30 Nisan 2010 Cuma

Bir gün Benide Bulur Ölüm



Olurda bir namaz sonrası bulur mu beni ölüm ?
En elzem anımda, en ihlaslı halimle....Affıma vesile olur mu kendimce nasuh saydıgım tevbelerim ,şükrünü eda edemeden kıldıgım huşusu mechul secdelerim....Unutuklarımı unutmamasına karşın kalbimdekileri en iyi bilen Rabbim kurtuluşumu bir namaz sonrası titreyen yüreğime ve günahkar dilimden dökülemeyen uzun hecelere gizler mi...?
Ve.....
Bir cuma sonrası bulur mu beni ölüm...?
En elzem anımda , en aşk dolu halimle....Tüm noksanlıklarımı gören,görmeyi beceremediklerimi bilen Rabbim Er - Rahman ismiyle muamele edip bağışlar mı cehennem misali dünya hayatımı...Sonsuz affedici ,merhamet ve kerem sahibi O!..Geri çevirir mi kapısına boynu bükük geleni...?
Ve....
Ellerim semada bulur mu beni ölüm...?
En elzem anımda en pişman halimle....Dünyayı kendine zindan bilemeyen kalbim atar mı son kez seccadem üstünde...Veda edemediğim hayallerime bir el sallayacak vakti verir mi ecelim bana ve hızına yetişememe ragmen nasıl gectiğinide anlamadıgım zman son dklarını kurban eder mi benim ölümüme...?
Ve...
Bir istanbul akşamı bulur mu beni ölüm....?
Namaza durmuşken tüm azalarım sonlanır mı sonu gelmeyen isteklerim,şikayetlerim...Yüzüm kıbleye dönük,kapanır mı gözlerim...Ahirete dair düşlerim...O'nu anlatamayan kelimelerim....Gercekleştirilmeyi bekleyen amellerim küskünken bana ve gönlüm hasretken bahara ,daha kaç kez yagmurda ıslanır,daha kaç sonbaharda sonu bekler yüreğim...?
Ve...
Medine yollarında bulur mu beni ölüm....?
En elzem anımda,en özlem dolu halimle...Huzuruna cıkmaya yokken yüzüm ve şefaatine muhtaclıgım olsada hüznüm... boş yaşanmışlıklar yakarken içimi,kavrulur mu tüm günahlarım yüreğimdeki ateşte!.Tüm yoldaşlarımla yollarımı ayıran ,hayatla bagımı koparan Rabbim yanışlarımı , gözyaşlarımı Rahmet yağmurlarına dönüştürür mü o büyük gün...?
Ve....
Hayırla sonlanan yaşamlar duragında bulur mu beni ölüm....?
Zaman atım bu durağa vardıgında arkamda bıraktıklarım ağlar mı ardımdan....Ellerim,bedenim,sahiplenmişliklerim şahidim olurken kaçamadıklarım ,sığdıramadıklarım,düşünemediklerim defterimin yönünü degiştirir mi ?Binlerce soruyla savaşırken beynim ve ''ölüm var'' demeye alışkınken dilim ,bir tebessümle sonlanır mı dünya hayatım...huzur ikliminin tadına varıp ,dolar mı sevniçle yüreğim....
Ve...
Evet...
Bir gün benide bulacak ölüm...belki en elzem anımda belki en ummadıgım anda...''inna lillahi ve inna ileyhi raciun'' benim arkamdan söylenecek bir gün...işitemediğim sela benim ölümümü duyuracak...Güneş bensiz bir sabaha doğacak,rüzgar benim olmadıgım kentte esecek,hissetmiyecek tabiat yoklugumu,bensiz gececek her gün...Ruhum fatihalar arayacak,hatırlanmak isteyecek....ölüm benide bulacak bir gün....O dem ki perdeler kalkar perdeler iner...azraile hoşgeldin diyebilmektir hüner....Ölüm güzel şey budur perde ardından haber ,güzel olmasaydı hiç ölür müydü peygamber(s.a.v.)...(N.f.k) üstadın sözleri gibi korkusuzca bekleyecekmiyim ölümü....?amellerim yetecek mi ,istedigim başlangıclara....Özlemişken...cok özlemişken ...ellerim uzanacak mı tertemiz baki hayatıma......
Beklenen gün üzerine kutsal saydıgım Çilem!
Yetişecek misin imdadıma...?
Bil işte ne umutlar bagladım ,benliğimden gecipte geldim ben sana....!

Alıntı...

WWW.ravzagul.com

23 Nisan 2010 Cuma

Cumamız mubarek olsun




O, Efendiler Efendisi, insanlığın müjdecisi

O, hem “Halîl” hem “Habîb”, hem “Sıddık” hem “Emîn”

O, sevgi tohumları atıp, kardeşlik duyguları yeşerten

toprağa yağmur, karanlığa nur, beşeriyete gurur

ve gönlümüze sürur olan Sevgililer Sevgilisi...

Gönüller muradı, aşıklar vuslatı, vesile-i şefaat ümidiyle..."

Cumanız mübarek olsun..

22 Nisan 2010 Perşembe

KUTLU DOĞUM HAFTAMIZ MÜBAREK OLSUN




GEL EY SEVGiLi...




Yaradan Rabbimin adiyla okudum.


Ey Muhammed seni okudum...


Okudum, cogaldi harflerim, irmaklarim, yildizlarim...


Tum kitaplara senin isminle yazildim.


Dogdum, Muhammede dogdum.


Asiksam, Muhammede asigim. Olursem, Muhammede olurum. Gelirsem, Muhammede gelirim.




Yusuf oldum kuyularda hep seni bekledim,


Huseyin oldum kerbelada,


Kuruyan dudaklarimla sayikladim ismini,


Gelsinde irmaklar tasiyan ellerinden,


Abi hayat akitsin icime diye bekledim.


Bekledim, kapandi yollarim,


uzattim parmaklarimi, Hallac gibi dograndi ellerim.


Hic seni soyleyemedim.


Daglandi dudaklarim. Yazdim gozyaslarimla mekkenin daglarina: Ey sevgili, sen gel diye...


Aglama duvarini bir ciban gibi sirtinda tasirken, Yorulan kollariyla tas atan Kudus'um ben.


