26 Şubat 2010 Cuma

cennetlerin derecesi...


Muğîre İbni Şu‘be radıyAllahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Mûsâ sallAllahu aleyhi ve sellem Rabbine:

– Cennetliklerin en aşağı derecesi nedir? diye sordu. Allah Teâlâ da şöyle buyurdu:

– O, cennetlikler cennete girdikten sonra çıkagelen bir adamın derecesi olup kendisine:

– Cennete gir! denir.

– Yâ Rabbî! Herkes yerine yerleşmiş ve alacağını almışken ben nereye gideceğim? der. Ona:

– Sana dünya hükümdarlarından birinin mülkü kadar yer verilse razı olur musun? diye sorulur. O da:

– Razıyım yâ Rabbî! der. Bunun üzerine Allah Teâlâ ona:

– İşte öyle bir mülk senindir. Bir o kadar daha, bir o kadar daha, bir o kadar daha, bir o kadar daha buyurur. Beşincisinde o adam:

– Razı oldum yâ Rabbî! der. Allah Teâlâ ona:

– İşte bu kadar şey hep senindir. Onun on misli de senindir. Bir de neyi arzu ediyorsan, gözün neden hoşlanıyorsa hepsi senindir, buyurunca adam:

– Razı oldum yâ Rabbî! diyecek.

Daha sonra Mûsâ aleyhisselâm :

– Yâ Rabbî! Cennetliklerin en üstün derecesi nedir? diye sordu. Allah Teâlâ şöyle buyurdu:

– Onlar benim seçtiğim kullardır. Onların kerâmet fidanlarını kudret elimle ben dikip mühür altına aldım. Onlara hazırladığım nimetleri ne bir göz görmüş, ne bir kulak duymuş, ne de bir kimsenin hatır ve hayalinden geçmiştir.”
(Müslim, Îmân 312)

25 Şubat 2010 Perşembe

MEVLİD KANDİLİ



Bu geceye hürmet etmek, sevinmek, bütün senenin bereketli olmasına sebep olur. Mevlid gününün fâzileti Cuma günü gibidir. Cuma günü, Cehennem azâbının durdurulduğu hadîs-i şerîf ile bildirilmiştir. Bunun gibi, Mevlid gününde de azâb yapılmaz. Mevlid geceleri sevindiğini göstermeli, çok sadaka vermeli, da'vet olunan ziyâfetlere gitmelidir."

(İmâm-ı Celâlüddîn Abdurrahmân bin Abdülmelik Kettânî)


