara dünya hayatını süslemektedir. Şeytanın negatif tesiri sebebiyle insanlar hep dünya hayatının peşinden koşarak huzursuz ve mutsuzluğu yaşamaktadırlar.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) onun için “Her kötülüğün başı dünya sevgisidir.” buyuruyor.
İnsanları dünya hayatının peşinden koşturan nefsin kalbindeki afetlerden kurtulmak ancak kalben Allah’ı ulaşmayı dileyip mürşide tabi olduktan sonra nefs tezkiyesi ve tasfiyesiyle mümkündür.
Allahû Teâlâ, Allah’ı dileyen herkese dördüncü basamakta Rahmân esmasıyla tecelli eder ve onlara furkanlar, ihsanlar verir ki o kişinin kalbine zikirle nur girsin ve huşû sahibi olsun diye.
Huşû sahibi kişi hacet namazıyla Allah’tan istediği ve Allahû Teâlâ’nın kendisine gösterdiği mürşidine tâbî olduğu zaman nefs tezkiyesine başlar. Zikir nefs tezkiye ve tasfiyesinin yegane vasıtasıdır. Allah isminin tekrarı olan zikirle beraber kalbine iki çift nur (rahmet+salavat, fazıl+salavat) birden girmeye başlar.
Mürşide tâbî olduğumuz zaman, nefs tezkiyesine paralel, ruhumuz vücudumuzdan ayrılır ve Sıratı Mustakîm üzerinden Allah’ın Zat’ına ulaşır. Nefs tezkiyesi olmadan ruh Allah’a ulaşamaz.
Kişi zikretmeye başladıktan sonra zikir artışına paralel kalpte %7’lik fazl birikimi oluşur bu da ruhun birinci gök katına çıkmasını sağlar.
Kişi zikrini artırmaya devam eder; ikinci %7’lik fazl birikimi meydana gelir ve ruh ikinci gök katına çıkar. Yine %7 fazl birikimi ve ruh üçüncü gök katına çıkar. Mutmainne’de %7 fazl birikimi oluşur ve ruh dördüncü gök katına kadar çıkabilir. Bu şekilde kalbe nur girdikçe o kişinin kalbi devamlı aydınlanır, rahatlar.
Burada nurun ‘kalbe giren fazıllar’ manasına geldiğini görüyoruz.
O halde yapılması gereken şey;
Aldatma yurdu olan dünyadan uzaklaşarak ahirete yönelip ölüm gelmeden ölüm için hazırlanmak. Bu da ancak Allah’a ulaşmayı dilemekle mümkündür.
Allah’a ulaşmayı dilediği an, o kişi bütün bu güzelliklerin sahibi olur.
Kalbe nur girebilmesi için o kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesi, dünya hayatından uzaklaşması, ölmeden önce ölmek suretiyle nefs tezkiyesi ile ruhunu Allah’a ulaştırması gerekir.
Kalbe nurun girmesi de ancak zikir ile mümkündür.
Allahû Teâlâ’nın tüm insanlar için vaazettiği temel hakikat budur.
Ruhun Allah’a vasıl olması;
O kişiyi ermiş evliya kılar.
Ona 3. kat cennet ve dünya saadetinin yarısını sağlar.
Huzur ve mutluluk ancak zikirle; kalbin nurlanması ile gerçekleşir.

Kalp körleşirse...



Kalp körleşirse...
Kur'ân-ı Kerim'de bir noktaya dikkat çekilir: "Gözler kör olmaz; fakat göğüslerin içindeki kalbler kör olur." (Hacc S.Â: 46)

İnsan, gözüyle bakar; fakat gören kalb. İnsan kulağıyla sesleri algılar; fakat işitip anlayan ve dinleyen kalb. İnsan ile hayvan arasındaki fark kalb. Kişi kalbini kullanmıyorsa hayvanlardan farkı kalmıyor, hattâ onlardan daha aşağı derekeye düşmüş oluyor, demektir. Çünkü hayvanlar anlama âleti olan kalbe mâlik değiller. Beriki ise kalbi olduğu hâlde işletmiyor, pas tutmasına sebep oluyor. Ya da yanlış kullanıyor yalama olmasına sebebiyyet veriyor.

Kalb dediğimiz şey nedir?

Kalb 2 mânâda kullanılır:

1- Sol memenin altında damarların kökü olandır.
Tıpcıların meşgul olduğu cismani ve mekâni kalbtir. Ayrıca buna yürek de deriz.

2- Ruhani olan, mânevi alemimizin merkezi bulunan, mekânı olmayan kalbtir. Buna nefsimizin sesi de deriz. İnsanın asıl hakikatı bu kalbtir. Bedende cismâni kalbin mevkii ne ise ruhta da kalb-i ruhaninin mevkii odur. Kur'ân'da, kalb denilince bu ikinci mânâ anlaşılır. Ahlâkî ilimlerde, edebiyatta da kalbten anlaşılan mânâ bu kalbtir. Kalbi bozuk, kalbsiz tanımları ikinci kalb ile alâkalı sözlerdir. Mühürlenen kalb de ikinci kalbtir.

İnsanın hakikati bu kalbtir. Bu, ruhumuzun gözüdür.

Basiret, bu kalbin bakışı; akıl, ruhu; irade de kuvvetidir.

Bu kalb, gönül mânâsında da kullanılır. Meselâ, gönlümden geçti deriz.

Bedende cismani kalbin mecburiliği ne ise, ruhta da ruhani kalbin mecburiliği aynıdır.

"Kalb gözü açık" sözü halk arasında çok yaygındır.

Hâdiselere baş gözüyle bakanlar hiçbir şeyi Kur'ân ölçüsüyle değerlendiremezler. O zaman da, kötülüklere normal derler. Kızı açık-saçık gezer; normal der. TV'de yatak sahneleri seyreder; normal der. Evine gelen ziyaretçileri kadın-erkek birlikte oturtur; normal der. Düğününü sünnete aykırı yapar; normal der.

Hâdiselere kalb gözüyle bakanlar anormallere normal diyemez. Hayata kalb gözüyle bakmak demek, İslâm'a ters düşen her şeyin tehlike olduğunu kavramak demektir. İslâm'a ters düşen yüzlerce tehlikeli işlerin ortasında kalan mü'min bu tehlikeleri sezemiyorsa, zararını hesap edebiyorsa kalb gözü kör demektir.

Kalbler kararır. Günahlardır kalbleri karartan. Kalbi karartan, kalbte is-pas bırakan şeylere günah denir. Peygamberimizin tarifi de budur: "Günah, göğsünü daraltan ve insanların muttali olmalarını arzu etmedikleri şeylerdir" (Müslim. Birr: 14-15. Tirmizi. Zühd: 52)

Kalbin cilâsı yaratıcısını hatırlamaktır. "Kalbler ancak Allah'ın zikriyle tatmin olur." (Ra'd S.Â: 2Cool
Hz. Enes (RadıyAllahu Anh) naklediyor:
Rasülûllah (SallAllahu Aleyhi Vesellem) şöyle duâ ederdi.
"Ey kalbleri evirip çeviren, kalbimi dinin üzere sâbit kıl." (Tirmizi, Kadir: 7 Davet: 89, İbni Mace, Dua: 2. Müsned: 6/251)
"Kalbleri var, onunla anlamazlar, gözleri var onunla görmezler; kulakları var onunla duymazlar... Onlar dört ayaklılar gibi, hatta daha da şaşkın ve aşağıdırlar." (Araf S.Â: 179)

Allah'ım! Kalblerimizi dinin üzere sâbit kıl...

3 Ekim 2010 Pazar

Tevbede Acele Etmek Lazımdır



Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: "Ey İman edenler! Allah-u Zülcelal'e nasuh bir tevbe ile tevbe edin." (Tahrim; Cool Hz. Ömer radıyallahu anh diyor ki: "Nasuh tevbe: Kişi bir günah işler, sonra tevbe eder ve bir daha o günahı yapmamak için gayret gösterir ve o günaha dönmeyi istememesidir."

Bir çok haberlerde ve eserlerde; Allah-u Zülcelal'in rahmetinin ve azabının şiddeti geçmektedir. Eğer mü’min Allah'ın yanındaki azabın ne kadar şiddetli olduğunu bilseydi, hiç bir kişi onun cennetini ümit etmeyecekti. Kafir de Allah'ın yanında rahmetinin ne kadar çok olduğunu bilseydi. Onlardan hiç kimse de cennetten umutsuz olmayacaktı.

Ayet-i kerimede Allah-u Zülcelal şöyle buyuruyor: "Deki: Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana tabi olun ki, Allah da sizi sevsin, günahlarınızı mağfiret etsin. Allah mağfiret ve rahmet edicidir " (Âl-i İmran; 31)

Abdullah bin Büsr radıyallahu anh'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor: "İki tane arabi Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yanına geldiler ve Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e soru sordular; onlardan bir tanesi: “(Ya Resulallah!) İnsanların en hayırlısı kimdir?” diye sordu. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki: "İnsanların en hayırlısı; ömrü uzun olup da ameli güzel olandır.” Diğeri: “Ya Resulallah! İslâm'ın şeriatları benim üzerimde çok oldu, bana bir şey söyle ki ben onunla amel edeyim.” Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Dilin daima Allah-u Zülcelal'in zikriyle yaş olsun.” (Tirmizi: 3375)

Bir kimse tevbe ettikten sonra, nefsini terbiye etmek için çok çalışmalıdır. Tekrar günaha dönmek korkusuyla, her an tevbe üzere olmalıdır. Kötü arkadaşlarını terkederek yiyeceğini, içeceğini, giyeceğini helâl yönden temin etmeye gayret göstermelidir.

Bir kimse günde yetmiş defa günah işlese ve akabinde de tevbe etse, bu kimse için günahında ısrar ettiği söylenemez. Nitekim Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "İstiğfar eden kimse (günahında) ısrar etmemiştir. Günde yetmiş defa tevbesini bozsa da." (Ebu davud:1534, Tirmizi: 3559)

Ancak, yine de yapmış olduğu tevbede gevşek davranmamalıdır. Nasıl olsa tekrar tevbe ederim diyerek, günaha meyletmemelidir. Dikkat edilmesi gereken en önemli konulardan birisi de tekrar günah işlerim korkusuyla tevbeyi terkedip geciktirmemektir. Tevbeyi geciktirmenin kötülüklerini İmam-ı Gazali kuddise sırruh şöyle izah etmiştir:

1- Günahlardan dolayı oluşan zulmet kiri kalpte toplanır. Böylece silinmeyecek bir durum alır.
2- Hastalık veya ölüm aniden gelebilir. O zaman tevbe etmeye vakit de bulamaz. Ölümü çok anan kimse, şu üç şeyle şereflenir. Günahına hemen tevbe eder.

Nefsi kanaat sahibi olur. Yaptığı ibadetten neşe ve sürur duyar. Ölüm her an gelebilir. Yarına salim olarak çıkacağını zanneden kimse, ölüm için hazırlıklı değildir. Taat ve ibadetler ölümü hatırlamanın semeresi olduğu gibi günahlar da ölümü unutmaktan meydana gelir.

İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri oğluna şöyle vasiyet etmiştir.

"Seyyidü’l istiğfarı her namazdan sonra bir, üç veya beş kere oku. Bu, ölüm anında mutlaka tevbe ile gitmeye vesiledir." Seyyidü’l istiğfar duası şöyledir: "Allah'ım! Sen Rabbimsin. Senden başka hiçbir ilah yoktur. Beni Sen yarattın. Ben Sen'in kulunum. Gücüm yettiğince ezelden sana verdiğim söz ve vaadime bağlıyım. Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım. Üzerimdeki nimetini ve günahlarımı Sana ikrar (itiraf) ediyorum. Beni mağfiret buyur. Çünkü günahları ancak sen bağışlarsın." (Buhari, Deavat:2/16)

İmam Ebu Hanife: "Bu istiğfarlar gündüzde gecenin günahını, gecede gündüzün günahını affettirdiği gibi ölümden sonra cennete girmeye de vesile olur." diye tasrif etmiştir. İnsan tevbeyi kesinlikle ertelememelidir. İbn Abbas radıyallahu anh, Kıyamet Suresinin beşinci ayetinin tefsirinde şöyle buyurmuştur: "Fakat insan önünde (ileride) günah işlemek ister." (Kıyamet; 5)

Ademoğlu, günahını takdim (öne alır) tevbesini tehir eder. Bir gün gelir de insan kötü bir hareket üzere iken, tevbe etmeden ölür gider. Öyle ise insanın ne zaman öleceği belli olmadığı için yaptığı kötü hareketlerinden bir an önce tevbe etmelidir. Tevbe etmeden ölmekten Allah-u Zülcelal'e sığınınız. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Sizin için en çok korktuğum iki huy, nefsin kötü arzularına uymak ve uzun emeldir." (Keşfu’l-Hafa:1/60)

Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurmuştur: "İnsanların en akıllısı ölümü çok hatırlayandır, ona en iyi bir şekilde hazırlananlardır." (Tirmizi:2459)

Şu halde, aklımızı kullanıp tevbe etmeliyiz ki, Allah-u Zülcelal tevbemizi kabul etsin, rahmet ve bereketini üzerimize indirsin. Tevbenin İslâm Dini’nde çok önemli bir yeri vardır. İnsanın acele olarak tevbe kapısına, tevbe etmek için Allah-u Zülcelal'e yönelmesi gerekir.

Çünkü Allah-u Zülcelal'in gazabından, cehennem azabından kurtulmak ve Allah'ın rızasını kazanıp cennet nimetlerine kavuşmak ancak bu yolla mümkündür.

Seyda Muhammed Konyevi (K.S.)