Kaldirimlarimda atesler yukselirken, Geldin optun beni alnimdan, Serinleyip sarildim taslara yeniden.


Ey Muhammed... Ey Sevgili. Ey Badi Sabah. Ey Uzerimize dogan ay. Ey Guzelliklerin sahikasi. Ey Sefaat pinari.


Her dusmem gul ayaklarina kapanmamdir, Bogrumden yedigim her kursunla tutarim ellerinden.


Her sarkimda seni soylerim. Her tebessumum senindir. Hep seni beklerim: Sen bir gelsen diye ey Sevgili...


Sevgili... Ben Veyselim, Kenan illerinde hasretini soluyan, Hirkana burunurum karanlikta kayboldugumda, Dort taraftan vururlar bana, Vururlarda soyletemezler sensizligi, Sumeyye gibi develer ayirir bedenimi...


Hamzayim Ey Sevgili, Uhuddayim tam onundeyim, Vahsinin mizragi deler gecer yuregimi, Gelde oksa ne olur oyulmus kalbimi, Hind degil hasretin acitir onu...


Ben Grozniyim, Kesmirim, Kandaharim... Saraybosnayim, Hamayim, Buharayim... Bagdattim, Morayim, Taskentim... Dogu Timor'um, Turkistan'im, Ahiska'yim...


Halepce'yim, Kirim'im, Istanbul'um, Ben kursunlara evlat vermis anneyim.


Kursunlardan sakinan bedeniyle seni ozleyen, Tas atan bir filistinliyim.


Ben okul kapisinda beklesen ve aglayan, Karanfil dagitan kizim.


Gel op bizi alnimizdan, Gel sev bizi kanayan yaralarimizdan. Ey sevgili... Ey Muhammed...


Gittin ya gul yuzlu sevgili.


Kirildim gittiginden beri. Kirildikca yandi canim. Carmihta civilenen benim ellerim, Benim ayaklarim.


Harami sofralarda sergilenen benim basim.


Beni bir agacta kistirdilar, Kor bir testereyle bicildim.


Agladim, kurudu goz pinarlarim, Agladim, hasretine turku yaktim. Agladim, gel diye ey sevgili...


Sevgili... Omerim, Aliyim, Osmanim, Vuruldum bir niyaz vaktinde, Kanim dagildi kitabin sayfalarina.


Seni yazdim bir damla kanla, Isminin dolastigi semaya, Bir bastan bir basa: Sen gel diye Ey sevgili...


Ey sevgili... Kirildi mi disin? Dikenler acitti mi ayaklarini? Deve iskembeleri kirletti mi elbiselerini? Medine yollarinda yoruldun mu?


Taifte taslar kanatti mi gul yanagini? Kirildi mi kalbin bize? Kirgin misin sevgili?


Ne care Bekirler yok simdi, Aliler, Osmanlar, Omerler yok. Halidler gitti, Musablar gitti. Hatice yok, Zeynep yok, Fatima yok. Muminlerin annesi sofra acmaz evlerimizde.


Kedilerin babasi dolasmaz sokaklarimizda. Biz ne cok yetim olduk da, Senin gibi oksayanimiz yok artik.


Gel bir oksa ne olur. Yaralarimizdaki irinler azdi. Canimiz acidi. Bir merhamet et, bir gulumse efendim.


Bir gorun puslu sehirlerin ustunde. Bir ses ver puslu yureklerimize. Bekler dururuz her seherde, Sen gel diye ey Sevgili...



Ey Sevgili... Buralara bir hal oldu: Ne yakup inliyor simdi, Ne Misirda ruya goruluyor, Zuleyhalar yalanci, Yedi adam ne yapsin, Magaralarin kapilari da kapali.


Musa vurunca asasini, Oynamiyor yer yerinden. Yol vermiyor kizildeniz. Sakinmiyor Ibrahimi atesler, Su tasimiyor karinca.


Ethemin baliklari getirmiyor igneleri denizden. Buralara bir hal oldu: Sen yoksun, buralar duman oldu efendim.


Bir mektubun gelmedi buralara... Bir Nesaci sormaz halimizi. Bir yalniztir dustu ocagimiza. Bir karanlik coktu basimiza. Ay aydinlatmiyor, Gul kokmuyor.


Yoklugun karabasanlar gibi cokunce sinemize, Dagildi hanemiz, Dagildi yuregimiz, Dagildi birligimiz...



Sevgili affet bizi: Bir deve olamadik, Hasretinden catlayip olecek. Bir kuru agac olamadik, Yokluguna kanli gozyaslar dokecek.


Bir Bilal olamadik, Sensiz ses vermeyecek. Bir Ebu zer olamadik, Alip basini gidecek.





Ey sevgili, Ey sefaat sahibi, Affet bizi. Affet...


Simdi bir sarki duser dilimize, Bir ask iner yuregimize. Bir el tutar elimizden. Bir af fermani gelir otelerden.


Bir sen gelirsin. Bir sen gelirsin. Biz bin seviniriz: Sevgilim Muhammed diye... Sevgilim Muhammed diye... Meleklerle yaris ederiz...



Gel sevgili!



Sevgili affet bizi: Bir deve olamadik, Hasretinden catlayip olecek. Bir kuru agac olamadik, Yokluguna kanli gozyaslar dokecek.


Bir Bilal olamadik, Sensiz ses vermeyecek. Bir Ebu zer olamadik, Alip basini gidecek.
y sevgili, Ey sefaat sahibi, Affet bizi. Affet...