8 Mart Pazar gününü Pazartesiye bağlayan gece, Yüce Yaratıcının insanlığa gönderdiği en son rahmet elçisi, ilahi vahyin son ve tamamlayıcı halkası Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (as)’ın hicri takvimle Mevlid kandilini idrak edeceğiz.
Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de “Andolsun ki Resûlullah’da sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokca zikredenler için mükemmel bir örnek vardır.” (Ahzâb, 33/21) buyrularak Sevgili Peygamberimiz’in hayatı bizlere ‘en güzel örnek’ olarak takdim edilmekte ve onu örnek almamız istenmektedir. O yüce elçi, hem ferdi, ailevi ve sosyal hayatı hem de söz ve açıklamaları ile insanlığa kıyamete kadar kalıcı bir rehberlik ve örneklik sunmuştur.
Kur’an’da “Allah’ın sevgisine mahzar olmanın Hz. Peygamber’e tabi olmaktan geçtiğinin” (Âl-i İmrân, 3/31) ve “Hz. Peygamber müminlerin içinde olduğu sürece Allah’ın kendilerine azab etmeyeceğinin” (Enfâl, 8/33) vurgulanması, Hz. Peygamber’in örnekliğinin inananlar için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Hz. Peygamber’i sevmek ve onu örnek almak demek; onun, insanlığın huzuru ve kalıcı mutluluğu için yaptığı çağrıyı günümüze taşıyarak hayatımıza yansıtmak, davranışlarımızı onun örnek ahlâkına, emir ve tavsiyelerine göre şekillendirebilmek demektir. Çünkü O’nun örnek hayat çizgisi, söz ve davranışlarının temsil ettiği değerler bütünü bizler için her zaman yaşanabilir ve uygulanabilir özelliktedir. Yüce Rabbimizin peygamberleri meleklerden ve olağanüstü güçlere sahip ve başka alemlere ait varlıklardan değil de içimizden seçmesi, bir beşer olarak göndermesi, peygamberlerin davetinin insanlar için anlaşılabilir, yaşanabilir, yapılabilir olduğunu göstermek içindir.
Rahmet Peygamberi Efendimizi örnek almamız, sahip olduğumuz sorumluluğu, misyonu, insanî ve ahlâkî değerleri fark etmek demektir. Dindarlığımızın olgunlaşması da O’nu tanımaya, anlamaya ve sevmeye bağlıdır. Dünya hayatının sonu gelmez koşuşturması, her bir yönden gelen bilgi kirlenmesi, iç dünyamızda yaşanan gelgitler arasında bocalayan bizlerin günümüzdeki önemli sorunlarından biri; Hz. Peygamber’in örnek hayatı ile kendi hayatımız arasında sağlam bilgiye dayalı bir köprü kuramayışımız, sonuçta insanlığa rehberlik edecek ve umut kapıları açacak ahlâkî duyarlılığa sahip dindarlıkların üretilemeyişidir. Bu nedenle, giderek dünyeviliğe, bireysel benliklerine, çıkar ve hazza dayanan bir hayata yönelen çağımız insanlarının, onun örnekliğine, manevî önderliğine, sevgisine, onu anlamaya ve sevmeye son derece ihtiyacı vardır.
Dürüstlüğü, emaneti korumayı, insan haklarına ve bunun önemli bir parçası olan kadın haklarına riayet etmeyi, yetim ve kimsesizlere kol kanat germeyi, ne sözle ne davranışla kimseyi incitmemeyi, iyilik yapmayı öğütleyen ve yaşayışıyla bunlara en güzel örnek olan Sevgili Peygamberimiz, yetimin elinden tutmuş, kimsesizlerin kimsesi olmuş, hiç kimseyi incitmemiş, bütün varlığa şefkat nazarıyla bakmış, karşılaştığı onca çirkin iftiraya ve dayanılmaz ezaya rağmen kötülüğe kötülükle karşılık vermemiştir. Sahip olduğu ahlâkî erdemlerle, Rabbimizin “Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin” övgüsüne mazhar olan Sevgili Peygamberimiz, paylaşmayı, sevgi ve saygıyı, ötekini anlamayı ve ona yardım elini uzatmayı, müsamahayı, affı, rahmeti ve merhameti sadece tavsiye etmemiş, bunları aynı zamanda yaşadığı örnek hayatında hep uygulamış, neticede bu ve benzeri erdemler Hz. Peygamber ve Sahabe topluluğunun hayat çizgisi olmuş, böylece sevgi, güven ve huzur temeline dayalı, kendisiyle ve Yüce Yaratanla barışık bir toplumu oluşturmanın yolları bizlere somut olarak gösterilmiştir.
Bu duygu ve düşüncelerle Mevlid Kandilinin bütün insanlığa rahmet, dış ve iç dünyamıza huzur getirmesini, Mevlid-i Nebi’nin toplumumuzda, O’nu yakından tanımaya, sevmeye ve O’nun sevgisi etrafında birleşmeye vesile olmasını Yüce Allah’tan temenni eder, vatandaşlarımızın, soydaşlarımızın ve tüm İslam âleminin Mevlid Kandilini tebrik ederim.

Prof. Dr. Ali BARDAKOĞLU
Diyanet İşleri Başkanı



İstiklâl Marşı’mızın şâiri merhûm Mehmet Akif Ersoy, “Bir Gece” adlı şiirinde bu muazzam ve mübârek olayı şöyle tasvir eder:


Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi,
Kumdan ayın on dördü, bir öksüz çıkıverdi!

Lâkin, o ne husrandı ki; hissetmedi gözler,
Kaç bin senedir, halbuki, bekleşmedelerdi;

Bir kerre, zuhur ettiği çöl en sapa yerdi;
Bir kerre de mâmûre-i dünya, o zamanlar,

Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!


Fevzâ bütün âfâkını sarmıştı zeminin,
Salgındı, bütün şark’ı yıkan tefrika derdi.

Derken büyümüş, kırkına gelmişti ki öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!

Bir nefhada insanlığı kurtardı o mâsum,
Bir hamlede kayserleri, kisraları serdi!

Aczin ki ezilmekti bütün hakkı, verildi;
Zulmün ki, zeval aklına gelmezdi, geberdi!

Âlemlere rahmetti evet şer’-i mübîni,
Şehbâlini adl isteyenin yurduna gerdi.

Dünya neye sahipse, onun vergisidir hep;
Medyun ona cemiyeti, medyun ona ferdi.

Medyundur o Mâsuma bütün bir beşeriyyet...
Ya Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret.

(Mehmet Âkif Ersoy, Safâhat, İstanbul 1975, S. 499)

23 Şubat 2010 Salı

Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!.

Onk. Dr. Haluk Nurbaki'den bir hatıra...

Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi asan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptim. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum.

Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine ragmen, bazi formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm.

Ancak Serap'in da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan
Serap, 4 yıl kadar sonra bir ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim.

Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış.

Dönüşünden kısa bir süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:

--''Doktor bey,'' dedi. ''Ben size...dargınım.''

-- ''Niçin?" diye sordum.

--"Siz...dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH 'ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?"

Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildigim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:

--"Doktora ulaşmak kolaydır'' dedim. ''Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."

Konusmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını salladi. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yani sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler "hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlerini bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.

Vefatına bir hafta kala:
--"Doktor bey'' dedi. ''Ben ölürken ne söylemeliyim?"