2 Ekim 2010 Cumartesi

Ben İnsanım




Ben İnsanım

Akik, bir taştır. Gül, bir çiçektir. Arı, bir böcektir. İblis, bir şeytandır. Hâme, bir cindir. Cebrail, bir melektir. Ben, bir insanım. Kendi türünü temsil eden bu varlıklar arasında yerim neresi benim? Kimim ve kimin içinim?


"Nefsini bilen, Rabbini bilir." Madem öyle, ben önce kendimi bilmeliyim. Rabbimi tanımak ve dünyadaki yerimi belirlemek için kendimi bir anahtar gibi kullanmalıyım. Çevremdeki her şeyi de o zaman anlayabilirim ancak. Zira, bakılandan ziyade, "bakış"önemli. Kendimi tanırsam, "insan"ı da tanımış olurum. "Cüz"ler, "küllî"lerin aynasıdır.


Ben, insanım. Varlık bezmi etrafımda pervanedir. Cebrail, benim için Rabbimden haberler getirir, haberler götürür. İblis, benim için Rabbine düşman kesildi. Hâme, o görünmez varlık, benim mensubu bulunduğum "bir güzel insana" ümmet oldu da şereflendi. Akik, benim iltifatımla değer kazandı. Gül, bir anlık nazarım için gülümser. Arı, bana hizmet etmenin şevkiyle bal yapar.


Aslım topraktır, ama ruhum görünmez fezalarda uçar. Gayb ile şehadet bende buluşur, mânâ ile madde bende birleşir. Efendi de benim, köle de. Cihanın sultanıyım, ama Onun kuluyum. Zirveyim, seçilmişim. Omuzumda üstünlük nişanı takılı, akıl nurudur başımda parlayan.


Kendi başıma bir hiçim. Varlığım bir gölge, elimde olana "benim"deyişim bir vehimden ibaret. Neyim varsa O verdi. Ben, Onun için varım. İlmim, iradem ve kudretim hep Rabbimden. Ben, Mabuduma kulluk etmek için buradayım. Acizliğimi bilir kudretine sığınırım,zayıflığımı görür kuvvetine dayanırım, fakirliğimi anlar rahmetine güvenirim, kusurumu fark eder affımı isterim.


Ben define arayıcısıyım, sırlar ülkesinin yolcusuyum. Onun yolundayım, Onunlayım, Ona giderim. O yolun merhaleleri hem kavuşmadır, hem ayrılık. Her adımda bin ızdırap ve bin lezzet tadarım. Bir yerde duramam, yeter diyemem, gaflet öldürür beni.


Yol tehlikelerle dolu. Bu sırlar ormanının her ağacı ardında bir düşman pusu kurmuş. Nefsim, can düşmanlarımla işbirliği halinde. Ben, Ona gitmek isterim. İblis beni aldatıp kendi yolunda yürütmek ister.
Önümde, gidilebilecek son noktaya kadar giden bir Rehberim, ilimde marifet yollarını tarif eden söz mucizesi bir Kitabım var. Bilirim, gözüm kitapta, özüm izde oldukça İblis beni aldatamaz.


Bütün kapılar bende açılır, bütün yollar benden geçer ve Ona gider. Hem yolcuyum, hem yol. Hem kapıyım, hem anahtar. "Enfüsî tefekkür" bendedir, kendime girer Ona giderim. "Afakî tefekkür" benim işimdir, ibretle cihan kitabını okur, okuturum. Her eser şiirimdir; hisseder, anlatırım.


Her neye baksam Onun sıfatlarını görüyorum. Ne yana dönsem Onun fiilleriyle karşılaşıyorum. Hangi varlığın sinesine kulağımı yapıştırsam, bana Onun güzel isimlerini sayıyor.


Bana, "Niçin akikten, gülden, arıdan söz ediyorsun? Taş, çiçek ve böcek bu kadar mı önemli?" derler. Tefekkür"sırrını bilmeyene neyi, nasıl anlatmalı? Hayır, onların kendi başlarına bir önemleri yok, farkındayım, ama madem beni aradığıma götürüyorlar, olabildiğince önemlidirler. Meselem akik, gül, arı değil, ben Rabbimi anlamaya çalışıyorum. O, kendini "leriyle tanıttı, ben de Onu eserleriyle anlatıyorum.

Gül bir nebî değil, ama Rabbimden haber veriyor. Kitabımın âyetleri gibi Onu tanıtıyor, hâl diliyle sessiz sözler söylüyor. Ben kulum, kula yakışanı yapma çabasındayım. Akik, gül, arı, hepsi birer ayna, gösterdikleri mânâ olmasa ne önemleri var. Ben fâni aynaları değil, onun içindeki bâkiyi gösteriyorum.


Ben, mânâ arısıyım. Varlıktan varlığa uçar, bal özü toplarım. Işıl ışıl yıldızları, dalga dalga denizleri, dumanlı dağları, esen rüzgârları, yağan yağmurları, gülümseyen çiçekleri harman eder, gönül dünyamda "iman" balları yaparım. Bülbül olur "marifet"iklimine uçarım, Yûnus olur "muhabbet" denizine dalarım. Yerdeyim, gökteyim, denizdeyim, dağdayım; kâinat bahçemdir benim, gönlümce gezerim. Bazen cihan dar gelir, Rabbimin sonsuz isimler ve sıfatlar âlemine doğru kanatlanırım.

Sonsuza yürümekten yorulan ve beni bugüne çağıranlara şunu derim: "Güncel"in sığ sularında mı boğulayım? Bu gün var yarın yoklarla mı oyalanayım? Dalga uğruna denizden mi vazgeçeyim? Elması bırakayım da, "cam" için can mı vereyim? Altın için bile olsa elması terkedene akıllı denilir mi?


Benden, yere mıhlanmamı istiyorsunuz, farkında mısınız, siz benden "beni" istiyorsunuz. Elimde olmayanı nasıl veririm? Ben, kendimin değilim, Onunum. Onsuz hayat, yaşanmamıştır. Gafletle geçen zaman ömür değildir.


Anlayın artık, sizinle olamam. Bedenimi verdim, ruhumu da veremem. Hayır! Ben ebediyet yolcusuyum. Yolcu yoluna gitmeli!

Ömer Sevinçgül

Hep "O" nunla kalin...!

13 Eylül 2010 Pazartesi

Ölüm Anı - Ölüm Acısının Şiddeti ve Ölüm Anında Karşılaşılan Durumlar



Ölüm Anı - Ölüm Acısının Şiddeti ve Ölüm Anında Karşılaşılan Durumlar
) Ölüm Anı - Ölüm Acısının Şiddeti ve Ölüm Anında Karşılaşılan Durumlar


Kulun önünde ölüm zahmetinden başka ne azap, ne üzüntü ne de korku bulunmasa bile, sadece ölüm anındaki şiddet onun gecesini gündüzüne katıp düşünmeye ve ölüm için hazırlanmaya yeterli olurdu..Üstelik ölüm de her an onunla karşı karşıyadır..

Hayret edilecek durum şudur ki; bir insan kendisinin birisi tarafından biraz sonra dövüleceğini bilse, yiyeceği dayağın düşüncesi içinde hiçbir şeyden zevk almaz olur…Ölüm meleğinin her an kendisineölüm pençelerini saplamak üzere olduğunu bildiği halde bundan dolayı herhangibir korku ve üzüntüye düşmez..Bu gaflet içindeki şuursuzluğun tek nedeni kuşkusuz cehalet ve aldanmadır..

Ölüm acısını tatmayan kimseler, onu başka acılarla kıyaslayarak yahut başkasının ölüm anında çektiklerini görerek bunu idrak etmeye çalışır..Muhakkak ki, ruhsuz olan bir aza acı duymaz.Acıyı ve sancıyı duyanda, çeken de sadece ruhtur..Can çıkması bedeni değil doğrudan doğruya ruhu ilgilendiren bir acıdır ve bu acı ruhun bütün parçalarına sirayet eder..Ruh, bedenin her tarafını kapsamıştır.Ayağa bir diken batacak olsa, acısı sadece ruhun oradaki parçasına sirayet eder..Fakat yangın gibi tüm bedeni kapsayan acılar böyle değildir…Ruh tüm bedene yayıldığından yangında kalma gibi durumlarda tüm ruh bu acıyı duymuş olur..

Ölüm acısına gelince, bu doğrudan doğruya ruhun kendisine sirayet ettiği için, acısı hiçbirşey e benzemez..Bütün sinirlerden, damarlardan, adale, mafsal ve her kılın ucundan çıkarılan ruhun duyduğu acı; kılıç yarasından,testere ile biçilmekten, makaslarla doğranmaktan daha ağırdır..
Ölüm anında kulun bunca acı karşısında feryad-ı figan etmemesinin sebebi, ölüm acısının onun her tarafını kaplamış olup kendisinde imdat isteyecek derman bırakmamasındandır..
Ölüm anında dehşetten dolayı aklı karışır, dili tutulur, azaları dermandan düşer.Bu yüzden inlemeyi, yardım dilemeyi çok istediği halde, bunu yapması imkansızdır..Eğer biraz dermanı varsa, oda canı çıkarken göğüs ve boğazında hırıltıya benzer sesler çıkarır.Rengi, asıl yaratıldığı torağın rengine dönüşür.Göz kapakları açık olduğu halde tavana dikilir..Dudaklar sarkar ve dil içeri çekilir..Acı içine ve dışına yayılır..Her tarafı mosmor kesilir.Önce ayaklar sonra diz ve baldırlar…Böylece can boğaza gelinceye kadar acılar üstüne acılar eklenir..Her azanın, her parçanın ölüşünde elem üstün elem ve acı üstüne acı vardır..Can boğaza dayandığı zaman, işte o zaman..Kul bütün dünyalıktan gözünü çeker, kimseye bakmaz olur..Artık tövbe kapısıda kapanmıştır..O anda kendisiyle sadece hasret ve pişmanlık kalır…

kaynakça: ölüm ve ötesi ( İmam Gazali )

Azrail Ve ölüm



Azrail Ve ölüm

Azrail (as) melaikelerin büyüklerindendir ve diğer melekler gibi mümin ruhlara karşı çok şefkatli kafirlere karşı ise çok şiddetlidir.

"İyilerin ruhu hamurdan kıl çekmek gibi, kötülerin ruhu ise diken ağacından tülbent çekmek gibi çekilir."

Birinci olayda ruh yara almaz. İkinci olayda ise, yara alır ve delik deşik olmuş bir hale gelir. Aldığı bu yaralar kabir hayatı boyunca da ona azap çektirirler. Ruhu çekilmekte olan bir adam duyduğu acıyı şöyle terif etmiştir: "Gökler üstüme çökmüştür. Vücudum iğne deliğinden geçiyor gibidir."

Hz. Ka'b şöyle demiştir: "Ruhun çekilmesi olayında sanki her tarafı dikenli bir çubuk hastanın ağzından içine sokulur ve dikenli dallar onun damarlarına yayılırlar. Daha sonra da kuvvetli bir adam bu çubuğu çekip çıkarır."

Ruhun çekilmesi sırasında ölüm meleği de görülür. Bu melek, ölenin itikat ve amellerine göre değişik surette gelir.

Mesela elektrik bir olduğu halde lambada ışık olarak görünür, elektrikli sobada ateş olarak görünür, buzdolabında soğuk olarak tezahür eder. Öylede Hz. Azrail (as) ruhun mahiyetine göre belirir. Tıpkı elektriğin girdiği alette değişik tezahür etmesi gibi. Eğer kişi müslüman olarak yaşamışsa Azrail (as) ona ışık gibi görünür. Yani nurani olarak görünür. Eğer kafir veya günahkar olarak yaşamışsa derecesine göre ateş gibi veya buz gibi o kişinin ruhunu alır. Yani insanın fıtratı nasıl ise Azrail (as) ona o şekilde gözükecektir.

Rivayete göre İbrahim (A.S.), ölüm meleğine; "Bana kötü insanların ruhunu aldığın surette görün." dedi. Melek: "Sen bu sureti görmeye dayanamazsın." dedi ise de İbrahim (A.S.) ısrar ederek: "Dayanırım." dedi. Azrail (A.S.) ; "Yönünü dön." buyurdu. İbrahim (A.S.) döndü ve Azrail (A.S.) 'i görünce, onu kapkara, saçı sakalı karışmış, pis pis kokar, siyah elbiseli, ağız ve burun deliklerinden ateş ve dumanlar fışkırır vaziyette gördü. Buna dayanamayarak düşüp bayıldı. Ayılınca Azrail (A.S.) 'i eski suretinde gördü ve ona: "Bir günahkara, senin suratını görmek yeter. Başka bir azap ile karşılaşmasa da senin o suratın azap bakımından onun için yeterlidir." dedi. İbrahim (A.S.) bu sefer: "Bana iyilerin ruhlarını aldığın surette görün." dedi ve meleği güzel bir surette görünce de: "İyiler için mükafat olarak seni bu surette görmeleri yeterlidir." demiştir.

İşte asilerin karşılaşacağı ve itaat edenlerin kurtuldukları zorluklar bunlardır. Allah-u Zülcelal'e itaat edenler Azrail (a.a.) 'i en güzel surette görürler. Amel defterlerinin kapatıldığı son anda, ölenin amelini yazan iki melek de ona görünürler. Ölen iyi kimse ise melekler ona: "Allah-u Zülcelal seni hayırla mükafatlandırsın. Sen bizi salih ameller yazmakla meşgul ve mutlu ettin." derler. O kötü kimse ise, melekler ona: "Allah-u Zülcelal seni şerle cezalan-dırsın. Sen bizi kötü şeyler ve günahlar yazmakla meşgul ve mutsuz ettin." derler.

Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurmuştur: "Biriniz ni'met ve azap göreceğini öğrenmedikçe ve cennet ya da cehennemdeki yerini seyretmedikçe ölmez." (İbn Ebi'd-Dünya)
selametle.

5 Eylül 2010 Pazar

Bu Gecenin Kadrini Bilin Ki, Allâh (C.C.)'da Sizin Kadrinizi Bilsin



Bu Gecenin Kadrini Bilin Ki, Allâh (C.C.)'da Sizin Kadrinizi Bilsin

“Kadir Gecesi neden bin aydan hayırlı?”, “Melekler bu gece dünyaya nasıl iner?” ve “Kadir Gecesi nasıl geçirilmeli?” Kadir Gecesi hakkında bilmek istediklerinizi 10 soru ve cevabında bulabilirsiniz.



Bu gece ismini nereden alır?
Kadir Gecesi “kadr” kelimesinden gelir. Yani o gecede bir kadirşinaslık rûh ve manası parıldamaktadır. Öyle ise o gecenin kadrini bilin ki, kadriniz bilinsin. Ayrıca Allâh (cc)’ın fevkalâdeden ihsanının verildiği şeyler de olabilir bu gecede. Tıpkı ulûfe gibi... Bu gece, bin aydan hayırlı olmasına gelince, bu kesretten kinayedir ve herkes için de söz konusu değildir, belki her geceyi kadir bilenler içindir. Sanki o, her geceyi ihyâ etmiş de, bu gecede bardağı taşıran rahmet damlayıvermiş... Derken kul, damla ile deryaya ermiş gibi...



Kadir Gecesi’nin bin aydan hayırlı olması ne demektir?
Kur’ân-ı Kerim’de bu gecenin faziletini belirten müstakil bir sûre vardır. Bu sûrede yüce Rabb’imiz şöyle buyuruyor: “Doğrusu biz Kur’ân’ı Kadir Gecesi’nde indirmişizdir. Kadir Gecesi’nin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir Gecesi bin aydan hayırlıdır. Melekler ve Cebrail o gecede Rab’lerinin izniyle her türlü iş için inerler. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir. “ (Kadir Sûresi, 97/ 1-5)



Kadir Gecesi’nin hangi günü olduğu belli midir?

Kadir Gecesi’nin hangi gece olduğu kesin olarak bilinmemekle beraber genellikle Ramazan’ın yirmi yedinci gecesi olduğu tercih edilmiştir. Hz. Peygamber (sas) bunun kesinlikle hangi gece olduğunu belirtmemiş; ancak “Siz Kadir Gecesi’ni Ramazan’ın son on günü içerisindeki tek rakamlı gecelerde arayınız.”
(Buhârî, Leyletü’l-Kadir, 3) buyurmuştur.



Kadir Gecesi’nde dünyaya melekler nasıl iner?

Kadir Gecesi, semavî tâkların kurulduğu, sultanların gelip geçtiği ve meleklerin kutladığı gecedir. Bu gecede melekler grup grup sinerler. Kadir Sûresi’nde bu iniş anlatılırken, zorluk ifade eden bir fiil sigası (kip) kullanılır: “Tenezzelü” yani o kadar çok melek, o kadar ciddi bir arzu ile iner ki, hep birlikte bir turnikeden geçiyorlarmış gibi bir sıkışıklık ve zorluk yaşanır. Ve bu iniş şafak atıncaya kadar devam eder. Ayrıca Kadir; değer, kıymet ve ölçü mânâlarına da gelir. Bu kelimenin kudretle de münasebeti vardır. Allâh, nasıl ahirette hikmetinden daha çok kudretiyle muamele eder; öyle de Kadir Gecesi’nde de hikmetten daha çok kudret hakimdir. O gecenin kadrini bilenlere İlâhî varidat dolu dolu gelir; hem de ahirette müminlere mükâfat verilmesi ölçüsünde gelir. Bunları elde etmek için, Kadr’in kıymetini bilmek, semâvî vericilerden yağan vâridâtı alabilmek için Kadir Gecesi’ni bir alıcı gibi kullanabilmek gereklidir. Bu gecede, insan melekî yanının inkişafıyla, meleklerle şu veya bu şekilde temasa da geçebilir.



Bu gece neden gizli tutulmuştur?

Allâh Teâlâ birtakım hikmetlere dayanarak Kadir Gecesi’ni ve onun dışında daha bazı şeyleri de gizli tutmuştur. Bunlar: Cuma günü içerisinde duanın kabul olacağı saat; beş vakit içerisinde salât-ı vusta; İlâhî isimler içerisinde İsm-i Azam; bütün taatler ve ibadetler içerisinde rızay-ı İlâhî; zaman içerisinde kıyamet ve hayat içerisinde ölümdür. Bunların gizli tutulmasından maksat müminlerin uyanık, dikkatli ve devamlı Allâh’a ibadet ve taat içerisinde olmalarını sağlamaktır. Müminler bu geceyi gaflet içerisinde geçirmemeli, ibadet ve taatle değerlendirmelidir. Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur:
“Kim Kadir Gecesi’ni, faziletine inanarak ve alacağı sevabı Allâh’tan bekleyerek ibadet ve taatle geçirirse geçmiş günahları bağışlanır.”
(Buhârî, Kadir, 1).



Günaha kefaret olacak namazın Kadir Gecesi ile bağlantısı nedir?

Cenab-ı Hakk dilerse her namazda günahları affedebilir. Ancak kul, günahının ızdırabını, yirmi dört saat gönlünde duymalıdır ki, bu, o günahların affına ciddi bir davetiye olsun ve o gün işlenen günahlara mukabil, yine o gün dolu dolu tevbeyle geçsin.. ve kul, bu tevbenin kabulünü o günün bütün namazlarında arasın; arasın ve bulmaya çalışsın. Her gününü böyle geçirenler için, bu şuurla namazın eda edilmesi de ayrı bir lütuf olsa gerek. İşte namazın bizzat isimlendirilerek söylenmemesinde bir de böyle bir nükte var! Nasıl ki, Ramazan içinde Kadir Gecesi, cuma içinde duâların makbul olduğu vakit gizlidir ve bununla da bütün Ramazan ayının ve bütün cuma gününün değerlendirilmesi hikmeti gözetilmiştir. Bunun gibi, günaha kefaret olacak namaz da gizli tutulmuştur ki, insan her namazında bunu arasın ve namazını bu duygularla eda etsin. Neticede de, namazlarından herhangi birinde kefaret meyvesini devşirmiş olsun.



Kadir Gecesi'sini ihya edenin ömrü uzar mı?

Cenab-ı Hak insanın yaptığı şeyleri bereketlendirip nemalandırarak o insanın hayatını uzun bir ömür yaşamışçasına bereketlendirebilir. Şayet ömrün uzaması esprisi, insanın ahiret hesabına yönelik kazancıyla değerlendiriliyorsa, bu durumda insan ahiret adına çok kazanmış demektir. Mesela bunlardan birisi Kadir Gecesi’dir ki, bin aya bedel olduğu ifade ediliyor. Eğer insan o gecede, o İlahî teveccühü yakalarsa, sanki seksen sene yaşamış gibi olur. Bu, o insanın ömrü uzasaydı ve seksen sene de yaşasaydı işte o kadar sevap kazanacaktı demektir. Sadakanın, hasenatın, sıla-i rahimin ömür uzatması da bu şekilde olabilir.



Kadir Gecesi Bedir Savaşı’yla aynı güne mi tevafuk etmiştir?

Bu hususta kesin bir şey söylemek mümkün olmasa da, Bedir Savaşı, Kadir’e tevafuk etmiş olabilir. Kadir Gecesi’nin geceler içinde ayrı bir yeri olduğu gibi; Bedir Savaşı’nın İslam tarihinde, Bedir ashabının sahabe arasında ve Bedir’e iştirak eden meleklerin de bütün melekler arasında husûsî bir yeri vardır.



Hakikati müşahede eden her veli Kur’an’ı bütünüyle görebilir mi?

Levh-i Mahfuz’da Kur’an’ın bir yeri vardır. Çünkü Kur’an Kadir Gecesi’ne kadar Levh-i Mahfuz’daydı. Ona ancak nazarı oraya ulaşanlar muttali olabiliyordu. Esasen Levh-i Mahfuz’u, hakikati müşahede edebilen ve nazarı oraya ulaşan her veli, Kur’an’ı orada bütünüyle görüp mütalaa edebilir.



Kadir Gecesi nasıl geçirilmeli?

Kadir Gecesi’ni, namaz kılarak, Kur’ân-ı Kerim okuyarak, tevbe, istiğfâr ederek ve dua yaparak değerlendirmeli. Üzerinde namaz borcu olanların nafile namazı kılmadan önce hiç değilse beş vakit kaza namazı kılmaları daha faziletlidir. Kazası yoksa nafile kılar. Süfyan-ı Sevrî: “Kadir Gecesi dua ve istiğfar etmek namazdan sevimlidir. Kur’ân okuyup sonra dua etmek daha güzeldir.” (Tecrid-i Sarih Tercemesi, VI, 313) demiştir. Hz. Aişe validemiz demiştir ki; Rasûlullah (sas)’e: “- Ey Allâh’ın Rasûlü! Kadir gecesine rastlarsam nasıl dua edeyim?” diye sordum. Rasûlullah (sas):

“- Allâhümme inneke afüvvün tühıbbü’l-afve fa’fu annî: Allâh’ım sen çok affedicisin, affı seversin, beni affet.” diye dua et, buyurdu (Tecrîd-i Sarih Tc. VI, 314).
Bu gecenin öyle bir anı vardır ki o anda yapılan ibadet ve dualar mutlaka makbul olur. Bu önemli anı yakalamak için gecenin bütününü tevbe ve istiğfar ile geçirmek gerekir. Gecenin bütününü ibadetle geçiremeyenler en azından teravihten sonra bir miktar oturup dua etmelidirler.



Yatsı namazı cemaatle kılınmalı

Allâh Resulü (sas) bu geceyle ilgili olarak bizlere şunları söyler: “Kim inanarak ve sırf Allâh rızası için Kadir Gecesi’nde kalkarsa geçmiş günahları bağışlanır.” buyurur. Demek ki, bu geceyi değerlendirmenin birinci şartı kalkmak, yani gafletle geçirmemektir. Allâh Resulü (sas) namaz kılmış, Kur’an okumuş, dua ve tefekkürde bulunmuştur. Yine Allâh Resulü (sas): “Kadir Gecesi yatsı namazında cemaatte hazır bulunan ondan nasibini almıştır.” buyurur.



Bir ayet - "O geceyi bilir misiniz?"

Biz onu (Kur’an’ı) Kadir Gecesi’nde indirdik. Kadir Gecesi’nin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir Gecesi, bin aydan daha hayırlıdır. O gecede, Rabb’lerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail), her iş için iner dururlar. O gece, esenlik doludur. Ta fecrin doğuşuna kadar.
(Kadir, 1/5)

Bir hadis - "Bir ömre bedel gece"

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e ümmetinin ömrü gösterilmiş. Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm), önceki ümmetlerin ömrüne nispetle kısa olduğu için, amelde onların uzun ömürde işlediklerine yetişemezler diye bu ömrü kısa bulmuş. Bunun üzerine Cenab-ı Hak bin aydan hayırlı olan Kadir Gecesi’ni vermiştir.

Kadir geceniz mübarek ve hayırlara vesile olsun İnşAllah...
Dualarda buluşmak ümidiyle...

4 Eylül 2010 Cumartesi

Ramazan-ı şerifin her saniyesi, büyük devlet,büyük nimettir




Ramazan-ı şerifin her saniyesi, büyük devlet, büyük nimettir

Huzur ayı, rahmet ayı, mağfiret ayı olan mübarek ramazan-ı şerif ayı geldi ve geçiyor.
Allahü teala hepimizi, ramazan-ı şerifin şefaatine nâil eylesin, bereketlerine ve faziletlerine kavuştursun, ramazan-ı şerifde afv ve mağfiret edilen ve cehennemden azad olunan kullarından eylesin inşallah.

Büyüklerimiz ramezân-ı şerif ayında dua ederlerken; "Ramezan-ı şerifin şefaatine nâil eyle, ramezan-ı şerifde afv ve mağfiret eddiğin, cehenneminden azad eddiğin kullarından eyle" diyerek dua ederlerdi. Onun için, dua ederken dahi, büyüklerimizi numune almalıyız. Sevgi bunu icabettirir. İnsan sevdiği ile beraber olacaktır. İnşallah cenab-ı Hak bize sevdiklerine kavuşmayı ve sevdikleriyle beraber olmamızı nasib etsin inşallah. İmam-ı Rabbani hazretleri mektubatta buyuruyorlar ki, eğer Allahü teala bir kuluna sevdiği bir kulunu tanıştırdıysa, Allahü teala sevdiği bir kulunu bir kuluna sevdirdiyse, ona her şeyi vermiştir. Hiç bir şeyi noksan bırakmamıştır. Büyükler buyuruyorki; “Ehl-i sünnet itikadı çok kıymetli bir cevherdir. Allahü teala bu kıymetli cevheri çöpe atmaz... Ancak kıymetli kalblere koyar.”

Bu ayda, her gece, Cehenneme girmesi gereken, binlerce müslüman afvolur, âzâd olur. Bu ayda, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar, zincirlere bağlanır. Rahmet kapıları açılır. Allahü teâlâ, bu mübârek ayda Onun şânına yakışacak, kulluk yapmağı ve Rabbimizin râzı olduğu, beğendiği yolda bulunmağı, hepimize nasip eylesin! Âmîn. Müslüman akıllı tüccar gibi olmalıdır, ne yaptığını bilerek yapmalıdır.