21 Nisan 2010 Çarşamba

KUTLU DOĞUM HAFTAMIZ MÜBAREK OLSUN





Sensizliğidir bu hüzün,
Sensizliğedir bu ağlamalar.
Nerdesin Efendim Nerdesin.çatlamış,
çoraklaşmış yüreklerimize su serp,yeşert Efendim..
Ümmetin sana muhtaç,Ümmetin Sana hasret,Ümmetin yolınu gözler,gel Efendim. Allahumme salli ala seyyidina muhammedin ve ala ali ve nebiyyina muhammed



Nisan, bir başkadır gözümde.
Nisan seni hatırlattığından olsa gerek farklılaştı özümde.
Seni anar oldu yürekler, seni anlar oldu gönüller…
Gayretle donandı anmalar, anlamalar…
Baharı, yeşili, tabiatı anarken nisanlarda gönlüm seni anmada.
Ben dirilişi düşlerim, ben bilinci düşlerim gönüllerde…
Senle gelen dirilişi, senle gelen muştuyu…
Yağmur yağmur sevinç gözyaşlarıyla avunurken ben, hasretinden inci döker gözlerim.
Sen, nisansın; Sen nisan yağmurusun özüme hayat veren.
Nisanı neden bir başka severim diye düşünürken Sen, rengini nisana veren…
Sebep Sen, Sen sebepsin bilirim.
Ve nisanı Sen doğduğun için severim.
Diriliş doğduğu için.
Bilinç arttığı için.
Baharıma dört mevsim düştü de gafil miyim bilmedim: Sen, diriliş, bilinç ve bahar…
Anladım ki iklimin atlas bir iklim…
İklimin rahmetin dört atlısı ki, rahmet deryası…
Nisan… Yürek iklimine sünnet eken ay…
Nisan… Gönüller dirilten, başlangıçları güzelleştiren ay…
Nisan yani Seni anlatan, Seni anan, Seni tanıtan, Seni yücelten, Seni gönüllere yandıran, Senle yattığımız Senle kalktığımız ay…
Seni hatırlatan, seni gözleyenlere neşe veren, sevginin ve muhabbetinin ayyuka çıktığı ay…
Bir milat, bir miad ayı…
Sen ey nisan!
11 ayı güllerle örten güller ayı…
Kokusu sana sindiğindendir o elçinin; bir güzel olmuşsun gözlerde/gözümde…
Gülle arkadaşlık edenin gül kokması şaşılacak şey midir?
Ve güller içinde en güzelini/gül-i Muhammediyi dünyaya getiren, sahiplenen…
Bir gül ki Sultan-ı Gülistandır, bir gül ki inciler içinde Dürr-i Yektadır…
Düşlere hasret hasret palazlanan, gözlere inci inci süs veren, mazlumların sevinci, özlemlerin nehir nehir coşkuya dönüştüğü bir zaman diliminin ‘gel artık, yetimliğimize bir nazar ey efendim’ dediği bir haberci… bir elçi…
Nuruyla tarihe iz bırakan, izini sürdürmemiz için sünnetini gönüllere emanet eden, en Emin!..
Rahmeti, şefkati, merhameti buhranımıza burhan, asrımıza derman olan…
Hayatı, varlığıyla ihya eden; mana katan, anlamlı yapan ve muhabbet odaklı bir girdaba, imanla bizi sokan…
Nursun, rahmetsin, habibullahsın ey gönüller tacı, Sultanlar Sultanı Efendim…
Sen, yani Nisan, yani rahmet yağmuru, özüme hayat veren.
Nisanı, neden severim diye hep düşünürdüm.
Meğer nisanı değil Seni sevmişim; Sana vurulmuş; Sana hasret, Sana özlem beslemişim efendim…
Öyleyse…
Aşkla, yüreğimin ta derinliğinden tüm varlığımla, canımla, ruhumla bisikletli Diyarbakırlı genç misali bağırıyorum. Nisandan tüm aylara, Sana inananlara…
Haydi “Çeek bir salavat!..”


Mehmet Ali Gönül
http://ravzagul.com

16 Nisan 2010 Cuma

Mesnevi’den: Dua hâli



Dua edenin ‘Rabb’im’ demesi ’ın ‘Buyur ey kulum’ demesinin ta

kendisidir... Birisi her gece kalkıp ’ı anıyor O’na dua ediyordu...

Şeytan ona dedi: Ey ’ı çok anan kişi! Bütün gece deyip

çağırmana karşılık seni buyur eden var mı? Sana bir tek cevap bile

gelmiyor daha ne zamana kadar dua edeceksin? Adamın gönlü kırıldı

başını yere koydu ve uyudu. Rüyasında ona şöyle dendi: Kendine gel

uyan! Niye duayı zikri bıraktın? Neden usandın? Adam: Buyur diye bir

cevap gelmiyor ki kapıdan kovulmaktan korkuyorum dedi. Bunun

üzerine dendi ki ona: Senin demen O’nun buyur demesi

sayesindedir... Senin yalvarışın ’ın senin ruhuna haber

uçurmasındandır... Senin çabaların çareler araman ’ın seni

kendine yaklaştırması ayaklarındaki bağları çözmesindendir... Senin

korkun sevgin ümidin ’ın lütfunun kemendidir... Senin her Ya


Rabbî demenin altında ’ın buyur demesi vardır... Gafilin cahilin

canı bu duadan uzaktır... Çünkü Ya Rabbî demeye izin yok ona...

Ağzında da kilit var dilinde de... Zarara uğradığı zaman ağlayıp

sızlamasın diye ona dert ağrı sızı gam keder vermedi...

Bununla anla ki ’a dua etmeni O’nu çağırmanı sağlayan dert

dünya saltanatından daha iyidir... Dertsiz dua soğuktur. Dertliyken

yapılan dua gönülden kopar...

http://www.tevbe.org/forum/mesnevi-serhi/584-mesneviden-dua-hali.

15 Nisan 2010 Perşembe

Kur'an okuyan gencin hikayesi




Bir genç hafızlığını tamamlarken her gün sabaha kadar Kur'an'ı hatmeder.Bundan dolayı da sabah derslerine yorgun ve bitkin olarak çıkar.Durumu öğrenen hocası Kur'an'ı bu şekilde okumasını arzu etmediği için bir gün onu karşısına alır ve:

-'' Evladım! Biliyorsun Kur'an ,indiği gibi okunmalıdır.Bu gece sen Kur'an'ı , karşında ben varmışım gibi oku''der.