--"Senin durumun çok özel" dedim. ''Kelime-i Sahadet sana uzun gelir. O anı fark edince ''Muhammed'' (s.a.v) sana yeter."

O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya
çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim.

Dönüşümde annesi telefon ederek:
--"Serap, bir haftadir morfin yaptırmıyor." Dedi. "Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor."

Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasinin sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum.

"Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanir ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?.

İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa, son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'in acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair bir işaret sezdim.

Ertesi gün O'na:
--"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin."

Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu:
--"Doktor bey...Azrail bana nasıl görünecek?"

--"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir."

Salı günü Serap'in ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim. Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:

-"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!" dedi ve devam etti:

--Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı.Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:

--"Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!.

20 Şubat 2010 Cumartesi

Başımız Eşikte Olmalı


Bir gün Yunus Emre Tabduk Emre’nin dergahında iken kendinde bir şey hissetmeyince başka kapılar aramaya başlar, dergahtan ayrılır. Yolculuk yaparken iki kişi ile yoldaş olur. Yolculuk yaparken yemek molalarında bu iki kişi birini şefaatçi kılarak Allah’tan yemek isterler ve ilahi bir sofra her seferinde önlerine gelir. Sıra Yunus Emre’ye gelir. Yunus Emre şöyle dua eder.

“Allahım! Bu iki kişi kimi şefaatçi kılarak senden nimet istedilerse ben de aynı kişiyi şefaatçi kılarak senden nimet istiyorum” der.

Anında İlahi sofra önlerine gelir. Yunus Emre’nin yol arkadaşları bu duruma şaşırır ve sorarlar sen kimi şefaatçi kıldın da bu nimet önümüze geldi derler. O da kendinde bir şey görmediği için şöyle cevap verir;

“Ben sizin şefaatçi kıldığınız kişiyi şefaatçi kılarak bu maide-i İlahiyeyi istedim. Siz kimi şefaatçi kılmıştınız.”

Onlar da “Tabduk’un halis bir müridi var. Kendinde bir şey görmüyor. O’nu şefaatçi kılarak Allah’tan nimet istemiştik.” derler.

Kendinde bir şey görmemek! Yunus Emre’ye haslık, halislik kazandıran duruştur. Dupdurudur. Kendinde bir şey görmenin diğer adı olan benlik o tertemiz suyu bulandıramamıştır. Erimiştir, su olmuştur.

Evet, yapılan iyilikler, güzellikler, kemalat Allah’tandır.

Yapılan kötülükler ise nefistendir.

Yunus Emre’yi Yunus Emre yapan yaptığı tüm kemalatı Allah’a vermesiydi. Kendine paye vermemesi olayların arkasında Allah’ı görmesindendi. Bu hal ayırmıştı Yunus Emre’yi Tabduk’un dergahından. Kendinde eksiklik gördüğü hal aslında zirvede olduğu haldir.

İşte bunu anlayan Yunus Emre, Tabduk Emre’nin kapısına koşar. Kapıyı çalar, Tabduk Emre evde yoktur. Hanımı çıkar ve der ki;

“Sen başını eşiğe koy. Kendisi kördür. Burdan geçerken ayağı sana takılır. Bu kimdir der. Yunus deriz. Bizim Yunus mu derse bil ki seni affetmiştir, kabul etmiştir. Hemen kalk eteğine sarıl.”

Tabduk Emre gelir, ayağı takılır. Bu kimdir der. Yunus derler. “Bizim Yunus mu” der ve Yunus Emre ayağına sarılır.

İşte biz de zaman zaman günahlarla Allah’tan uzaklaşıyoruz. Günlük yaşantımız , haramın ve günahın bu kadar burnumuzun dibine kadar gelmiş olması ayağımızın altını daha kaygan yapıyor.

Hiç günaha girmemenin pek de mümkün olmadığı bu ortamda bize düşen ne kadar günah işleyip uzaklaşmış da olsak Allah’dan, tekrar geri dönüp başımızı eşiğe koyabilmeliyiz.

Bir kere günah işledim ya da ben bir kere daldım bu günah bataklığına daha dönüşü olmaz mülahazalarının bir şeytan tuzağı olduğunu bilmemiz gerekiyor.

Çünkü bizim; kullarından bir kuluna

“Gel ne olursan ol yine gel;

Bin kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel.” dedirten, Tevvab (tövbeleri seven-kabul eden), Gafur (bağışlamayı seven) isimlerine sahip bir Mevlamız var.

Rahim olan Allah, ısrarcı olanlara bağışlama kapılarını açacaktır.

O yüzden başımız göz yaşlarımızın ıslattığı eşikte olmalı ve kabul edildiğimizin nişanı olacak “Benim kulum mu?” cevabını almadan o eşikten başımızı kaldırmamalıyız...


Gülşen Mutlu

Allah, diyen kalp ise…


Hoca vaazında;


“Bismillah diyerek yürürseniz, suyun üzerinden batmadan geçebilirsiniz.” der.