Büyüklerimiz buyuruyorki, Ramazan-ı şerif 30 gün bayramdır, üç gün değil. Çünki bunun her gün ve gecesinde binlerce onbinlerce müminler afv olur. Öyle bir afv ayıdır bu ay... Ne mutlu, Allahu tealaya hamd olsun ki, Ehl-i sünnet itikadı üzere bu ayı ramazan-ı şerif ayı olarak idrak etmemizi bize nasip eyledi. Ramazan-ı şerif ayının kıymetini hepimiz çok iyi anlayıp ve idrak ederiz inşallah. Allahü teala bu ümmeti afv etmek istemeseydi, ramazan ayını yaratmazdı. Ramazan-ı şerif ayını Allahü teala bu ümmeti afv etmek için yaratmıştır. Bu ay Allahü tealanın bize hususi ihsanıdır. Ramazan ayı, nimetlerin en büyüklerindendir. Afvın, mağfiretin pekçok olduğu bir aydır. Bir günü, bine bedeldir, hele içinde bir de, bin aya bedel olan kadir gecesi vardır. Bir ayın tamamı, yani ramazanın her günü bayramdır; çünki her gün binlerce, yüz binlerce müslüman afva uğruyor, cennete gidiyor. Bu öyle mübarek bir aydır ki, bütün senenin pisliğine kefarettir ve mutlaka temizleyicidir. Orucunu tutan mümin, bayram sonuna kadar tertemiz olur. Bayramdan sonra, kirli havaya bağlı olarak yine kirlenmeye başlıyor. Bu kirli hava, salihlere de bulaşıyor. Çünki hava kirlenirse, bundan herkes rahatsız olur. Şimdi manevi hava çok kirli, temiz kimse bile, sokağa çıktığı zaman, bu kirli havayı teneffüs ettiği için kalbi kararır. Havanın kirliliği, haram ve helallerin karışmasından olmuştur. Eskiden haramlar ve helaller ayrıydı. Şimdi karmakarışık oldu.

Peygamber efendimiz, (Bir hurmayla iftar ettirene de, yalnız suyla oruç açtırana da, biraz süt ikram edene de, bu sevab verilecektir. Bu ay öyle bir aydır ki; ilk günleri rahmet, ortası afv ve mağfiret, sonu da cehennemden azat olmaktır. Bu ayda dört şeyi çok yapınız! Bunun ikisini Allahü teâlâ çok sever. Bunlar, bu ayda çok kelime-i şehadet söylemek ve istiğfar etmektir. Diğer ikisini de zaten her zaman yapmamız lazımdır. Bunlar da, Allahü teâlâdan cennetini istemek ve cehenneminden ona sığınmaktır) buyurdu.

Tam İlmihal Seâdet-i Ebediyye kitabında buyuruluyorki, Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" efendimiz; Şa'bân ayının son günü hutbede buyurdu ki: (Ey Müslimânlar! Üzerinize öyle büyük bir ay gölge vermek üzeredir ki, bu aydaki bir gece [Kadr gecesi], bin aydan dahâ fâidelidir. Allahü teâlâ, bu ayda, hergün oruc tutulmasını emr etdi. Bu ayda, geceleri terâvîh nemâzı kılmak da sünnetdir. Bu ayda, Allah için ufak bir iyilik yapmak, başka aylarda, farz yapmış gibidir. Bu ayda, bir farz yapmak, başka ayda yetmiş farz yapmak gibidir. Bu ay, sabr ayıdır. Sabr edenin gideceği yer cennetdir. Bu ay, iyi geçinmek ayıdır. Bu ayda mü'minlerin rızkı artar. Bir kimse, bu ayda, bir orucluya iftâr verirse, günâhları afv olur. Hak teâlâ, onu cehennem ateşinden âzâd eder. O oruclunun sevâbı kadar, ona sevâb verilir).

Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:

“Allahü teâlâ Ramazan ayında günah işlemeyi terkeden kimsenin, onbir aylık günahını mağfiret eder.”
“Dikkatli olun! Ramazan ayındaki sevap ve günahlar katlarıyla yazılır. Ramazanda çok namaz kılınız! Çok Kur’ân-ı kerîm okuyunuz! Çünki ramazan ayında okunan kur’ân-ı kerîmin her harfi için, Cenâb-ı Hak, cennet bahçelerinden bir bahçe ihsan eder.”
“Ramazana çok hürmet etmelidir. Onun rahmeti müminleri sevindiricidir. O öyle bir aydır ki; ilk günleri rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennem ateşinden kurtulmaktır.”
“Eğer kullar, ramazan-ı şerîf ayındaki fazilet ve ihsanları bilselerdi, bütün senenin ramazan olmasını isterlerdi. Çünkü bunda çok sevap vardır.”
"Ramazan ayının gelmesine sevineni, Allahü teâlâ, kıyâmet gününün korkusundan muhâfaza eder."
"Ramazan ayının gündüz ve gecesinde kur'ân-ı kerîmden bir âyet okuyana, her harfi için bir şehit sevabı verilir."
"Ramazan-ı şerîfe hürmet eden, Allahü teâlâya hürmet etmiş olur."

İki arkadaş varmış, biri şehit düşmüş, diğeride birkaç sene sonra vefat etmiş. O, sonra vefat eden adam önce şehit düşenden daha çok derecelere kavuşmuş, daha büyük makamlar elde etmiş. Bu nasıl olur diye şaşırmışlar... meğer ki, bunun üzerinden altıbin rekat namaz ve iki tane ramazan ayı geçmiş. Yani bu hayatta kaldığı sürede ramazan ayı geçti, o adam ecir ve sevabı yönünden o şehitin kazandığı sevaptan daha çok sevap kazandı. ... Dolayısıyle Ramazan-ı şerifin her saniyesi, her dakikası, her günü büyük devlet, büyük nimettir.

Allahü tealaya emanet olunuz efendim.

Huzurpınarı ailesinin muhterem üyelerinin, Cuma gününü tebrik ederiz, müstecâb dualarınızı istirham ederiz efendim.

Ali Zeki Osmanağaoğlu

Gözlerimi kapayıp, derin düşünüyorum,
hayâlimde, rûhumda, bir Işık görüyorum.
Kalbleri pak eden, bakışlar önündeyim,
fakat bu, rü’yâ değil, bilmiyorum nerdeyim.

Sevdamız bu Işığadır, rûhların tek matlûbuna...
Yürekler dayanır mı Sizden ayrı kalmağa?

Doğrusu bu cihanda, başkaca Işık yoktur,
Olsa bile sönüktür, ziyasız ve donuktur.
Sizi bilenler bilir, bilmeyene söz yoktur.
Bu nadide sofrada, kırıntı bize çoktur.

Bu Işık kavuşturmuş , âşıkları ma’şûka...
Yürekler dayanır mı Sizden ayrı kalmağa?

Bizden sadır olanlar, sizi sena edemez,
boş laftan, yanlış sözden, daha öte gidemez.
Hakire sükut düşer, karga nağme edemez!
Sizi meth-ü senaya, diller kafi gelemez.

Sevenlerin ne yapsın, zulmet dolu dünyada...
Yürekler dayanır mı Sizden ayrı kalmağa?

Ardınızdan yetim kaldı ciğerpareleriniz,
yüreği parçalanan aşıklar sizin sevenleriniz.
Kararan gönüllere ilim meşalesiydiniz,
İlim, takva ehlinin şüphesiz reisiydiniz.

Unutulmayan nursunuz, ehl-i sünnet yoluna.
Yürekler dayanır mı Sizden ayrı kalmağa?

(Huzur Pınarı Mail Grubu)

19 Ağustos 2010 Perşembe

Gerçek Allah korkusu





Davud et-Tâî (kaddesAllahu sirruhu) bir gün bir kadının, bir kabristanın başında: “Yavrum, haşerelerin hangi yanağından yemeğe başladıklarını bir bilebilseydim!” deyip ağladığını görünce bayılıp yere düşer.

***

Bir gün Ömer b. el-Hattâb -radıyAllahu anh- Tekvîr sûresini okumaya başlar. “(Amel defterleri) açılıp yayıldığı zaman” mealindeki onuncu âyetine vardığında bayılıp yere düşer ve bir süre yerde çırpınır.

***

Mahallesindeki mescidinde imamlık yapmakta olan er-Rafi b. Haysem (rahmetullahu aleyh), Kur’an okuyan birinin Furkân sûresinin: “O (çılgın ateş), kendilerini uzak bir yerden gördüğü zaman onlar bunun o müthiş gazaplanışını ve uğultusunu duyacaklardır” mealindeki on ikinci âyetini okurken, dinleyince düşüp bayılır, kaldırılıp evine götürülür ve tam dört vakit kendine gelemez, öğle, ikindi akşam ve yatsı namazlarını kılamaz.

***

Vehb b. Münebbih -rahimehullah- aktarıyor: «Halil İbrahim Peygamber -aleyhisselâm- (normal insanlara göre hata sayılmayacak kadar küçük bir) hatasını hatırladığında bayılıyor, kalp atışları bir millik mesafeden duyuluyordu. Kendisine:

- Rahman'ın dostu olmana rağmen, nedir senin bu endişen? Denildiğinde şu çarpıcı cevabı veriyordu:

- Hatamı andığımda dostluğumu unutuyorum!

***


Fudayl b. Iyâz -rahimehullah- bir sabah namazında Yasin sûresini okumaya başlar. “(Onların yakalanması yahut azabı) bir tek sayhadan başka (bir şey) değildi. Artık hemen sönü(p gidi)verenler (oldular).” mealindeki (29.) âyetine varınca, oğlu Ali bayılır ve güneş doğuncaya değin kendisine gelemez.

Fudayl'ın oğlu Ali, bir sureyi sonuna kadar okuyamaz, kendinden geçerdi. Yine bu zat, kıyametin dehşetini sergileyen Zilzâl sûresi ile Kâria sûrelerini dinlemeğe güç yetiremezdi.

Ali babasından: “Babacığım, ölmeden önce bir kerecik olsun bir sûreyi tam dinleyebilmem, bir hatim indirebilmem için benim için Allah'a dua et” diye istirhamda bulunmuştur.

***


Hasan-i Basrî -rahimehullah- şöyle diyordu: “
Seleften biri, geceleyin Kur'ân okuduğunda, sabahleyin kendisini görenler sararıp solmasına, halsizliğine, bitkinliğine bakarak gecesini ibadetle geçirdiğini, onun yüzünden anlarlardı. Oysa bugün herhangi biri geceleyin Kur'ân'ı baştan sonuna değin okuyor ama sabahleyin kalktığında sırtına hırkasını çekip uyumuş gibi yüzünde hiç bir değişiklik görülmüyor.”

***

Meymûn b. Mihrân -rahimehullah- anlatıyor: “Bir keresinde Selmân-ı Farisî -radiyAllahü anh- birisini: “Şeksiz şüphesiz onların topuna va'd olunan yer cehennemdir.” (Hicr; 43) mealindeki âyeti dinleyince bir nara attı, elini başına koydu, şaşkın bir halde çöllere düştü, istikameti belirsiz bir vaziyette üç gün dolaşıp durdu.”

GÜLİSTAN ARAŞTIRMA SERVİSİ

15 Ağustos 2010 Pazar

Hayâdan Hayata Yayılan Güzellik...



Sevda-yı dildârdan gönül usandı / Güzelim cefadan niçin usanmaz / Demek ki üftadem odlara yandı / Hak’tan haya kılmaz kuldan utanmaz /
(Dertli)

Yalnızca iyilik getirendir o; yalnızca sevgi biriktirendir… Kat kat şimdilik; dosya dosya güzelliktir hem…
Elimizden tuttu mu bir kez yükseltir yükselttikçe kişiliğimizi de yüceltir yüceltilecek kadar…

Haya, hayatın güzelliği…

‘El-haya ve’l-edeb!” der eskiler; hayasızca bir tavır gördüklerinde, edep dışı bir söz işittiklerinde.
Haya ki bir utanma duygusudur; ar ve namus perdesinden bestelenir zaman notalarında.
Perde açıldı mı da bir kez; küser sahibine ve kaçar gider coğrafyamızdan bütün güzel nağmelerini toplayarak. Kişi ancak haya sermayesi kadar edîb olur çünki; ancak hayası ölçüsünde müeddeb sayılır.

Yakışıksız işlerden alıkoyan da, kötüleri iyi kılan da odur hep.
Hayamızı yitirdik ve silinmiş boş kağıtlara döndü şimdi hayat. Lalezarlarımızda ayrıklar bitti hayasızlıktan; medeniyet birikimlerimiz ağıt sütunlarında kırıldı, yontulmuş mermerlerimiz damar damar çatladı.
Zümrüdü ankanın kanatlarından kavruk baharlara döküldü safirler. İmkanın en dar kapısında oturup ruhumuzu şer ile şerh ettik; ve hayayı unuttuk.

Esir kentlerin mahpusları gibi puslu sokaklara serpildi fırtınalı akşamlarda hayasızlık; ve göz kapaklarımıza kan damladı süveydalarımızdan.
Her karanlıkta yağmurlar büyüttü acılarımızı ve her solukta biraz daha savaş, biraz daha şiddet, biraz daha kin, biraz daha vahşet, biraz daha.. biraz daha…
Hayamızı yitirdik ve Leyla’lar leylî renklere bağlar oldu zülüflerini. Hayalî ahlâk bezirganları bir nane çöpüyle tarttılar hayalarımızı hayal terazilerinde; haya içinde yaşarken hayal içinde öldük.

‘Hayalî” tahallus eden şairler ”Haya-lı” hayatlar sürerlerdi hani de, kirpiklerinin arasından eski zaman sevdalarını damıtırken
”Geçmiş zaman olur ki hayalı cihan değer” derlerdi…

Heyhât!..