Genç gider ve Kuran'ı hocasına okuyormuş gibi okur.Sabah huzuruna geldiğinde ''Efendim ,bu gece Kur'an'ı ancak yarısına kadar okuyabildim.'' der.
Bunun üzerine hocası:

-''Pekela bu gecede Efendimiz'e okuyor gibi oku.'' der.Talebe şaşkınlık ve heyecan içinde Nebiler Serveri'nin huzurunda olduğu düşüncesiyle o gece dikkatli okur.Ertesi gün de üstadına Kur'an'ın ancak dörtte birini okuyabildiğini söyler.Üstadı talebesindeki manevi yükselişi görünce:

-'' Bugünde o emin melek Cebrail 'in Efendimize (sav)tebliğ ettiği anda dinliyor gibi oku ''der.Talebesi ertesi gün hocasına gelip:

-vallahi hocam bugün ancak bir süre okuyabildim.''der.
Üstadı son adımı atar:

_''Şimdi de onu binlerce hicabın verasında bulunan Yüce RABBİMİZ'İN huzurunda okuyor gibi oku.Düşün ki O seni dinliyor ve Kur'an'ı senle mukabele ediyor.''

Talebe ertesi gün gözyaşları içinde üstadına gelir ve şöyle der:


-Üstadım !Fatihadan başladım ilk ayetleri okudum! ama ''iyyake nagbudu ''demeye bir türlü dilim varmadı.Çünkü 'SADECE SANA KULLUK YAPARIM !diyemedim


Allah c.c bizleri Kur'an okuyan mü'minlerden eylesin inşaAllah...AMİN...

14 Nisan 2010 Çarşamba

Selam Sana

Sen doğmadan da vardı dünya… Fakat hayat var mıydı bu kara topraklar üzerinde? Varsa da buna hayat demek mümkün müydü? Çünkü sensiz bir dünyanın tadı olamaz. Sen ki bu dünyanın en tatlı meyvesiydin. Senden evvel ağaç vardı ama sana emsal meyve yoktu. Yemiş oldun kuruyan hayat ağacımıza. Yeşerttin dallarımızı.
Senle beraber hayat buldu hayat….Gökkubbe denen bu kocaman viraneye ışık oldun, nur oldun. Neler değişti senle beraber, ah neler değişti. Çöller vahaya dönüştü senin nurunla. Bir fazilet güneşiydin, karanlık dünyamızı aydınlatan. Çöllere düşen âb-ı hayat hükmünde bir damlaydın. Rebiulevvel ayı seninle hayat buldu, şereflendi.

Hz. İsa geleceğini çoktan müjdelemişti bize. Fakat taşlaşan yüreklerimiz ve sağırlaşan kulaklarımız bu müjdeyi idrak edememişti. Bütün günler kıskandı o mübarek Pazartesi gecesini. Çünkü dünya durdukça zaman böyle bir şerefe nail olamayacak. Nice alâmetler belirdi gelişini müjdeleyen. Sıradan bir doğum değildi senin kâinatı şereflendirmen. Bu ilk ve sondu görüp göreceğimiz.
Esselâtü Vesselâmü Aleyke ya Resûlullah! Esselâtü Vesselâmü Aleyke ya HabibAllah!
Bütün salât ve selâmlar senin üzerine olsun ey Allah’ın Resulü!… “Liva-ül hamd” sancağın altında biz günahkâr kullarına da yer ayır… Orada kendime yer bulamazsam hangi kapıya sığınırım? Senin şefkat ve merhametin olmasa biz bir hiçiz. Bizi senden ayıracak yollardan uzak eyle. Sünnetine sarılan ve kurtuluşa eren bahtiyar insanlar zümresinden olmamız için şefaatini bolca serp üzerimize.
Kalabalıklar içinde yalnızız ey Resul… Senden uzak olan ruhlar çamura saplanmış merkep gibidir. Bizi bataklıklardan beri eyle ey Habib! Sensizlik kor bir alev olup yakıyor günahla kararan yüreklerimizi. Âlemlere rahmet olduğun gibi bize de rahmet ışığını gönder.
Çağın ebabil kuşları taş olup başımıza yağmadan istikamete yönelmemize yardımcı ol. Gözümüz var görmüyor, kulağımız var duymuyor, aklımız var fikretmiyor. Bütün bu varlar içinde elim bir yokluğun girdabına tutulmuşuz. Bize varlık içinde yokluk çektirme.
Yüreklerimiz kupkuru çöllere döndü. Yağmur ol, yağ kalbimizin orta yerine. Yağ ki rahmetten nasibini alsın hücrelerimiz. Senin her bir damlan can suyudur bedenimize. Gerçi sana lâyık ümmet olamadık. Bunun sancısıdır içimizi titreden. Yüzümüz yok kapını çalmaya. Lâkin başka çalacak kapımız da yok. Mübarek kapının yüzümüze sürmeleneceğinden çok korkuyoruz. Ümitvar olmaktan başka seçeneğimiz de yok.
İslâm’ın gemisinin karaya oturacağından korkanlar var. Bizler bundan endişe duymuyoruz. Çünkü her ne kadar aramızda olmasan da bu geminin manevî kaptanı sensin. Bu gemi ilelebet batmayacak. Fakat bizler bu gemide tayfa olabilecek miyiz? Ya bu gemiye dâhil olan şanslı kullardan olamazsak hâlimiz nice olur diye çok korkuyoruz.
Senin yolundan dönmeye zorlanan ve her fırsatta “La ilahe illAllah Muhammedün Rasulullah” diyen Sümeyye’nin tırnağı kadar olamadık ey Resul!… Kızgın kumlarda süründürülen ve böğrüne hançer saplanan Sümeyye kadar yürekli olamadık. O sana komşu oldu, biz kapına tokmak olamadık? Rahatlığı tercih ettik, çileye talip olamadık. Onun için de arınamadık. Arınmadan kapına gelmekten hicap duyuyoruz.
Ümeyye’nin kölesi Bilâl-i Habeşi manevî âlemlere sultan oldu. Bizler hürdük, ama Bilâl-i Habeşiler’e köle bile olamadık. Kızgın kumlar kuş tüyü yatak oldu ona. Bizler kuş tüyü yataklarda Hakk’ı bulamadık.
Ey kâinatın nuru, gönüllerin süruru!… Yaz uğramıyor gönül bahçemize. Mevsimler kıştan ibaret… Baharlar mazide kaldı. Bu ağır kışları kaldırmaya ne gücümüz ne de tahammülümüz var. Gökteki ay, ışığını; güneş ise sıcaklığını esirger oldu. Merhamet olukları kurumaya yüz tuttu. Asr-ı Saadet’te yaşayanlara ne kadar da imreniyorum. Onlar ki dünya gözüyle gördü o mübarek bedenini. Gözlerimiz tenine, burnumuz kokuna hasret.
Senin yaşadığın asırda zaman da bir başka bereketliydi. Artık zamanın da bereketi yok. Günler peşi sıra gidiyor da biz yerimizde sayıyoruz. Besmeleyle başlamayan her iş bereketten mahrumdur, derler. Fakat dillerimiz o kadar bozuldu ki besmeleyi bile söylemekten aciz hâldeyiz. Onun bereketinden de nasipsiziz. Hayatımız yiyip, içmek ve uyumaktan ibaret oldu. Gözümüzü dünya hırsı bürümüş. Hayatta hayat kalmamış. Çırpınıp duruyoruz, hatta debeleniyoruz. Bu gidiş hayra alâmet değil. Fakat bu bataklıktan bir türlü kurtulamıyoruz.
Rahmet bulutları uğramıyor göğümüze. Ufuklar kapkaranlık. İçimizi ancak sen aydınlatabilirsin. Yoksa bu karanlıkta istikametimizi bulamayacağız. Zulmet içerisinde yolumuzu kaybedip uçurumlara sapacağız. Bize nur huzmelerinden bir demet nasip eyle. Onlar ki Hakk’a götürür yoluna revan olanları.
Ey sevgililer sevgilisi….Allah’ın Habibi!…Sana ümmet olabilmek ne büyük şeref…. Sünnetine sarılıp karanlıklara mum olmak ne güzel…. Biliriz ki sen bir annenin çocuğuna gösterdiği merhametten daha fazlasını ümmetine gösterirsin. Bu umutlarımızın tuz buz olmasının önündeki en büyük engel. Senin şefkat ve merhamet iklimine sığınıyoruz. Bizden hayat damlalarını esirgeme. Yoksa çorak arazilere döner bedenimiz.
Ey Kâinatın serveri Resul!… Sen dünyamızdan göçeli viran oldu bize her yer… Gök bakışına, toprak ayağının kokusuna, insanlık sohbetinin manevî lezzetine hasret… Bizim gelmeye cesaretimiz yok. Seni çağırmaya da yüzümüz yok. Her şeye rağmen seni çok seviyoruz. Şefaatinden nasiplenmeyi umuyoruz. Elimizi boş çevirme Ey kâinatın güneşi. Sana binlerce salât ve selam olsun.