Bu söze inanan bir köylü, artık köprü yerine nehirden geçmektedir.


Bir gün hocayı evine davet eder. Kabul eden hocayla birlikte giderken, karşılarına nehir çıkar ve adam nehrin üzerinden yürüyerek geçer. Ama hoca suya girmeye cesaret edemez.


Şaşkın köylü:
“Hocam böyle dememiş miydiniz, gelsenize!”
diye seslenir.


Hoca şöyle cevap verir:
“Onu söyleyen dil bende; ama ona inanan kalp sende…!”
***
Ey Rabbimiz, hatalarımız bütün denizleri kirletecek kadar cesim ve ürpertici; Sana karşı tavırlarımız mahvolmuş kavimlerin hallerinden birkaç kadem daha ileri; kalbi, ruhi hastalıklarımız cüzzamdan, kanserden daha amansız; dertlerimizi dergahına açıyor, dermanı da Senden ümid ediyoruz. Sen kimsesizler kimsesi ve bizlerin melceisin. Senden başka ilah yok ki ona el açıp yalvaralım. Kapından gayri kapı yok ki varıp ona dayanalım. Senden başka sığınak bilmiyor, Senden başka güç ve kuvvet de tanımıyoruz. Gören, bilen, duyan sadece Sensin; aç ufkumuzu ve bize kendimiz olma idrakini lütfeyle.
Amellerimizi ihlasla derinleştir ve ümitlerimizi de ye`sin insafsızlığına bırakma…



Amin..

18 Şubat 2010 Perşembe

Cumanız Mübarek Duaların Kabul olsun



Cumanız Mübarek Duaların Kabul
Yaşantınız ALLAH Yolunda Ve Hayırlar İle Dolu Olsun
İNŞAALLAH….

“Kim Cuma günü bana salavat getirirse,
kıyamet gününde ona şefaatim hak olur”..(Hadis-i Şerif)
Elhamdülillahi Rabbil alemin
Esselatu vesselamu aleyke Ya Resulullah
Esselatu vesselamu aleyke Ya Habiballah
Esselatu vesselamu aleyke Ya Seyyide evvelin vel ahirin…



1- Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allah katında günlerin efendisi Cuma’dır. O kurban ve Ramazan bayramı günlerinden de faziletlidir. Cuma gününde şu beş özellik vardır: 1- Hazret-i Âdem o gün yaratıldı. 2- O gün yeryüzüne indirildi. 3- O gün vefat etti. 4- O günde öyle bir an vardır ki, günah veya akrabalarla ilişkiyi kesme konularında olmamak şartıyla kul Allahü teâlâdan bir şey isterse Allahü teâlâ mutlaka onu verir. 5- Kıyamet o gün kopacaktır. Allah’a yakın hiç bir melek, hiçbir gök, hiçbir yer yoktur, hiçbir rüzgar, hiçbir dağ ve taş yoktur ki, Kıyametin kopmasına sahne olacağı için Cuma gününün heybetinden korkmasın.) [Buhari, İ. Ahmed]

Cuma, müminlerin bayramıdır. Bugün yapılan ibadetlere en az, iki kat sevap verilir. Bugün işlenen günahlar da, iki kat yazılır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

(Sevaplar içinde Cuma günü ve gecesinde yapılandan daha kıymetlisi, günahlar içinde de, Cuma günü ve gecesinde işlenilenden daha kötüsü yoktur.) [Ramuz]

(Cuma günü günah işlemeden geçerse, diğer günler de selametle geçer.) [İ.Gazali]

(Cuma günü, kuşlar, vahşi hayvanlar birbirine, “Selam size, bugün Cumadır” derler.) [Deylemi]

(Cuma diğer Cumaya kadar ve fazladan üç gün içinde işlenen günahlara kefaret olur. Çünkü iyi bir amel işleyene on kat sevap verilir.) [Taberani]

(Dört gecenin gündüzü de gecesi gibi faziletlidir. Allahü teâlâ, o günlerde dua edenin isteğini geri çevirmez, onları mağfiret eder ve onlar bu günlerde bol ihsana nail olurlar. Bunlar: Kadir gecesi, Arefe gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi ve günleri.) [Deylemi]

(Cuma günü gusleden kimsenin günahları affolur.) [Taberani]

(Cuma günü sabah namazından önce, “Estağfirullahelazim ellezi la ilahe illa hüvel hayyel kayyume ve etubü ileyh” okuyanın, deniz köpüğü kadar da olsa, bütün günahları affolur.) [İbni Sünni]

[Böyle büyük mükafat verilebilmesi için, o kişinin, düzgün itikada sahip olması, kul hakkını, kazaya kalan farzlarını ödemesi ve haramlardan vazgeçmesi şarttır.]