Hayal meyal şeylermiş…
Hayalî yükler bükmede şimdi belimizi.
Hayamızı yitirdik; ve tımarsız, kaşağısız, pusatsız bıraktık küheylanlarımızı; kılıçsız, kargısız, cevşensiz koyduk süvarileri. İkonlara gizlenmiş ruhbanlara çaldırdık ruhlarımızı.
Akrep yuvalarından ecinni raksların ateşi sıçradı üzerimize. Kevn ü fesadda anılmamacasına yıktık eski ahitlerimizi, yeni ahitlerimizi. Ahdimiz haya üzerineydi, kaybettik ve ahlâkımız eskidi.
Dönüş biletini giderken yırttık ahitleşmeye de, kutsal vadilerde nalınlarımızı ayağımızda unuttuk.
Parlayan yıldızlarımızdan astroitler düştü bahtımıza.
Filmin son karesiyle birlikte elif ve lam ve he de karardı. Kelamlarımızda yorulan harfler laf kılığında yağdı dünyamıza.
Efsunlu sözlerle dolu hamayılların çörekotlarınca küçüldü ruhlarımız. Gizi çözen gecelerimiz, geceyi düğümleyen gizlerde gizlendi.
Kafesinde sindirilmiş aslanlara dönünce ahlâk, avcıların tarihinde kötü figüranlar olarak anlatıldı haya; ve aslanlar kendi tarihlerini yazamadılar hiç.

Hayamızı yitirdik; ve münzevi hayallerde eklemledik âhlarımızı birbirine, düşlere karışan hayatımızı zincir yaptık.
Huzurun ak sayfalarına derunî sağanaklardan kan revan acılar gönderdik.
Gazeller ve kasideler hep yitik sevdalarda döndü mersiyeye…
Ağladık geceler ve gündüzler boyu, ağlayacağız aylar ve yıllar yılı…
Haya… Aaah, en eski yitiğimiz…

Hayadan ötesi hayal, aslı yok bir düşünce…
Hayadan öte hayat, esası bozuk günce..

Alıntı...

SELAM VE DUA İLE...

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Hediyelerini Hazirla.




Hediyelerini Hazirla.

Bir kimse, Peygamber efendimize gelerek dedi ki:
-İzin ver yâ Resulallah, ölümümü temenni edeyim.
Peygamber efendimiz buyurdu ki:
-Ölüm öyle bir şeydir ki onun için hazırlıklı ol! Yol uzun, azık ister. Ölümü temenni edenin on hediye hazırlaması lazım.

O kimse sordu:
- Hediyeler kime yâ Resulallah?

Peygamber efendimiz buyurdu:
1- Azrail'in hediyesi
2- Kabrin hediyesi
3- Münker ve Nekir'in hediyesi
4- Mizanın hediyesi
5- Sırat köprüsünün hediyesi
6- Malik'in hediyesi
7- Rıdvan'ın hediyesi
8- Ruhun hediyesi
9- Peygamberinin hediyesi
10- Rabbinin hediyesi.

- Bu hediyeler nelerdir, ya Resulallah?

Azrâil'in hediyeleri dörttür:
1- İyi huylu olmak
2- Geçirdi in ibadetleri kaza etmek
3- Ölüme hazırlanmak, sefere çıkacak yolcu gibi
4- Kalbinde Allah aşkını taşımak.

Kabrin hediyeleri de dörttür:
1- Söz taşımayı terk
2- Elbiseye idrar sıçratmamak
3- Kur'an-ı kerimi okumak
4- Salevât-ı şerifeyi çok okumak.

Münker ve Nekir'in hediyeleri:
1- Do ru konuşmak
2- Gıybeti terk etmek
3- Hakkı kabul etmek
4- Tevazu sahibi olmak.

Mizanın hediyesi:
1- Amelini ihlâs ile yapmak
2- Başkasına eza yapmaktan sakınmak
3- Güzel ahlak sahibi olmak
4- Allah ı çok zikretmek.

Sırat Köprüsü'nün hediyesi:
1- Gadabını yutmak, kızmamak
2- Takva sahibi olmak
3- Cemaate devam etmek
4- İbadetlere ara vermeden devam etmek.

Malik'in hediyeleri:
1- Allah korkusundan a lamak
2- Gizli sadaka vermek
3- İsyanı terk etmek
4- Anne ve babaya iyilik etmek.

Cennet mele i Rıdvan'ın hediyesi:
1- Kötülüklerden kaçınmak
2- Nimetlere şükretmek
3- Malını Allah yolunda infak etmek
4- Emaneti muhafaza etmek.

Ruhun hediyesi:
1- Az yemek
2- Az konuşmak
3- Az uyumak
4- İsti fara devam etmek.

Peygamberin hediyesi:
1- Ehl-i beyti sevmek
2- Sünnete uymak
3- Peygamberin sevdiklerini sevmek
4- Sahabe-i kiramı sevmek.

Allahü zülcelalin hediyeleri:
1- Allah'ın emirlerini yapmak
2- Nehyetti i, yasak etti i şeylerden kaçınmak
3- İnsanlara nasihat etmek
4- Bütün mahlukata karşı merhametli olmak.

Bunlara hazırsan ölümü temenni edebilirsin.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Berat Kandili, kandiliniz mübarek olsun, 26 Temmuz 2010



Cenab-ı Hak buyuruyor:

'Apaçık kitaba yemin olsun ki, Biz Kur'an-ı mübarek bir gecede indirdik. Biz, gerçekten uyarıcıyız. O mübarek gecede, her hikmetli iş katımızdan bir emirle ayırt edilir...'(Duhan, 44/1-4)

Ayette geçen, 'mübarek gece'den maksat; Berat gecesidir. Kur'ânın bu gecede, Yedinci semadan dünya semasına indirildi. Kadir gecesinde ise ilk kez Peygamber Efendimize indirilmeye başlandı.

Bu gecenin, dört adı vardır. "Mübarek gece", "Berae gecesi" "Sakk gecesi", "Rahmet gecesi". Ve denildi ki bununla Kadir Gecesi arasında kırk gün vardır. Berae ve Sakk gecesi denilmesi hakkında da denilmiştir ki, haraç tamamen alındığı zaman beraetlerini (temize çıkmalarını) dile getiren bir sened yazıldığı gibi, Allah Teâlâ da bu gece mümin kullarına beraet yazar. Ve denilmiştir ki bu gecede beş özellik vardır:

Bu gecenin beş özelliği vardır:


1) Bu gecede önemli işlerin seçimi ve ayırımı yapılır.


2) Bu geceyi ibadetle geçirenlere yardımcı olması amacıyla Allah tarafından melekler gönderilir.


3) Bu gece bağışlanma ve af gecesidir.


4) Bu gecede yapılan ibadetlerin fazileti çok büyüktür.


5) Bu gecede Peygamberimize şefaat yetkisinin tamamı verilmiştir. Bu yetkinin üçte biri Şaban'ın onüçüncü günü, üçte biri Şaban'ın ondördüncü günü, geri kalan üçte biri de Şaban'ın onbeşinci günü verilmiştir.


Hazreti Âişe (ranha) bu gecenin fazileti hakkında şunları anlatıyor:


Günün birinde Hazreti Peygamber yanıma girdi. Elbisesini çıkardı. Aradan zaman geçmeden tekrar giyindi. Bunun üzerine beni şüphe, kıskançlık sardı. Ortaklarımdan birinin yanına gidecek sandım ve peşini takip ettim. Medine’nin kabristanı olan Bakîu’l-Garkad’da kendisine eriştim. Mü’minlere ve şehidlere istiğfar ve dua ediyordu. Kendi kendime: ‘Anam babam sana feda olsun! Sen Rabb’ının rızası uğrunda, ben ise dünya peşindeyim!’ diyerek döndüm. Soluk soluğa eve girdim. Arkamdan da Resülüllah (sav) girdi.

-Neden böyle hızlı nefes alıyorsun?’ dedi.

Ben,

-Anam babam uğruna feda olsun. Yanıma gelip elbisenizi çıkardıktan sonra tekrar giyindiniz, beni kıskançlık tuttu. Ortaklarımdan birinin yanına gideceğinizi zannettim. Nihayet sizi kabristana giderken gördüm,dedim.

Resul–ü Ekrem,

-Resülüllah sana haksızlık edecek diye mi korkuyorsun?’ dedi.

Ardından Cibril geldi ve şöyle dedi:

-Bu gece Şa’bân’ın on beşinci gecesidir. Cenabı Hak bu gecede Benî Kelb kabilesi koyunlarının sayısı kadar kimseyi cehennemden âzâd eder. Fakat bu gece Allah; müşriklerin, kincilerin, akrabalarıyla münasebeti kesenlerin, hayat ve ihtişamlarına mağrur olanların, ana ve babalarına isyan edenlerin, içki düşkünlerinin yüzlerine bakmaz.


Resul–ü Ekrem, elbisesini çıkardı.

-Bu gece ibadet etmeme müsaade eder misiniz? buyurdu.

-Evet, sana anam babam feda olsun, dedim.

Peygamber namaza kalktı. Secdeye kapanıp uzun müddet kaldı. Endişelendim, elimle yokladım. Elim, ayağının altına dokununca kımıldadı. Ben de sevindim. Secdede şöyle niyaz ettiğini işittim:

‘Allah’ım! azabından afvına, gazabından rızana sığınıyorum. Sen’den yine Sana iltica ediyorum. Şânın yücedir. Sana yaptığım senayı Senin kendine yaptığın senaya denk bulmuyorum. Sana lâyık bir surette hamd etmekten âcizim.’
Sabah olunca bunları Resul–ü Ekrem’e söyledim. O da,


- Yâ Âişe, bunları öğrendin mi? dedi.


-Evet yâ Resülüllah, dedim.


Resuli Ekrem;


-Bunları hem öğren hem de başkalarına öğret. Zira bunları bana Cibril öğretti ve secdede bunları okumamı ta’lîm buyurdu.’ dedi.”





Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor:


"Her kim bu gece yüz rekat namaz kılarsa yüce Allah ona yüz melek gönderir. Otuzu ona cenneti müjdeler, otuzu ona cehennem azabından teminat verir. Otuzu da ondan dünya afetlerini savarlar, On'u da ondan şeytanın tuzaklarını hilelerini savarlar."

"Yüce Allah bu gece ümmetine öyle rahmet eder ki Kelb kabilesinin koyunlarının kılları sayısınca."

"Yüce Allah bu gece bütün müslümanlara mağfiret buyurur ancak kâhin, sihirbaz, yahut çok kin güden veya içkiye düşkün olan, yahut ana-babasını inciten, veya zinaya ısrarla devam eden müstesna."

'Şaban ayının 15. gecesini ibadetle geçirin, gündüzünde de oruç tutun. Çünkü yüce Allah, bu gece dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve; 'tevbe eden yok mu! Onu affedeyim. Rızık isteyen yok mu, ona rızık vereyim, hastalığından şifa isteyen yok mu ona şifa vereyim. Yok mu şunu isteyen yok mu bunu isteyen' der. Bu durum, sabaha kadar devam eder'

'Ameller, bu ayda âlemlerin Rabb'ı yüce Allah'a arz edilir. Ben de amellerimin oruçlu iken Allah'a arzedilmesini isterim'


Berat Kandili olan bu mübarek geceyi nasıl ihya edeceğiz?
1-Yatsı ve Sabah namazlarını mutlak surette cemaatle kılmalıyız ki, geceyi sabaha kadar ibadet etmiş olalım.

2- Geceyi oruçlu olarak karşılayalım ve ertesi günü de oruç tutalım.

3- Bir günlük kaza namazı kılalım

4- Berâat gecesinde 100 rek'atlı Hayır Namazı vardır ki, kılan kimse o sene ölürse, şehitlik mertebesine nâil olur.

Hayır Namazı

Niyet

"Yâ Rabbî, niyet ettim senin rızâ-i şerîfin için namaza. Beni afv-ı ilâhîne, feyz-i ilâhîne mazhar eyle. Kasvet-i kalbden, dünya ve âhiret sıkıntılarından halâs eyleyip süedâ defterine kaydeyle, Allâhü Ekber'

Kılınışı

Her rek'atte Fâtiha-i şerîfeden sonra 10 İhlâs-ı şerîf okunur

İki rek'atte bir selâm verilerek 100 rek'atte tamamlanır

Her rek'atte 100 İhlâs-ı şerîf okumak sûretiyle 10 rek'at olarak da kılınabilir.

(Hz. Allâh'ın HÛ ism-i şerîfinin ebced hesâbına göre adedi olan) 11 şey, (TÂHÂ'nın ebced hesâbıyla adedi olan) 14 kere okunur. (TÂHÂ Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz'in ismidir.

İstiğfâr-ı şerîf: 14 kere
Salevât-ı şerîfe: 14 kere
Fâtiha-i şerîfe (besmeleyle): 14 kere
Âyetü'l-Kürsî (besmeleyle): 14 kere
Lekad câeküm...' (besmeleyle): 14 kere


14 kere 'Yâsîn' dedikten sonra 1 Yâsîn-i şerîf
İhlâs-ı şerîf (besmeleyle): 14 kere
Kul eûzu birabbil-felak...' (besmeleyle): 14 kere
Kul eûzu birabbin-nâs...' (besmeleyle): 14 kere
"Sübhânallâhi vel-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber. Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azıym."