9 Nisan 2010 Cuma

Namaz vakitleri


Vakit seher… Ufukta günün kızıl çiçeği açmak üzere. Vaktin rahmine sabahın nutfesi düştü az önce. Gecenin toprağında saklı ışıktan tohumlar başlarını uzatıyor.Şimdi hatırla ki, sen de bir zamanlar yokluğun karanlığında yitiktin. Unutulmuşluk toprağına gömülü bir tohumdun. Kimsenin adını bilmediği, hatırını saymadığı bir yetimdin.
Vakit Sabah... Hatırla ki, unutulmuşluğun toprağında Rabbin seni unutmadı. Rabbin seni sahipsiz de bırakmadı. Rabbin seni yokluk gecesinden varlığın ufkuna eriştirdi. Taze bir bahar gibi gün yüzüne çıkardı bedenini. Ete kemiğe bürüdü ruhunu.
Gülden tebessümler giydirdi yüzüne.
Şimdi seher vakti. Göz kapaklarının ardından kaç. Gafletin gecesinden uyan. Aç gözlerini sehere. Aç kalbini Rabbine. Uyan. Uyan, yan ve an seni hiç unutmayan Rabbini. Güneş ufukta yükselmeden, sen dualar ufkuna yüksel. Herkes unutsa bile seni unutmayan Rabbini herkesin O’nu unuttuğu anda ananlardan ol. Haydi kalk! Kalk ve miracına eşlik et En Sevgilinin[asm].
Şimdi sabah! Şimdi sabah namazı vakti…


Vakit öğle… Güneş göğün en yüksek noktasında. Tıpkı gençliğin gibi. Şimdi gün de bir delikanlı.. Heyecanlı ve telaşlı… Sanki hiç bitmeyecekmiş gibi, hiç akşam olmayacakmış gibi… Oysa, güneş şimdi batmaya başladı. Zirveye erişen herkes gibi o da alçalmaya başladı. Akşama akıyor ışıklar artık. Bil ki gün akşamlıdır; bil ki yazın sonu hazândır.
Vakit Öğle…
Vakit öğle… O kadar gürültü var ki ortalıkta.. Kalbinin sesini duyamıyorsun bile. Ruhunun sonsuza uzanan emellerine kör olmak üzeresin. Telaşların arasından sıyrıl, yer ayır ruhuna. Kalbini sonsuzluğa bitiştir. Alnını secdeye değdir.

Şimdi öğle vakti. Şimdi öğle namazı vakti


Vakit ikindi...
Hatırla ki, sen de bir ömrün ikindisine yürüyorsun. Tenin soluyor. Gözlerinin feri çekiliyor. Öbür kıyısındasın artık nehrin. Güz yaprakları gibi. Hem dalındasın hayatın hem de düşmeye hazırsın. Rüzgârı bekliyor gibisin. İnceldiğin yerden kopmaya hazırsın. Hoyrat bir rüzgâr artık zaman.

Şimdi ikindi vakti. Secdeye koy alnını. Zamanın Sahibini selâmla. O’na konuş, O’nunla konuş; dualarını fısılda. Sonsuzluğa tutun hece hece.

Şimdi ikindi. Şimdi ikindi namazı vakti.


Vakit akşam... Gün ölmek üzere. Güneş ışıklarını topluyor eşyanın üzerinden. Kızılca kıyameti kopuyor dünyanın. Kara kefenini giyiniyor gün. Gülün rengi soluyor, eşyanın cezbesi yitiveriyor.
Vakit akşam...
Hatırla ki, senin de akşamın olacak bir gün. Ömrünün ışıkları solacak. Hayatının perdesi çekilecek. Dudaklarında donacak gülüşün güneşi. Zaman uçurumun olacak; gelen günün güneşi sana doğmayacak.