(Cuma günü veya gecesi ölen mümin, şehid olur, kabir azabından kurtulur.) [Ebu Nuaym]

(Ana-babanın kabrini, Cuma günleri ziyaret eden kimsenin günahları affolur, haklarını ödemiş olur.) [Tirmizi]

(Cuma günü 80 salevat getirenin, 80 yıllık günahı affolur.) [Dare Kutni]

(Cuma gecesi Yasin suresini okuyanın günahları affedilir.) [İsfehani]

(Cuma günü veya gecesi Duhan suresini okuyana Cennette bir köşk verilir.) [Taberani]

2- Kendisine Cuma namazı farz olan her müslümanın alış-verişini bırakıp namaza gitmesi farzdır. Özürsüz Cumaya gitmemek haramdır. Ezan okunurken de, alış-veriş yapmak mekruhtur. Halbuki alış-verişin kendisi helaldir. Yani alınan mal mekruh değil, helaldir. Fakat ezan okunurken alış-veriş yapılması mekruhtur. (Dürer)

Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, bugünden itibaren kıyamete kadar size Cuma namazını farz kıldı. Adil veya zalim bir imam [başkan] zamanında küçümseyerek veya inkâr ederek Cuma namazını terk edenin iki yakası bir araya gelmesin! Böyle bir kimse tevbe etmezse, onun namazı, zekatı, haccı, orucu ve hiçbir ibadeti kabul olmaz.) [İbni Mace]

(Allah’a ve ahirete inanan, Cuma namazına gitsin!) [Taberani]

(Cuma namazını kılmayan kimsenin kalbi mühürlenir [iyilik yapamaz olur], gafil olur.) [Müslim]

(Cuma namazına giderken ayakları tozlanan kimseye Cehennem ateşi haramdır.) [Tirmizi]

(Cuma namazından sonra, yedi defa ihlas ve muavvizeteyn [yani iki Kul euzüyü] okuyan kimseyi, Allahü teâlâ, bir hafta, kazadan, beladan, kötü işlerden korur.) [İbni Sünni]

(Büyük günah işlenmediği müddetçe, beş vakit namaz ile Cuma namazı, öteki Cumaya kadar aralarda işlenen günahlara kefarettir.) [Müslim]

Seferi olana Cuma kılmak farz değildir, kılarsa farz sevabını alır. (Hindiyye)

Cuma namazı kılınmayan çok küçük köylerde ve kâfir ülkelerinde, cemaatle öğle namazı kılınır ve ikamet okunur. Cumanın sahih olduğu yerlerde, öğleyi cemaatle kılmak ve ikamet okumak mekruh olur. (Redd-ül Muhtar, Fetava-i Abdurrahim)

Mahkumlara Cuma namazı farz değildir. Öğle namazını cemaatle kılabilirler.

Cuma namazı yalnız erkeklere farzdır. Bu husustaki hadis-i şeriflerden ikisi şöyle:
(Cuma namazı kılmak, köle, kadın, çocuk, hasta hariç, her müslümana farzdır.) [Hakim]

(Cumaya gelmeyen erkeklerin evlerini yıksam diye düşündüm.) [Buhari]

Kadınların Cuma günü, öğle namazını evlerinde kılmak için cemaatin camiden çıkmasını beklemeleri şart değildir. (Hidaye)

3- Cuma günü oruç tutmak müstehaptır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Cuma günü oruç tutana, on ahiret günü oruç sevabı verilir.) [Beyheki]

Bazı âlimlere göre de yalnız Cuma günü oruç tutmak mekruhtur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Yalnız Cuma günü oruç tutmayın! Bir gün öncesi veya bir gün sonrası ile tutun.) [Buhari]

(Sünnet ve mekruh olduğu bildirilen bir işi yapmamalıdır! Bunun için Cuma günü orucu perşembe veya cumartesi ile birlikte tutmalıdır!) (Redd-ül Muhtar)


bide cuma namazından sonra 7 ihlas 7 nas 7 felak okumak bi hafta boyunca her turlu kazadan beladan kötülüklerden koruyormuş Allah' ın izniyle...
şimdiden Cumamız mübarek olsun

Bizi Güçlü Kılan İki Şey;Dua ve Sabır...

BESMELE'NİN ANLAMI

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla başlar ve ancak Ondan yardım dileriz. Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, medih ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.

Her hayrın başıdır ya Bismillah…
Kalbime Bismillah!!!
Ruhuma Bismillah!...
Aldığım , verdiğim her nefese Bismillah!...
Daralmış gönlüme euzu-besmele ki şeytandan ırak olayım…!
Ruhumu kasıp kavuran sıkıntıya bir besmele tadında yaklaşıyorum…ılık ılık…huzur dolu bir tatlılıkla benliğime şifa olsun diye…



Bir karanlığın ortasında kaybolmuşum …Etrafta acımın temsili haykırışlarım yankılanıyor…Aman Allah'ım..sağır olmak istiyorum bu feryad-u figana..biri durdursun en sesli çığlıklarımın yankısını…çıldırıyorum..imdadıma yetişsin bir el…soluğum kesiliyor…Da-ya-na-mı-yo-rum!...Ve karanlığıma ışık yakan bir ayet yankılanıyor acı dolu çığlığımı susturarak;


''yalnız Rabbine yönel.'' ( inşirah / 8 )

Sana yöneldim YaRab…Sana Dayandım…sensin tek tesellim..umudum…karanlıklarımı aydınlatan ışığım…buz tutmuş yanlarımı eriten güneşim…Kapına geldim zift karası kalbimide yanıma alıp…ferahlat kalbimi…huzurunla donat yüreğimin her zerresini…tut ellerimden…tut ki yapamam Sensiz.!!!!