14 kere


Salevât-ı şerîfe (Salât-ı Münciye okumak efdaldir): 14 kere
.
"Allâahümme salli alâa seyyidinâa Muhammedin ve alâa âali seyyidinâa Muhammedin salâaten tünciinâa bihâa min cemî'ıl-ehvâali ve'l âafâat. Ve takdıy lenâa bihâa cemî'alhaacâat ve tütahhirunâa bihâa min cemî'ıs-seyyi'âat ve terfeunâa bihâa ındeke a'led-derecâat ve tübelliğunâa bihâa aksa'l gaayâat. Min cemî'ıl-hayrâti fi'l-hayâati ve ba'del-memâat. İnneke alâa külli şey'in kadiyr."

Mânâsı:
Allâh'ım, Efendimiz Muhammed'e ve ehl-i beytine bizi bütün korku ve âfetlerden kurtaracağın, bütün ihtiyaçlarımızı göndereceğin, bütün günahlarımızdan temizleyeceğin, nezdindeki derecelerin en yücesine yükselteceğin, hayatta ve ölümden sonra bütün hayırların nihâyetine ulaştıracağın şekilde râhmet eyle. Muhakkak sen her şeye kaadirsin.“


Bunlardan sonra duâ yapılır.

5- Berâat Gecesi, bu gecede hiç olmazsa bir Tesbih Namazı kılınır.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

SALIHA BIR Eş ve SALIHA HANIMIN FAZILETLERI




(Selam hakka tabii olanlara.!) Selam aleykum wa Rahmatullahi wa Barakatuh
Saliha Bir Eş

Allah’ın kuluna verdiği iman nimeti gibi bir nimet yoktur. Bu aynı zamanda Allah’ın kulları üzerine bir hakkıdır. Allah’ın kullarına verdiği bir çok nimet içinde dünyanın en hayırlı nimeti de saliha bir eştir. Çünkü Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, "Dünya bir faydalanmadan ibarettir. Bunun en hayırlısı da, saliha bir eştir" buyurmuştur.(Tirmizî, Radâ’, 11; ibn Mâce, Nikâh, 50.)

Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, vedâ hutbesinde kadınların, Allah’ın emaneti oldukların belirtmiş, “Sizin en hayırlınız hanımlarına karşı en iyi davrananızdır” buyurarak, bu nezih insanın korunmasını öğüt etmiştir.

O halde, bu ikrama yakışan bir ahlak içinde bulunmalıdır:

Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, şöyle buyurmuştur:

“Bir kadın namazlarını kılar, ırzını korur ve kocasına itâat ederse; cennet kapılarının dilediğinden girer”

Ümmü Seleme’den, Rasûlullah’ın, “Kocası kendisinden razı olarak ölen kadın cennete girer” dediği rivâyet edilmiştir.

Kadını cehenneme sokan sebeplerin başında eşine karşı gelmesi ve üzerine olan iyiliklerini inkar etmesidir. İbn Abbas Radıyallahu anhümâ’dan, Buhari’nin rivâyetinde Rasûlullah şöyle buyurmuştur:

“Cehennem bana gösterildi. Oradakilerin çoğunun kadınlar olduğunu gördüm. Kocalarına nankörlük ederler. Şayet kadınlardan birisine uzun zaman iyilik etsen, sonra senden bir kötülük görse ‘senden hiçbir zaman iyilik görmedim’ der.”


Ebu Derdâ Radıyallahu anh, ise hanımına şöyle derdi: “Kızdığımı gördüğünde beni öylece kabul et. Ben de seni kızgın gördüğümde ses çıkarmam”


Evlilik, hayatı müşterek paylaşmaktır. Kadın ve erkek birlik olup Allah’ın, edâ etmekle bizleri sorumlu kıldığı “ilâyı kelimetullah” görevini üstlenmektir. Bu müşterek hayat, müslümana Rabbine karşı görevlerini yerine getirmede ayrı bir dinamiklik sağlar. Bu açıdan bakıldığında evlilik, birbirlerine örtü olan iki insanın; yine birbirlerinin zayıflıklarını gidererek daha güçlü bir yapı meydana getirmeleri şeklinde tanımlanabilir.

Öyleyse toplumda bir takım kalıplarla yozlaştırılan aile müessesesi, İslâmın tanımladığı ölçülerle yeniden yapılandırılmalıdır. Kadın, bilinçli olmak; dinini yaşamak ve çevresine bu konuda örnek olmak için gayretli olmalı, yine bu şûurda çocuklarını yetiştirmelidir. Eşi de ona yardımcı olmalı ve Rasûlullah’ı kendisine rehber edinmelidir. Yuva Kur’an ve sahih sünnet nûruyla bir mektebi andırmalıdır. Umulur ki, Allah bizleri rahmetiyle bağışlar ve bizleri salihler zümresine ilhâk eder...

SALIHA HANIMIN FAZILETLERI

Peygamberimiz ( sav ) buyuruyor:

'' Muslumânin kendisinden faydalanacagi en hayirli sey sâlih bir kardesten sonra
sâliha bir hanimdir ki ona baksa kalbi ferahlanir; ondan bir sey istese itâat eder, (kocasinin) yoklugunda da irzini ve mâlini korur.

Uc (3) fazilet, Muslumanin dunyâ saâdetin'e sebep olan seylerdendir '' : Sâliha bir hanim, genis ev ve (menziline cabuk ulastiran) emniyetli binek.

Sâliha bir hanimin guzelligi ALLAH ' tan korkmasi, zenginligi kanaat sahibi olmasi, sûsû itfetidir. Farzlardan sonraki ibadeti kocasina hizmetidir.
Onun gayreti ve gâyesi olume hazirlanmaktir.''

'' Kadin, 5 vakit namazini kilar, Ramazan orucunu tutar, namusunu korur ve kocasina itâat ederse cennete girer. ( Hadis-i Serif, Buhari, Muslim, Feyzu'l-Kadir)


ALLAH (c.c) nin nur cemalini gormek ve cennete girmek isteyen;sâliha, cesur bir hanim olmalidir Insallah.
Munin bacilar! okumakla kalmayalim; bu hadis i-serif(leri) yapip yerine getirelim; cennete giden mis kokulu (hidayet) yolda yuruyelim.Bu dunyada ve ahiret'de huzura ve mutluluga kavusalim,in§aAllah

20 Haziran 2010 Pazar

Recep Ayı Namazı



“Eşhuru hurum”dan olan bu ay, ŞEHRULLAH yani ALLAH (C.C.) (celle celalü) Teâlâ’nın ayıdır. Bu aya oruçlu girmeli ve bu ayda çok iltica etmelidir.
Recep ayının 1’inci günü oruç tutanlara 3 senelik, 2’nci günü oruç tutanlara 2 senelik, 3’ncü günü oruç tutanlara ise 1 senelik nâfile oruç sevâbı verillir. Bu, hadîs-i şerîf ile sâbittir. Üç günden sonra her gününe birer ay oruç sevâbı verilir.
Bu ay Cenâb-ı Hakk’a mahsus bir ay olduğu için yalnız Zât-ı İlâhi’yi bildiren İhlâs Sûresi’ni çok okumak lâzımdır. Bilhassa bu aya hürmet olarak, ayrıca günde 11 defa İhlâs-ı Şerif okumalı, tevhid, istiğfar ve salavât-ı şerifeyi ihmâl etmemelidir.
Bu ayda 2 kandil vardır:
1. İlk cuma gecesi “Regâib Kandili”,
2. Yirmiyedinci gecesi “Mî’rac Kandili”dir.
Bu ayin birinci gecesi bir tesbih namazı kılınır. Veya Receb-i Şerif’in ilk onu zarfında bir def’aya mahsus olmak üzere kılınan on rek’at namaz da kılınabilir.
Recep ayında her gün, başında ve sonunda 7’şer Fâtiha okumak suretiyle 100 İhlâs-ı Şerif okumak da çok sevaptır. Bu ayda, mümkün olduğu kadar Hatm-i enbiyâ yapmalı ve oruç tutmalıdır. 13, 14, ve 15’inci günlerinde oruç tutanlar, bu sünnet-i seniyyeyi yerine getirdiklerinden, nice hastalıklardan sifa bulurlar
Receb’in; 1’i ile 10’u arasında, 11’i ile 20’si arasında ve 21’i ile 30’u arasında olmak üzere sadece birer defa kılınacak 10’ar rek’at Hâcet namazı vardır. Bunların her üçünün de kılınış şekli aynıdır. Yalnızca namazların sonlarında okunacak duâlarda fark vardır. Bu namazlar, akşamdan sonra da, yatsıdan sonra da kılınabilir. Fakat, cuma ve pazartesi gecelerinde ve bilhassa teheccüd vaktinde kılınması efdaldir.
Bu namaz, mü’min ile münâfığı ayırır. Bu 30 rek’at namazı kılanlar, hidâyete ererler. Münâfıklar bu namazı kılamazlar. Bu namazı kılanın kalbi ölmez. Bu 30 rek’at namaz Resûlüllah ((Sallâllahü Aleyhi Vesellem)) Efendimiz’in berberi, Selmân-ı Pâk (Radiyallahu Anh) hazretleri tarafından rivâyet edilmiştir.
Kılınış şekli: Hâcet namazına şu niyetle başlanır: “Yâ Rabbî, beni, dünyayı teşrifleriyle nûra gark ettiğin Efendimiz hürmetine, sevgili ayın Receb-i şerif hürmetine, feyz-i ilâhine, afv-ı ilâhine, rızâ-i ilâhine nâil eyle. Âbid, zâhid kulların arasına kaydeyle. Dünya ve âhiret sıkıntılarından halâs eyle. Rızâ-i şerifin için, Allâhü Ekber.”
Her rek’atte 1 Fâtiha, 3 Kulyâ eyyühe’l-kâfirûn, 3 İhlâs-ı şerif okuyup, 2 rek’atte bir selâm verilir. Böylece 10 rek’at tamamlanır.
` İlk on gün içinde kılınan namazdan sonra, 11 defa “Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh. Lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yümît. Ve hüve hayyün lâ yemûtü biyedihi’l-hayr. Ve hüve alâ külli şey’in kadîr” okunup duâ edilir.
` İkinci on gün içinde yani Receb’in 11’i ile 20’si arasında kılınan 10 rek’atten sonra, 11 defa: “İlâhen vâhıden ehaden sameden ferden vitren hayyen kayyûmen dâimen ebedâ” okunup duâ edilir.
` Üçüncü on gün içinde, yani Receb’in 21’i ile 30’u arasında kılınan 10 rek’atten sonra da 11 kere: “Allâhümme lâ mânia limâ â’tayte, velâ mû’tiye limâ menâ’te, velâ raadde limâ kadayte, velâ mübeddile limâ hakemte, velâ yenfeu ze’l-ceddi minke’l-ceddü. Sübhâne rabbiye’l-aliyyi’l-â’le’l-vehhâb. Sübhâne rabbiye’l-aliyyi’l-â’le’l-vehhâb. Sübhâne rabbiye’l-âliyyi’l-â’le’l-kerîmi’l-vehhâb. Yâ vehhâbü yâ vehhâbü yâ vehhâb” okuyup duâ edilir. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)