Şimdi akşam. Herkesin senden uzaklaşacağı ölüm anını hatırla ki, sen de şimdi herkesten ve her şeyden uzaklaşıp Rabbine yanaşasın. Seni sen yokken de bilen Rabbin, sen öldükten sonra da bilecek elbet.. Herkesin unuttuğu yerde seni bir O hatırlayacak. Hatırını yalnız O bilecek.

Sen de O’nu an şimdi.

Şimdi akşam vakti. Şimdi akşam namazı vakti.


Vakit Yatsı... Gün çoktan öldü. Güneş ışıklarını topladı. Gece hükmediyor âleme. Güneşin saltanatı bitti. Işıklar tükendi ufuklarda. Renkler ellerini çekti eşyadan. Gül soldu, gün soldu. Göğe yöneldi gözler.
Vakit Yatsı...
Hatırla ki, Sen de unutuşun kara gecesine yuvarlanacaksın. Bir adın kalacak geriye. Bir mezar taşın hatırlayacak belki Seni. Belki o da unutacak.

Düşün ki, unutuşun koyu karanlığı çökmüş üzerine. Yokluğuna çoktan alışılmış. Unutuluşun hepten kanıksanmış. Kimsenin özlediği bile değilsin artık.

Hatırla bunları. Hatırla ki, çoklarının Seni unuttuğu bu gece, herkesi unutup Sen de O’nu hatırla. Çoklarının ışıklara kanıp sahte renklerin kuyularına daldığı bu gece, Rabbini an, Rabbine kan, Rabbine uyan.

Şimdi yatsı vakti. Şimdi yatsı namazı vakti.

SENAİ DEMİRCİ


http://ravza.forum.st/serbest-kursu-f37/namaz-vakitleri-

6 Nisan 2010 Salı

Gözyaşı Zamanı ....



Her an taşmaya hazır yaşlar bulundurur kimileri göz pınarlarında. Biraz sert esen rüzgâr, dokunaklı bir terennüm, seherlerde yankılanan bir ezan bu yaşları ılık ılık akıtıverir yanaklara doğru… Sokaklara terk edilmiş ve mânen gece karanlığında kalmış bir ‘yalnız’ın, mübarek bir kulun aydınlığında gülümsemesi gibi ılıktır akan bu yaşlar.

İnsanın, özlenen rüyalarla uyanıvermesi, hayallerin en umulmadık yerde gerçeğe dönüşüvermesi veya en yabancı zannedilenin dost oluvermesi gibi titrek titrek olur göz kapakları. Akar birkaç damla peş peşe. Ardı kesilmeyecekmişçesine iç çektirir göğüs kafesine. Kimi zaman hıçkırık, kimi zaman sarsıntı içten içe.. annelerin zor zamanlar için biriktirip her fırsatta evlâtlarına sunmakta tereddüt etmedikleri yaşlar gibi…

Yalnızlığın koyulaştığı anlarda, “Yalnız değilsin!” dercesine birden çıkıverir kimi yaşlar. Çok değil, iki damla… Bu iki damla yoldaş olur insana yalnızken yollarda. İnsanın “Gitmez!” dediklerinin gittiği veya “Döner!” diye beklediklerinin gelmediği bir zamanda akan iki damla yaşın adı, sabırdır. Ve geri dönüşü olmayan yolların en doğru kavşağıdır ıslak kirpiklerin çizdiği kavis.

Ödünç alınmış mutlulukların iade zamanını gösterir bazen, olmadık zamanlarda süzülen gözyaşları. Sebepsiz, öylesine düşüverir, yanaklara çarptıktan sonra sinelere. Kimi zaman gülümsemenin ardına düşer; gamzeler çöktükçe içe doğru, akar da akar keyfince. Birkaç damla “Sürpriz!” dercesine tutunur kalır kirpiklerde bazen de; her an damlamaya hazır, ne kırk ikindiye benzer, ne ahmak ıslatır… Yalnızlık düşünce kara gözlerin bahtına, sabahın rüzgârında yükselen deniz suları gibi dalgalanır gözün kuytularında. Kıyıya vurduğu zamanlar da olur, içe aktığı zamanlar da… Acı yakar gönül gözünü ama, pişirir de aynı zamanda. Bu pişme, yıldırım düşmesi gibi oyuk oyuk eder de gönlü, yeni yeni gözler hâsıl olur. Açıldıkça açılır gönül gözü, derinleştikçe derinleşir. Dışa düşmeyen her bir gözyaşı damlası, içe dönüp seyr u sülûk eder kalb maverasında…

“Zamansızdır.” denebilir her an gelebilecek birkaç damla gözyaşına. Seher vaktinde zamansızlığı kalkar her an damlamaya hazır yaşların. Tam zamanıdır çünkü gecede kepengi inmiş gözlerin açılmasının. Tam zamanıdır üzerine yorgan çekilen kalb nakşının örtülerinin alınmasının. Birkaç damla yaşla ‘âmin’lere dönük yüzlerin dolunaydan da beyaz kesildiği andır seher… Okyanusa akıntıyı, göze pınarları veren El-Muktedir ’in haber verdiği gibi:

Cennetliklerin bir vasfıdır, seherlerde istiğfar.


Arzu Çetin Ermiş - Sızıntı Dergisi

3 Nisan 2010 Cumartesi

Bir Yudum Secde




Yüzünü toprağa sür şimdi... Evine dön. Sılana koş.
Subhane rabbiye'l -a'la. Sen varsın. Sen a'lasin.

Eksiklikten uzaksın noksanlıktan muallâsın kusurdan mukaddessin.
Kusur bende. Benden yana eksiklik. Bende saklı acizlik.
Bende bekler fakirlik. Yalnız sana muhtaç olma zenginliğimdir secdem.
Yalnız Sana kul olma şerefimdir secdem.
Sultanlığımdır secdelerim. Varlığımı huzurunda sıfırladığım andır.
Senin şah damarı yakınlığından kalbimin yakınlıklar emdiği andır
ruhumun muştular bulduğu demdir.
Miracımın kab-ı kavseyni secde.
Beni aradan çıkardığım yerdir secde.
Dediğini yapıyorum secde edip yaklaşıyorum.
Sana yaklaşıyorum.
Tüm uzaklıkları uzaklara bırakıyorum.
Tüm aldanışları tuzaklarda bırakıyorum.