Neden? Niçin? Niye? Hep bana ! demeyeceğim…hakkım yok…Ben bana sokakta yol verene bile bin bir kibarlıkla TEŞEKKÜR ederken ,sahip olduğum bu sonsuz nimetlerin Sahibine bir kere bile teşekkür edemedim…elim ayağım tutarken..gözüm görüp , kulağım duyarken…sağlığım yerindeyken..ailemle sıcacık evimizde keyif yaparken unutuluşa terk ettiğim şükrü ..teşekkürü edemediğim Rabbime karşı anlatılmaz mahcubiyette kaybolurken..küçücük dertlerle dertlenip birde utanmadan her ufak engel de '' neden hep benim başıma geliyor ? niye bir işim de düzgün gitmiyor ? niçin sıkıntılarım bitmiyor ?...BIKTIM! YORULDUM! DAYANAMIYORUM! '' diye diye şikayetlerimi nasıl da dile düşürdüm…

Sana sunulan gözleri aç…görebil-me yeteneğini faaliyete geçir! Bak kainat sana sunulmuş…Hadi teşekkür Et!...Gör ve duy ayetin sana anlattıklarını..yansıttıklarını;

Öyle ise siz beni (ibadetle) anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!(Bakara-152.)
Sana nankörlük ettim Allah'ım…varlığıma kattığın hayat ..ve hayatıma kattığın tüm varlıkları hiçe sayıp teşekkür etmeyi..şükrü dilime dolamayı unuttum…

Ve şimdi Senin affına sığınıp şükre duruyorum ;
Verdiğin vermediğin…sahip olduğum olmadığım..Sen'ce bilinen her şey için… Sen'ce bilinen her şeyin sayısınca sonsuz şükür…
ELHAMDÜLİLLAH!!!!

Eziliyorum yüklerin altında..kalkışa geçemiyorum bunca acının sancının ağırlığından…nasıl bir yüktür taşıdığım..ayaza tutulmuş yüreğim donmuşken ısınmıyor hiçbir uzvum…gözlerimin göğünden yağmurlar boşalıyor..fırtınalar kasırgalar bitmek bilmiyor..dinmiyor acım…yaram kapanmıyor…sabrım taşıyor..nedir bu bitmek bilmeyen hayatımın her zerresine buz kestiren kışımın uzunluğu…hani tüm fırtınalar elbet dinerdi..dinmiyor..yalan mı söylediniz bana..bu kışın ertesi bahardı hani..bahardan eser yok..kandırmayın beni…çocuksu bakışlarıma aldanmayın…umutlarımın üzerine çığlar düşürmeyin..ben bu derdin altında can çekişiyorum..imdadıma kulaklarınızı tıkamayın…diye bin bir ağıt düzerken gönlümün daralan penceresini açıyorum…ve bir ayetin sıcaklığı sarıyor varlığımı ;

Allah, sabredenlerle beraberdir."(Bakara, 15)


Sabredeceğim elbet…bilirim ki Rabbim kullarına altından kalkamayacağı yük vermez…bu bir sınav..ve ben bu sınavı alnımın akıyla en yüksek notla geçeceğim inşallah…Dua dua kalkacağım o yükün altından..sabır sabır güç toplayacağım..ve bir besmele kuvvetiyle atacağım yükümü sırtımdan..ezilmek yok..güçsüz kalmak..korkuya kapılıp kaçmak..ağlayıp sızlanarak umudu tüketmek yok…Bana ..Rabbine aşık bana asla yakışmaz ümitsizlik..bu gece uzun sürebilir..ama elbette sabaha erecek..ve bu kış benim sabrımın duayla birleşimine şahit olup çiçek çiçek umut umut baharı sunacak gönlüme…

İnşirah inşirah..ayet ayet huzuru buluyorum Sana dayandıkca Rabbim…
Hani Sen demişsin ya Allah'ım ; '' Kulum Bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım '' Sana koşarak geliyorum…ve hissediyorum Seni yanımda…gözlerimin umutlu ışıltısı bu yüzden…kalbimin duracakmış gibi atması bu yüzden…dua dua koşuyorum Sana Yarabbi !

Peygamberimiz diyor ya :'' Dua, mü'minin silahıdır '' işte ben en kuvvetli silahımı almışım..

hiçbir dert beni yıkıma uğratamaz..dimdik ayaktayım bir dua asilliğiyle…Duayı en büyük sıkıntı imha edicim kılıp!...