14 Haziran 2010 Pazartesi

ŞEYTANLA BİR GÖRÜŞME




Şeytanla kabristanda karşılaştılar. Şeytan çok neşeliydi. Adam sordu:
"Bu ne hâl?"
"Altın devrimi yaşıyorum." diye cevap verdi şeytan.
Adam anlamazlıktan geldi: "Ne demek istiyorsun?" "Sen de pekâla biliyorsun," dedi, "Asırlarca âhirzaman dedim durdum. Şimdi artık mutluyum. O Asr-ı Saadet'te neler çektiğimi bir ben bilirim. Hangi sahabeyi görsem dizlerimin takatı kesilirdi. Hele Ömer, onu görünce saklanacak delik arar, yolumu değiştirirdim. Daha sonra da rahat yüzü gördüm sayılmaz. Sahabeler gitti, müçtehidler geldi. Her asırda bir kutup, bir müceddid, nice alim, nice veli... Bana rahat yüzü mü gösterdiler?. Geylânî gitti, Gazali geldi; Rabbanî gitti, Mevlâna geldi.. Selçuklunun çöküşüyle biraz rahat edeceğimi sandım. Ne gezer. Al sana Osmanlı Ama şimdi altın devrimi yaşıyorum. Evet altın devrimi. Şeytan, daha sonra da bir nârâ atarak "Gün benim, devran benim" diye ekledi.
"Milyonlarca, milyarlarca insanı nasıl yoldan çıkarıyorsun? Bunu hangi kuvvetle yapıyorsun?" diye sordu adam.
Şeytan bir kahkaha savurdu: "Allah'ın onlara verdiği kuvvetle!" "Nasıl olur!?"
"Anlatayım," dedi şeytan. "İnsana takılan bütün âletler, duygular, verilen bütün hisler, kuvvetler hep Allah'ın ihsânı. Ben o insana Allah'ı unutturuyorum. İçine vesvese atıyor, ne lâzımsa yapıyorum. Oyunlar tezgâhlıyor, tuzaklar kuruyorum. Sonunda bana uyarsa, Allah'ın bu ihsanlarını benim istediğim yönde kullanıyor. İşte bütün mesele bu kadar basit."
"Demek sen Allah'ı biliyorsun?" diyerek hayretini belirtti adam.
Şeytan acı acı gülerek; "Öyle lâf ediyorsun ki şaşıyorum" dedi.
"Hiç bilinmeyen bir Zât'a isyan edilir mi? Onu bilmeyen mi var? Ama kimisi Kur'an'ı dinler, emirlerine uyar. Kimisi de beni dinler, isyan yolunu tutar. Bu ayrı mesele."
Adam, şeytana silahlarını sordu. "Bunları ezberlemeye hafızan yetmez," dedi şeytan. "En çok kullandıklarım dünya sevgisi, benlik dâvâsı, şehvet, gazap, hırs, haset, riya. Herkesin nabzına göre şerbet veririm. Birine aldanmazsa, diğerini sunarım. Kendime bağlayıncaya kadar peşini bırakmam. Bunu başardım mı işim kolaylaşır. Artık ben o kişinin ardına düşmem. 0 beni takip eder."
Şeytan onu bir kabre götürerek "Bak" dedi. Adam baktı. Toprağın altı da, üstü gibi seyredilebiliyordu
Şeytan, "Şu var ya," dedi, "Bil bakalım, erkek mi, kadın mı?"
"Ne bileyim ben," diye cevap verdi adam.
Şeytan "vaktiyle" dedi, "şu kemikler bir kadının, şu ileridekine de bir delikanlının bedenleri sarılıydı. İkisini de rahatlıkla parmağımda oynatıyordum. Bu kâinatı, ondaki harika hadiseleri, insanın mükemmel yaratılışını, ölümü, hesap gününü, kısacası, her hakikatı unutturdum onlara. Şehvetten başka birşey düşünmez oldular. Bir ömür boyu hayvan gibi yaşadılar. Şimdi de azap çekiyorlar."
Mezarlıkta biraz ilerlediler. Şeytan bir başka kabri gösterdi: "Bil bakayım," dedi, bu kemikler zengin kemiği mi, fakir kemiği mi?"
"Kemiklerden birşey anlaşılmıyor" dedi adam. Ama mezar taşından bu şahsın vaktiyle zengin biri olduğu belli.
"Evet," diye cevap verdi şeytan. "Ben bu adamı servetiyle gururlandırdım. Mal sevgisi gönlünde o kadar yer etti ki, işin birini bırakıp diğerine koşuyor, rüyalarında bile parayla uğraşıyordu. Ona rahat yüzü göstermedim. Gayri meşru kazançların peşinde koşturdum. Zâlim ettim, hırsız ettim, mağrur ettim... Bunlar onu mahvetmeye yetti; şimdi ilk hesabını veriyor. Şu berideki de bir fakirdi. Onu da bunun malına haset ettirdim. Kalbine kin ve nefret tohumları serptim. Bu kadarla da kalmadım, onu ruhî bunalımlara ittim. Sonunda kaderi tenkide kadar götürdüm. O da bir başka azap içinde. İşte bir taşla iki kuş vurmak diye buna denir."
Sözün burasında hiç alâkası yokken yine, "Şu Osmanlılar yok mu," diye içini çekti, şeytan" kendileri gittiler ama, yine de bana çok çektiriyorlar. Fakat ben de intikamımı iyi aldım."
"Nasıl aldın?' diye sordu adam.
"Anlatayım," dedi. Bunu söylerken göğsünü kabartmış, ellerini koltuklarının altına sokmuş, başını gururla dikmişti:
"Asırlarca dinin, îmanın ve namusun bayraktarlığını yaptılar. Nice plânlarımı akîm bıraktılar. Nice insanları Allah'a secde ettirdiler. Fakat, şimdi ne oldu? Onların torunları benim peşimdeler. Hâyâ perdelerini sıyırıp çöpe attım. Şimdi birbirlerinin namusuna kötü gözle bakmayı hüner sayıyorlar. Bu manzara beni keyfimden çıldırtıyor. Dahası da var. Dün Osmanlının isminden dehşete kapılan Avrupalı, bugün memleketinize rahatlıkla giriyor. İstediği gibi eğleniyor ve Meyhanelerinizde, kızlarınızın taşıdığı içkileri içiyorlar.Bu konuşmaları dinlerken adamın içinde bir sıkıntı belirmiş ve şeytanın kendisini ümitsizliğe düşürmek istediğini anlamıştı. Elbette daha fazla konuşturamazdı:
"Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır." diye başladı söze. "işte şimdi bu bahara girmek üzereyiz. Sözünü ettiğin pespaye gençliğe bedel din, vatan millet için gece gündüz çalışan çırpınan, göz yaşı döken yeni bir gençlik daha yetişiyor. Hem de akıl almaz bir hızla. Bunu sen de biliyorsun. Nitekim onlarla durmadan uğraşıyorsun. Öyle değil mi?"
Şeytan adamın söylediklerini inkâr edemezdi. Ve yanından ayrılırken "evet" dedi biliyorum.
Ama yine de onlarla uğraşacağım." deyip, kaybolması bir oldu.

wwww.ravzagül.com

1 Haziran 2010 Salı

Söz, yaydan çıkan ok gibidir!




Buhârâ’da yetişen büyük velîlerden Mevlânâ Nizâmeddîn Hâmûş (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde sık sık şöyle buyururdu: “Susmak, konuşmaktan çok daha faydalıdır. Susmak ile ve hâl lisânı ile insanlara faydalı olamayan, konuşmakla hiç faydalı olamaz.”
Büyük âlim ve velîlerden olan Ubeydullah-ı Ahrâr yerinde ve zamânında konuşmanın önemini belirterek buyurdu ki: “Söz, yüce bir şeydir. Zamânında ve yerinde olursa. Söz söylemek, dilin gönülle, gönlün de Hak ile olduğu zaman makbûldür.”
Büyük velîlerden Yahyâ bin Muâz-ı Râzî buyurdu ki: “Düşünmeden konuşan pişmân olur. Konuşmadan önce düşünen selâmet bulur.”
Büyük velîlerden ve Mısır’da yetişen Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinden Zekeriyyâ Ensârî buyurdu ki: “Kelimenin yerini hakkıyla vermeden, o kelimeyi kullanmamalısınız. Zîrâ söz, yayından çıkan bir oka benzer. İnsandan yerinde olmayan bir söz çıkarsa, insan ona mahkûm, söz insana hâkim olur.”
“Ey insan! Dilini tut ve ona kement vur! Seni sokmasın. Çünkü o bir yılandır. Kabir, kendi dillerinin kurbanlarıyla doludur. Bu kurbanlar öyle kimselerdi ki, babayiğitler bile kendileriyle karşılaşmaktan çekinirlerdi.”
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Her sabah, bütün uzuvlar, yalvararak dile derler ki: Bizim hakkımızı gözetmekte, Allah’tan kork, kötü söz söyleme, bizi ateşte yakma! Bizim dine uyup uymamamız senin sebebinledir. Sen doğru olursan biz de doğru oluruz. Sen eğri olursan biz de eğri oluruz.”
Hz. Lokman’a “Bu makama nasıl yükseldin?” diye sorulunca, “Doğru konuşmak, emanete riayet etmek ve faydasız sözleri terk etmekle” diye cevap verdi.
İbni Abbas hazretleri buyurdu ki: “Üzerine elzem olmayan, sana faydası dokunmayan hususlarda konuşma, çünkü bu fuzuli bir iştir. Zararından da emin değilsin. Yeri gelmedikçe de lüzumlu olan sözü konuşma! Çok defa faydalı söz yerini bulamadığından kaybolup gider.”
Hadis-i şerifte, “Allah’ı görür gibi ibadet et, kendini ölmüş say, bunlardan daha iyisi ise dilini tutmaktır” buyuruldu.


Hikmetler
Mehmet Oruç

21 Mayıs 2010 Cuma

Kalp Kırmak




Bir dal kirilirsa tekrar tutabilir.

Bir cam kirilsa belki tekrar yapıstırmak kabildir.

yapistirilir, birbirine tutturulur da yine bir seye benzer.

Bir kuşun kanadı kirilinca uçamaz zannedilir; iyilesince uçması mümkün.

Ya kalbin kirilisi, inkisara ugrayisi, bin parça oluşu,

Fakat manevi manada öyle mi?

Bir kere kirilan kalbin parçalarını hangi maharetli el birlestirebilir?

Mevlanın nazargahi olan gönüldeki inkisar,


yüzde teessürünü gösterince o gönlü almak ne kadar müsküldür artık.

Bazen bir söz, karşıdaki insanın dünyasını yıkar, harab eder.


Bazen bir bakıs öldürür insanı. Bazen de bir yüz ifadesiyle kaynar su dökülmüs gibi olur kisi

başından asağı.

'İlim ü amel ne fayda Bir gönül yıktın ise''

dediği gibi sairin, büyük bir cürümdür gönül yikis.

Hele hele hassas insanların kirilisi bambaskadır.

Böyle kisilere karşı oldukça dikkatli hareket etmek gerekir.

En küçük kirici bir söz ve hareketten kaçınmalıdır insan.

Zira gönül yarasının merhemi yoktur.

Kirilan harab olan bir gönülden yükselen feryat da kabule karindir.

Hakkın katında. Zira ''Mazlumun ahı gökyüzüne kıvılcım şeklinde yükselir.''

buyuruyor Nebiler Nebisi.

İnsan ne kadar sert mizaçlı olursa olsun, eğer dikkat ederse

gönül yıkmadan, kalb kırmadan, bir ömür sürebilir.

Hiçbir zaman ''Tabiatini, huyum'' diyerek atamaz bu vebali üzerinden.

Zira yapılan hareketlerde Mevla'ya karsi sorumlulugunu unutmamalı insan.

Ve hesap vereceğini...

İste sert ve hasin mizaçlı, celadetli bir zat olan Ömer bin

Hattab'ın sözü: '

'Ey Kabe! Seni bin kere yıksam tekrar yapabilirim.

Fakat kirilan bir kalbi asla!..''


Ve Ahmed Yesevî hazretlerinin buyurduğu gibi:

“Kâfir bile olsa hiç kimsenin kalbini kirma! Kalb kirmak Allah ü teâlâyı incitmek

demektir.”

Rabbim(c.c.) cümlemizi kalb kırmaktan korusun inşaAllah…Amin.

2 Mayıs 2010 Pazar

Eğilerek Yükselmenin Adıdır NAMAZ




Her namaz;
Bir yenilenme hareketidir.
Bir dostluk simgesidir.
Samimiyetin bir göstergesidir.
Rabb’le irtibata geçişin en hassas ve en ciddi noktasıdır.
O’nunla yapılan ve asla aksaklık göstermeyen en uzun boylu randevudur…


Hesap günü ilk sualin namaz’dan sorulacağı malumumuzdur.
Şu halde her zaman için öncelememiz/öncelik vermemiz gereken vakıa namaz’dır.
Nasıl ki sosyal hayat kurallarından birisi de önemli işleri öne almak ve titizlikle olması gerekeni yapmaksa;
Namaz da bu kabildendir hatta daha önemlidir.


Namazımızla varız ve namazımızla anlam bulacağız.
Kalp de dahil bütün vücut azalarımızın itaate durduğu Rabbani bir tavırdır namaz.
İnsanların ’a olan İslam’a olan
Samimiyetlerini, bağlılıklarını öğrenmek ya da ölçmek istiyorsanız;
Size en sağlıklı istatikî bilgiyi namazları verecektir.
Eğer bir müslümanın namazı uzunsa ,ona güvenebilirsiniz;
Onunla dost olabilirsiniz.
Rüku ve secdede fazla duranlara dikkat edin.


Çünkü;
Onlar, Rablerinden ayrılmak istemeyenlerdir.
Onlar, ibadetin, itaatin ulvi tadına erebilenlerdir.
Onlar, Rablerini gerçek manada sevebilenlerdir.
Onlar, “elestü birabbikum”a dikkat kesilenlerdir.
Onlar, namazla dirilişin, namazla direnişin sembol şahsiyetleridir.


Hayatımızı çepeçevre kuşatan pisliklerden ve çirkinliklerden arınmamız için namazın hakkını vermemiz gerekiyor.


Eğilerek yükselmenin adıdır, namaz.
Günde beş kez, zamanı temizlemenin tadıdır, namaz.
Sözün değil, özün ispat mekanıdır, namaz.
Kulluğun en şerefli ve en değerli çizgisidir, namaz.