Yüzümde secdelerimin izini bırak ey Rabbim.

Alnıma rahmetinin nefesini bırak ey Rabbim.

Kalbime En Sevgilinin aşkını bırak ey Rabbim.

Secdemde dirilt beni.

Secdemde öldür beni.

Secdemde durult beni.

Secdemde doğrult beni.

Alıntı

1 Nisan 2010 Perşembe

Nefsini Öldür de Cihanı Dirilt!


Nefis insanı daima helake sürükler. Kulun Allahu Teala'ya karşı üns ve muhabbetini azaltır. Peygamberimizin (sallAllahu Aleyhi vesellem) “Ya Rabbi! Göz açıp kapayıncaya kadar, hatta ondan daha az bir zaman bile bizi nefsimizin eline bırakma!” duası nefsin önemini bize gösterir.


Hz. Mevlana şöyle buyurur:


“Nefis cehennemdir. Cehennem ise bir ejderhadır. Ona deryalar dökülse sönmez. Yedi deryayı içse bu yine onun hararetine tesir etmez. Taşlar ve taş yürekli kafirler, ağlayarak ve mahcup cehenneme girerler.. Nefis kötüdür. Çünkü o cehennemin bir parçasıdır. Küllün tabiatı cüzlerde de caridir.. Safları dağıtanı arslan sanma. Asıl nefsini ezebilen arslandır.”, “Nefis ejderhasını ölü sanma. Eline imkan geçmediği için donmuş gibi duruyor.. O donmuşken senin esirindir. Kurtulursa seni yer. Onu mat et de mat olmaktan kurtul. O acımaya layık değildir, merhamet etme. Şehvet güneşi diridir, sakın ondan. Üzerine vurdumuydu yarasalarını doğan gibi uçurur. Mücahid ol, onunla vuruş. Merd ol, Allah seni vuslatıyla mükafatlandırsın.”


Nefsi muhalefet kılıçlarıyla kesmek gerekir. Kendisini nefis canavarına teslim eden, emirlerine karşı gelmeyip ona tabi olan insanı nefsi cehenneme sürükler. Nefis için hayra götüren bir yol yoktur. Belaların başı, rezaletin kaynağıdır.


Hz. Mevlana şöyle buyurur:


“Akıl galip olursa nefsin zayıflar. Zira ağır biniciden eşek halsiz düşer.”, “Aklın hususiyeti neticeyi düşünmektir. Nefis ise akibeti düşünmez. Aklın nefse mağlup olursa nefis olur.” “Bu heva ve hevesler sadece hali görür; akılsa ileriyi, kıyameti düşünür.. Sonunu düşünmeyen adam değildir.”, “Bir akıl ile aklın dost olunca kötü işe ve kötü söze mani olur. Fakat nefis, başka bir nefse dost olursa cüz'i akıl atıl kalır ve bir işe yaramaz..Nefis, başka bir nefisle dost olursa karanlık artar, yol gizlenir.”, “Uyku ve yiyip içme şehveti zayıflayınca yüce aklın şehveti kuvvetlenir.”


Nefis insanı aşırı emellerle ve dayanaksız kuruntularla aldatır. Devamlı boş şeyler ister. Onun herşeyi mesnedsiz ve batıldır.


Hz. Mevlana şöyle buyurur:


“Bu aşağılık nefis, fani kazançları istemede. Aşağılık şeyleri kazandığın yetişir artık, insaf, yetişir. Aşağılık nefis, şerefli şeyler kazanmak isterse bile bunun ardından hile ve düzen eyler.”, “Allah korkusuyla nefsani meyilleri terkedince sana cennet ırmakları layık olur.”, “Şüphe yok ki hevayı terketmek acıdır ama Hak'tan uzaklaşmak daha acıdır.”, “Kılavuzu karga olan canın varacağı yer mezarlıktır! Sen de nefis kargasına tabi olma! O'nun gideceği yer mezarlıktır. Bağ bahçe değil.”, “Suçlu; şerefli akıl değil, nefistir. İtham olunan histir, latif nur değil. Nefis sofestaîdir. Kılıçla vur, öldür. Delil gösterme, anlamaz, ona kılıç gerek.”, “Hakk'ın ipi nedir? Hevayı ve hevesi terketmektir. Zira heva, Ad kavmi için kasırga kesilmiştir. Halkı, zindana düşüren, kuşun kanadını bağlayan sadece nefsani meyillerdir. Balığı kızgın tavaya düşüren, ırz ehlini hayasız eden hep hırs ve heveslerdir. Şahnenin hışmının ateş gibi yanması, çarmıh ve darağacının korkunçluğu hep heva ve hevestendir.”


Nefsinin her isteğine cevap vermeye çalışan insan şu kısacık ömrünü ve ebedi hayatını mahveder. Arzular mihrap ve kıble haline gelince insan da zaaflarının putperesti olur.
İnsanın, aklı nefsine hükmederse vezir, nefsi aklına hükmederse rezil olur.


Hz. Mevlana şöyle buyurur:


“Nefis, buğdayı akrepten fark edemeyince heves denizinde boğulur gider.. Nefsini heva ve hevesten menedenin kalp gözü sırlara aşina olur.”, “Heva ve şehvet yol kesicidir. Zira onlar, Allah yolundan azdırırlar.”, “Bu nefis putu, eğer kırılmazsa ondan diğer bir put doğar. Nefis putu putların anasıdır.”, “Ey arzu ve heveslerini gönlünde, dilinde tazelendiren sen, kalbinde imanını tazelendir. Tazelenen arzu ve heves, imanı zayıflatır. Bu hevesten hakiki sadakat kilidi olmaz.”, “Heva ve hevesten geç! Can burnun gayb rayihasından feyzlensin. Zira heva ve hevesin, dimağını ifsat, miski ve anberi berbat eder.”, “Hû kadehi seni heva ve hevesten kurtarır, ancak sende O'ndan başka bir O olmasın.” “Her muhannes (kadınlaşmış erkek) nefsiyle savaşamaz. Eşeğin arkasına öd yakmak, misk sürmek layık değildir.”