Senden gelen herşeye amenna YaRabbi!...
Ve her sıkıntıda;
İnadına;
Dua dua dua
İnadına;
Sabır sabır sabır!...
Ve tabiki her hale sonsuz Şükür!...

Alıntı...

SELAM VE DUA İLE...

Ey sıkıntı ve dara düştüğümde




Ey sıkıntı ve dara düştüğümde medet edicim ve dayanağım olan


Ey musibet zamanında yegane ümit kaynağım olan


Ey yalnız ve kimsesizlik anımda beni ilahi huzurunda olduğumu hissettirmekte yalnızlıktan kurtaran


Ey gurbet ve yalnızlık anımda yegane sahibim olan


Ey tattağım her çeşit nimet, yalnız Kendi kurdret ve rahmetinin eseri olan


Ey kader ve sıkıntılar altında ezildiğimde onları üzerimden kaldıran


Ey muhtaç hale düştüğümde bana yardım eden


Dar ve zor durumlara düştüğümde yegane sığınığım olan


El korkulu anlarımda bana yegane yardım eden


Ey hayret ve şaşkınlığa düştüğümde bana yol gösteren rabbim


Sen her türlü noksan ve kusurdan münezzehsin,


Senden başka ilah yok ki bize ildat etsin.


El-aman el-aman !


Bizi Cehennem azabından muhafaza eyle.


AMİN.

15 Şubat 2010 Pazartesi

▪ LÂ İLÂHE İLLALAH MUCİZESİ



مَنْ قالَ مُخلِصاً لآإلهَ إلاّالله دَخلَ الجنّة ، مَنْ كانَ أخِرُ كَلامِهِ لآإلَهَ إلاّ اللّهُ دَخلَ الجَنّة

Lâ ilâhe illallah, Kelıme-i Tevhidinin anlamı; ‘’Allah’tan başka tapılacak kimse yoktur’’ anlamındadır. İslam dininin temel kurallarından birisidir. La ilahe illallah Muhammedün Rasulüllah demeyen (dil ile ikrar kalp ile tasdik etmeyen ) kimse Müslüman olamaz. Lâ ilâhe illallah kelimei tevhidini Muhammedün Rasulüllah kelimesi tamamlar. İkisi beraberdir. Hz Muhammed allahın kulu ve rasulüdür, (elçisidir) anlamındadır.

Kelime-i Tevhîd kalplerin pasını siler ve nurlandırır. Kelimei Tevhîd ile Allah’ı zikir ve Allahı zikir ile de kalplerin huzur ve rahatı hakkında birçok ayetler ve hadisler mevcuttur.

♥ "Allah-u Teala buyuruyor: LA İLAHE İLLALLAH benim kalemdir. Bu kaleden içeri giren kişi benim azabımdan emin olur.

♥ "Allah'ı çokca zikreden erkekler ve Allah'ı çokca zikreden kadınlar; Allah bunlar için bir bağışlama ve büyük bir ecir hazırlamıştır." (Ahzab Suresi - 35)

♥ ‘Dikkat edin, Kalpler ancak Allah’zikretmekle tatmin olur’ (Rad suresi 28)

Müslümanın her fırsatta söylemesi gereken Kelime-i tevhidin fazileti, sevabı bereketi çoktur. Yine Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

♥ (La ilahe illallah diyen bela ve sıkıntılardan kurtulur.) [Bezzar]

♥ Allah katında amellerin en kıymetlisi ‘Lâ ilâhe illallah’ demektir.

♥ Allah’ı zikretmenin en faziletlisi ‘Lâ ilâhe illallah’ demektir.

♥ ‘Lâ ilâhe illallah demek doksan dokuz belayı önler, bunların en hafifi de üzerinizdeki sıkıntının kalkmasıdır.

♥ ‘Lâ ilâhe illallah’ diyen kimseyi işlediği günahlardan dolayı kafir diye suçlamayın. ‘Lâ ilâhe illallah’ diyen kimseye kafir diyenin kendisi kafir olur.

♥ ‘Lâ ilâhe illallah’‘ diyen kimse bela ve sıkıntılarından kurtulur.

♥ ‘Kıyamet günü benim şefaatimle en ziyade saadete erecek olan kimse ihlasla (samimi olarak – içinden gelerek ) Lâ ilâhe ilallah diyen kimsedir.

♥ ‘Benim ve diğer Peygamberlerin zikrettiği en üstün kelime, ‘Lâ ilâhe illallah’ sözüdür.

♥ La ilahe illallah’ı çok söyleyerek imanınızı tazeleyin! [Taberani]

♥ (Günde yüz defa La ilahe illAllah diyenin yüzü kıyamette dolunay gibi parlar.) [Taberani]



♥ " Cenabı-ı Hak (C.C.) şöyle buyuruyor: İzzetim, Celalim ve Rahmetim hakkı için "Lâ ilâhe illalah" Diyen kimseyi ateşe koymayacağım."