Namazı hakkıyla ikame edip, hayatı bu nurlu ibadetle şekillendirip,
İslam’ı yüreklerine hakim kılabilenler safında olmak temennisiyle…

www.ravzagul.com

30 Nisan 2010 Cuma

Bir gün Benide Bulur Ölüm



Olurda bir namaz sonrası bulur mu beni ölüm ?
En elzem anımda, en ihlaslı halimle....Affıma vesile olur mu kendimce nasuh saydıgım tevbelerim ,şükrünü eda edemeden kıldıgım huşusu mechul secdelerim....Unutuklarımı unutmamasına karşın kalbimdekileri en iyi bilen Rabbim kurtuluşumu bir namaz sonrası titreyen yüreğime ve günahkar dilimden dökülemeyen uzun hecelere gizler mi...?
Ve.....
Bir cuma sonrası bulur mu beni ölüm...?
En elzem anımda , en aşk dolu halimle....Tüm noksanlıklarımı gören,görmeyi beceremediklerimi bilen Rabbim Er - Rahman ismiyle muamele edip bağışlar mı cehennem misali dünya hayatımı...Sonsuz affedici ,merhamet ve kerem sahibi O!..Geri çevirir mi kapısına boynu bükük geleni...?
Ve....
Ellerim semada bulur mu beni ölüm...?
En elzem anımda en pişman halimle....Dünyayı kendine zindan bilemeyen kalbim atar mı son kez seccadem üstünde...Veda edemediğim hayallerime bir el sallayacak vakti verir mi ecelim bana ve hızına yetişememe ragmen nasıl gectiğinide anlamadıgım zman son dklarını kurban eder mi benim ölümüme...?
Ve...
Bir istanbul akşamı bulur mu beni ölüm....?
Namaza durmuşken tüm azalarım sonlanır mı sonu gelmeyen isteklerim,şikayetlerim...Yüzüm kıbleye dönük,kapanır mı gözlerim...Ahirete dair düşlerim...O'nu anlatamayan kelimelerim....Gercekleştirilmeyi bekleyen amellerim küskünken bana ve gönlüm hasretken bahara ,daha kaç kez yagmurda ıslanır,daha kaç sonbaharda sonu bekler yüreğim...?
Ve...
Medine yollarında bulur mu beni ölüm....?
En elzem anımda,en özlem dolu halimle...Huzuruna cıkmaya yokken yüzüm ve şefaatine muhtaclıgım olsada hüznüm... boş yaşanmışlıklar yakarken içimi,kavrulur mu tüm günahlarım yüreğimdeki ateşte!.Tüm yoldaşlarımla yollarımı ayıran ,hayatla bagımı koparan Rabbim yanışlarımı , gözyaşlarımı Rahmet yağmurlarına dönüştürür mü o büyük gün...?
Ve....
Hayırla sonlanan yaşamlar duragında bulur mu beni ölüm....?
Zaman atım bu durağa vardıgında arkamda bıraktıklarım ağlar mı ardımdan....Ellerim,bedenim,sahiplenmişliklerim şahidim olurken kaçamadıklarım ,sığdıramadıklarım,düşünemediklerim defterimin yönünü degiştirir mi ?Binlerce soruyla savaşırken beynim ve ''ölüm var'' demeye alışkınken dilim ,bir tebessümle sonlanır mı dünya hayatım...huzur ikliminin tadına varıp ,dolar mı sevniçle yüreğim....
Ve...
Evet...
Bir gün benide bulacak ölüm...belki en elzem anımda belki en ummadıgım anda...''inna lillahi ve inna ileyhi raciun'' benim arkamdan söylenecek bir gün...işitemediğim sela benim ölümümü duyuracak...Güneş bensiz bir sabaha doğacak,rüzgar benim olmadıgım kentte esecek,hissetmiyecek tabiat yoklugumu,bensiz gececek her gün...Ruhum fatihalar arayacak,hatırlanmak isteyecek....ölüm benide bulacak bir gün....O dem ki perdeler kalkar perdeler iner...azraile hoşgeldin diyebilmektir hüner....Ölüm güzel şey budur perde ardından haber ,güzel olmasaydı hiç ölür müydü peygamber(s.a.v.)...(N.f.k) üstadın sözleri gibi korkusuzca bekleyecekmiyim ölümü....?amellerim yetecek mi ,istedigim başlangıclara....Özlemişken...cok özlemişken ...ellerim uzanacak mı tertemiz baki hayatıma......
Beklenen gün üzerine kutsal saydıgım Çilem!
Yetişecek misin imdadıma...?
Bil işte ne umutlar bagladım ,benliğimden gecipte geldim ben sana....!

Alıntı...

WWW.ravzagul.com

23 Nisan 2010 Cuma

Cumamız mubarek olsun




O, Efendiler Efendisi, insanlığın müjdecisi

O, hem “Halîl” hem “Habîb”, hem “Sıddık” hem “Emîn”

O, sevgi tohumları atıp, kardeşlik duyguları yeşerten

toprağa yağmur, karanlığa nur, beşeriyete gurur

ve gönlümüze sürur olan Sevgililer Sevgilisi...

Gönüller muradı, aşıklar vuslatı, vesile-i şefaat ümidiyle..."

Cumanız mübarek olsun..

22 Nisan 2010 Perşembe

KUTLU DOĞUM HAFTAMIZ MÜBAREK OLSUN




GEL EY SEVGiLi...




Yaradan Rabbimin adiyla okudum.


Ey Muhammed seni okudum...


Okudum, cogaldi harflerim, irmaklarim, yildizlarim...


Tum kitaplara senin isminle yazildim.


Dogdum, Muhammede dogdum.


Asiksam, Muhammede asigim. Olursem, Muhammede olurum. Gelirsem, Muhammede gelirim.




Yusuf oldum kuyularda hep seni bekledim,


Huseyin oldum kerbelada,


Kuruyan dudaklarimla sayikladim ismini,


Gelsinde irmaklar tasiyan ellerinden,


Abi hayat akitsin icime diye bekledim.


Bekledim, kapandi yollarim,


uzattim parmaklarimi, Hallac gibi dograndi ellerim.


Hic seni soyleyemedim.


Daglandi dudaklarim. Yazdim gozyaslarimla mekkenin daglarina: Ey sevgili, sen gel diye...


Aglama duvarini bir ciban gibi sirtinda tasirken, Yorulan kollariyla tas atan Kudus'um ben.


Kaldirimlarimda atesler yukselirken, Geldin optun beni alnimdan, Serinleyip sarildim taslara yeniden.


Ey Muhammed... Ey Sevgili. Ey Badi Sabah. Ey Uzerimize dogan ay. Ey Guzelliklerin sahikasi. Ey Sefaat pinari.


Her dusmem gul ayaklarina kapanmamdir, Bogrumden yedigim her kursunla tutarim ellerinden.


Her sarkimda seni soylerim. Her tebessumum senindir. Hep seni beklerim: Sen bir gelsen diye ey Sevgili...


Sevgili... Ben Veyselim, Kenan illerinde hasretini soluyan, Hirkana burunurum karanlikta kayboldugumda, Dort taraftan vururlar bana, Vururlarda soyletemezler sensizligi, Sumeyye gibi develer ayirir bedenimi...


Hamzayim Ey Sevgili, Uhuddayim tam onundeyim, Vahsinin mizragi deler gecer yuregimi, Gelde oksa ne olur oyulmus kalbimi, Hind degil hasretin acitir onu...


Ben Grozniyim, Kesmirim, Kandaharim... Saraybosnayim, Hamayim, Buharayim... Bagdattim, Morayim, Taskentim... Dogu Timor'um, Turkistan'im, Ahiska'yim...


Halepce'yim, Kirim'im, Istanbul'um, Ben kursunlara evlat vermis anneyim.


Kursunlardan sakinan bedeniyle seni ozleyen, Tas atan bir filistinliyim.


Ben okul kapisinda beklesen ve aglayan, Karanfil dagitan kizim.


Gel op bizi alnimizdan, Gel sev bizi kanayan yaralarimizdan. Ey sevgili... Ey Muhammed...


Gittin ya gul yuzlu sevgili.


Kirildim gittiginden beri. Kirildikca yandi canim. Carmihta civilenen benim ellerim, Benim ayaklarim.


Harami sofralarda sergilenen benim basim.


Beni bir agacta kistirdilar, Kor bir testereyle bicildim.


Agladim, kurudu goz pinarlarim, Agladim, hasretine turku yaktim. Agladim, gel diye ey sevgili...


Sevgili... Omerim, Aliyim, Osmanim, Vuruldum bir niyaz vaktinde, Kanim dagildi kitabin sayfalarina.


Seni yazdim bir damla kanla, Isminin dolastigi semaya, Bir bastan bir basa: Sen gel diye Ey sevgili...


Ey sevgili... Kirildi mi disin? Dikenler acitti mi ayaklarini? Deve iskembeleri kirletti mi elbiselerini? Medine yollarinda yoruldun mu?


Taifte taslar kanatti mi gul yanagini? Kirildi mi kalbin bize? Kirgin misin sevgili?


Ne care Bekirler yok simdi, Aliler, Osmanlar, Omerler yok. Halidler gitti, Musablar gitti. Hatice yok, Zeynep yok, Fatima yok. Muminlerin annesi sofra acmaz evlerimizde.


Kedilerin babasi dolasmaz sokaklarimizda. Biz ne cok yetim olduk da, Senin gibi oksayanimiz yok artik.


Gel bir oksa ne olur. Yaralarimizdaki irinler azdi. Canimiz acidi. Bir merhamet et, bir gulumse efendim.


Bir gorun puslu sehirlerin ustunde. Bir ses ver puslu yureklerimize. Bekler dururuz her seherde, Sen gel diye ey Sevgili...



Ey Sevgili... Buralara bir hal oldu: Ne yakup inliyor simdi, Ne Misirda ruya goruluyor, Zuleyhalar yalanci, Yedi adam ne yapsin, Magaralarin kapilari da kapali.


Musa vurunca asasini, Oynamiyor yer yerinden. Yol vermiyor kizildeniz. Sakinmiyor Ibrahimi atesler, Su tasimiyor karinca.


Ethemin baliklari getirmiyor igneleri denizden. Buralara bir hal oldu: Sen yoksun, buralar duman oldu efendim.


Bir mektubun gelmedi buralara... Bir Nesaci sormaz halimizi. Bir yalniztir dustu ocagimiza. Bir karanlik coktu basimiza. Ay aydinlatmiyor, Gul kokmuyor.


Yoklugun karabasanlar gibi cokunce sinemize, Dagildi hanemiz, Dagildi yuregimiz, Dagildi birligimiz...



Sevgili affet bizi: Bir deve olamadik, Hasretinden catlayip olecek. Bir kuru agac olamadik, Yokluguna kanli gozyaslar dokecek.


Bir Bilal olamadik, Sensiz ses vermeyecek. Bir Ebu zer olamadik, Alip basini gidecek.





Ey sevgili, Ey sefaat sahibi, Affet bizi. Affet...


Simdi bir sarki duser dilimize, Bir ask iner yuregimize. Bir el tutar elimizden. Bir af fermani gelir otelerden.


Bir sen gelirsin. Bir sen gelirsin. Biz bin seviniriz: Sevgilim Muhammed diye... Sevgilim Muhammed diye... Meleklerle yaris ederiz...



Gel sevgili!



Sevgili affet bizi: Bir deve olamadik, Hasretinden catlayip olecek. Bir kuru agac olamadik, Yokluguna kanli gozyaslar dokecek.


Bir Bilal olamadik, Sensiz ses vermeyecek. Bir Ebu zer olamadik, Alip basini gidecek.
y sevgili, Ey sefaat sahibi, Affet bizi. Affet...

21 Nisan 2010 Çarşamba

KUTLU DOĞUM HAFTAMIZ MÜBAREK OLSUN





Sensizliğidir bu hüzün,
Sensizliğedir bu ağlamalar.
Nerdesin Efendim Nerdesin.çatlamış,
çoraklaşmış yüreklerimize su serp,yeşert Efendim..
Ümmetin sana muhtaç,Ümmetin Sana hasret,Ümmetin yolınu gözler,gel Efendim. Allahumme salli ala seyyidina muhammedin ve ala ali ve nebiyyina muhammed



Nisan, bir başkadır gözümde.
Nisan seni hatırlattığından olsa gerek farklılaştı özümde.
Seni anar oldu yürekler, seni anlar oldu gönüller…
Gayretle donandı anmalar, anlamalar…
Baharı, yeşili, tabiatı anarken nisanlarda gönlüm seni anmada.
Ben dirilişi düşlerim, ben bilinci düşlerim gönüllerde…
Senle gelen dirilişi, senle gelen muştuyu…
Yağmur yağmur sevinç gözyaşlarıyla avunurken ben, hasretinden inci döker gözlerim.
Sen, nisansın; Sen nisan yağmurusun özüme hayat veren.
Nisanı neden bir başka severim diye düşünürken Sen, rengini nisana veren…
Sebep Sen, Sen sebepsin bilirim.
Ve nisanı Sen doğduğun için severim.
Diriliş doğduğu için.
Bilinç arttığı için.
Baharıma dört mevsim düştü de gafil miyim bilmedim: Sen, diriliş, bilinç ve bahar…
Anladım ki iklimin atlas bir iklim…
İklimin rahmetin dört atlısı ki, rahmet deryası…
Nisan… Yürek iklimine sünnet eken ay…
Nisan… Gönüller dirilten, başlangıçları güzelleştiren ay…
Nisan yani Seni anlatan, Seni anan, Seni tanıtan, Seni yücelten, Seni gönüllere yandıran, Senle yattığımız Senle kalktığımız ay…
Seni hatırlatan, seni gözleyenlere neşe veren, sevginin ve muhabbetinin ayyuka çıktığı ay…
Bir milat, bir miad ayı…
Sen ey nisan!
11 ayı güllerle örten güller ayı…
Kokusu sana sindiğindendir o elçinin; bir güzel olmuşsun gözlerde/gözümde…
Gülle arkadaşlık edenin gül kokması şaşılacak şey midir?
Ve güller içinde en güzelini/gül-i Muhammediyi dünyaya getiren, sahiplenen…
Bir gül ki Sultan-ı Gülistandır, bir gül ki inciler içinde Dürr-i Yektadır…
Düşlere hasret hasret palazlanan, gözlere inci inci süs veren, mazlumların sevinci, özlemlerin nehir nehir coşkuya dönüştüğü bir zaman diliminin ‘gel artık, yetimliğimize bir nazar ey efendim’ dediği bir haberci… bir elçi…
Nuruyla tarihe iz bırakan, izini sürdürmemiz için sünnetini gönüllere emanet eden, en Emin!..
Rahmeti, şefkati, merhameti buhranımıza burhan, asrımıza derman olan…
Hayatı, varlığıyla ihya eden; mana katan, anlamlı yapan ve muhabbet odaklı bir girdaba, imanla bizi sokan…
Nursun, rahmetsin, habibullahsın ey gönüller tacı, Sultanlar Sultanı Efendim…
Sen, yani Nisan, yani rahmet yağmuru, özüme hayat veren.
Nisanı, neden severim diye hep düşünürdüm.
Meğer nisanı değil Seni sevmişim; Sana vurulmuş; Sana hasret, Sana özlem beslemişim efendim…
Öyleyse…
Aşkla, yüreğimin ta derinliğinden tüm varlığımla, canımla, ruhumla bisikletli Diyarbakırlı genç misali bağırıyorum. Nisandan tüm aylara, Sana inananlara…
Haydi “Çeek bir salavat!..”


Mehmet Ali Gönül
http://ravzagul.com