Şehvetlerinin terkinde sadakatleri görülenlere, Allahu Teala bütün işlerinde yardımcısı ve hamisi olur. Yüzünü dünyaya dönmüş olanın, ahiret aleminden nasibi yoktur. Gönül Allah'ı anmaktan uzak olursa mel'un şeytan insana dost ve yoldaş olur.


Hz. Mevlana şöyle buyurur:


“Nefsini öldür de cihanı dirilt. Çünkü o katildir, sen onu köle bil.”, “Nefsinle meşveret edersen iyi olan şey, onun dediğinin zıddıdır.. Meşverette nefsin hile yapar. O her ne derse aksinde kemal vardır.”, “Nefsini öldürmekle murada erersin. Bir tek düşmanın kalmaz. Hepsi sana dost olur.”, “Varlığını terk edenlere gök de, güneş de, ay da secde eder. Putperest nefsini kahredenin güneş de, bulut da emrine mahkum olur. Zira gönül mumu alevlenmiş olanı güneşin ateşi yakmaz.”, “Nefis, pek çok övülmekle Firavun gibi asi olur. Nefsini alçaltmayan yardımsız kalır. Gücün yettikçe kul ol, sultan olma.”, “Adem Aleyhisselam nefis zevkine bir adım attı; onun yüzünden cennet ayrılığı boynuna halka oldu.”


Kötülüğü emreden nefis, insana iblisten daha düşmandır. Şeytan ancak nefsin heva ve azgın istekleri yolu ile insan üzerinde baskı kurabilir. Şeytan insanın günah sahibi olmasını, kalbi ve diğer organları ile günah işlemesini, böylece Allahu Teala'ya asi olmasını ancak nefsi sayesinde yapabilmektedir.


Hz. Mevlana şöyle buyurur:


“İçinde gizli akla mani, canına hasım düşmanın var! Bir an keler (kertenkele) gibi saldırır. Sonra yılan gibi deliğe kaçar! Gönlünde de onun için delikler var. Her birinden hileyle baş gösterir. Nefislerdeki şeytanın zaman zaman gizlenip bir deliğe gitmesine, “Hunus” denir. Onun gizlenmesi kirpiye benzer. O da zaman zaman başını çıkarır, sonra çekip gizlenir. Cenab-ı Hak ona “Hannas” demiştir. Tıpkı kirpinin başına benzer. Kirpi, zalim avcının korkusundan başını çekip gizler. Fırsat bulunca da, başını çıkarıp bu hilesiyle yılanı bile mağlub eder. Nefsin, içinden yolunu kesmeseydi, yol kesiciler seni nerede bulurlardı? O şehvetin, o tazyik edici memurun yüzünden kalb, hırsa, tamaha esir olmuştur. O memur yüzünden sırrın faş olup bu memurlar da seni kahretmek için yol buldular. Hadis-i şerifte şu güzel nasihat denmiştir: “Düşmanlarınızın en kuvvetlisi içinizdedir.” Bu düşmanın palavrasını dinleme. Zira o, İblis inadıyla saldırır. Seni dünya meyline alıştırıp ebedi azabı sana önemsiz gösterir..”, ”Şüphesiz kötü nefis, yırtıcı bir kurttur, onun için her arkadaşa bühtan etme! Sapıklıkta yüzlerce kel için külah bulunur. Nefis, sefahat dolu çirkin ve kafirdir. O sebepten dostça söylüyorum; köpeğin boynundan zincirini çıkarma! Köpek, terbiye de edilse yine köpektir. Nefsi aşağılat, zira o kötü damarlıdır. Aşağılık cismi temizlemek farzdır. Taif derisi gibi Süheyl yıldızının ışığından faydalan. Böylece Süheyl, cismini arıtır, dostun ayağına çizme olursun. Bütün Kur'an, nefsin kötülüklerini şerheder. Mushaf'a bir bak, ama o göz sende nerede! Ad kavmine benzeyen nefisleri, peygamberlerle savaşanları anlatır. Edepsiz nefsin kötülüğü, zaman zaman alemi alevlerle doldurmuştur.”, “İnsan çöp gibi havaya, rüzgara mağlupsa zalimi mazlumdan nasıl ayırabilir? Ancak, pek zalim nefsini tamamen mağlup edebilen, mazlumu zalimden ayırabilir. Yoksa zalim nefsin sende gizliyken, mazlumlara düşman kesilirsin. Köpek daima düşkünlere saldırır, o uğursuz gücü yeterse ısırır da. Komşunun avını çalmak, arslanlar için utançtır, ama köpeklere değil.”


Nefis mutlaka şerre meyleder. İnsan yaşadığı müddetçe nefsiyle cihad halinde olmalıdır. Büyük cihadın mükafatı da büyüktür. Nefse muhalefet etmek, onun düzelmesine vesile olacak bir harekettir.


Hz. Mevlana şöyle buyurur:


“Nefis her halde de üç köşeli bir dikendir, sana batıp yaralar. Heva ve hevesi terk etmek o dikene ateş gibi olur. İyi huylu dostun elinden tutmak gerek.”, “Nefsini pirin gölgesinden başka birşey öldürmez. Onun eteğini tut da işin kolay olsun. Onun eteğini tuttunmuydu bu, Hak yardımıdır. Sendeki her kuvvet onun cezbesinden gelir.”, “Nefsin seni her an şeyhle görürse o sana naçar elbette ram olur.. Şeyhle dost olunca avlanırken akıl, köpek nefse galip olur. Hilede nefsin bir ejderha gibi, şeyhin yüzüyse onu büyüleyen bir zümrüt.”


Ve Hz. Mevlana, mürşid kitap olan Mesnevi'sinde geçen bir hikayede de, şöyle buyurur:


“Meğer siz nefsinizin yaptığına aşık oldunuz. Elbette yılan kuyruğuna yılan başı yaraşır. Ne kuyruğunda onun bir devlet ve nimet, ne başında bir rahat ve lezzet var! Yılan kuyruğunu başına yoldaş eder. Tam birbirine münasip iki yar!”


Hakikatin safasına ulaşabilme duasıyla...




Filiz Konca

http://ravza.forum.st/tasavvuf-f35/nefsini-oldur-de-cihan-dirilt-t1091.htm#7412