♥ ‘Lâ ilâhe illallah’ diyen kimsenin günahları silinir ve yerine o kadar da sevap yazılır.’



♥ ‘Lâ ilâhe illallah’ kelimesi cennetin anahtarıdır.



♥ ‘Lâ ilâhe illallah’ diyen kimse sözünde sadık ise (samimi ve halis bir kalp ile söylerse) bütün günahları affedilir.



♥ Ölüm halindeki kimseye ‘Lâ ilâhe illallah’ söylemesini tavsiye ediniz ve onları Cennetle müjdeleyiniz. Şeytanın insana en yakın olduğu vakit bu andır.



♥ Ağır hastayı ‘Lâ ilâhe illallah’ demeye zorlamayın, sadece telkin edin.



♥ Son sözü ‘Lâ ilâhe illallah’ olan kimse, ruhunu kolay teslim eder ve ‘Lâ ilâhe illallah’‘ kelimesi kıyamet günü onun karşısına bir nur olarak gelir.



♥ ‘Lâ ilâhe illallah’‘ zikri, derin bir ihlas ve samîmiyet ister. ‘Kırk gün ihlas ve samimiyetle ibadet eden kimsenin kalbinden diline hikmet pınarı akmaya başlar.’



♥ Kelime-i Tevhîdin hatmi 70.000 dir. Yetmiş bini tamamlamaya hatmi tehlil denir. Ne niyetle yetmiş bine tamamlanırsa Yüce Mevla icabet eder.

Allah dostlarindan bir zat, 70 bin kelime-i Tevhid cekmis, fakat sevabini hic kimseye bagislamayip hediye etmemis duasini etmemis, öyle bekliyormus.

Bu muhterem zat, bir gün bir ziyafette yemek yerken, hal ve kesif ehli, irfan sahibi bir genc, elini yemege götürür götürmez aglamaya basladigini görmüs. O gence:

-- Ne oldu, bir derdin mi var? Hastamisin bir yerin mi agriyor felan deyenlere Genc:

-- Cehennemi gördüm, annemin orada azab cektigini gördüm, görüyorum onun icin agladim diye cevab vermis.

Allah dostu okudugu 70 bin kelime-i Tevhidin savabini, hemen bagislam

-- Ya Rabbi! Biliyorsun ki; Tevhid kelimesini Lâ ilâhe illallah cümlesini 70 bin kere okudum. Iste onun sevabini bu cocugun annesinin ruhuna azabtan kurtulmasi icin hediye ediyorum! diye hediye edivermis.

Allah'in sevgili kulu bu hediyeyi eder etmez, cocuk gülümsemis, ve annem cehennemden kurtuldu diye sevinmis. Ve yemek yemege baslamis.

Allah dostu bu muhterem zat:

-- 70 bin kere kelime-i tevhidi okuyan veya okuyup baskasina hediye edildigi takdirde cehennem azabindan kurtulusa sebeb olur. Hadis-i serifi aklima geldi, okudum ve Hadisin dogruluguna inandim demistir.

14 Şubat 2010 Pazar

Kıyametteki pişmanlık


Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Kelime-i tevhidi söyletmek için milyonlarca mümin şehid düştü, bu kelime-i tevhidi söylememek için milyonlarca kâfir Cehenneme gitti; çünkü kelime-i tevhid hakla bâtılı ayırıyor. Asırlardır Müslümanlarla kâfirler arasındaki savaşların sebebi sadece budur. Söyleyen şehid oldu, söylemeyen Cehenneme gitti.
İnsan bir daha dünyaya gelmeyecek, bu son vadedir. Bundan sonra bir daha fırsat yoktur.
Kıyamette herkes, pişmanlık duyacaktır. Dünyada pişmanlık nimettir; fakat oradaki pişmanlık felakettir. Kabirden birisi çıkıp dünyaya gelse nasıl yaşardı? Elbette bir an boş geçirmez, hep ahireti için çalışırdı, günah işlemezdi, kalb kırmazdı. Peki, biz oraya gitmeyecek miyiz? Gidince başımıza neler geleceğini, nelerle karşılaşacağımızı dinimiz bildiriyor. Allah’a iman etmeyenler, Peygamber efendimizin getirdiklerine inanmayanlar, beğenmeyenler, din-i İslam’ı kabul etmeyenler, Cehennemde feryat edecektir. (Ya Rabbi bizi tekrar dünyaya gönder, hiç günah işlemeyeceğiz, hep ibadet edeceğiz) diyecekler. Onlara, (Siz zaten oradan gelmediniz mi) denilecektir.
Mübarek bir zat, bir Müslümana ait kabrin önünde durup, talebelerine sorar:
— Bu kabirdeki kişi, tekrar dünyaya gelse sizce neyle uğraşır, ne yapar?
Talebenin birisi, (Elbette sürekli namaz kılar) der. Diğer biri de, (Devamlı oruç tutar) der. Bir diğeri de, (İslamiyeti yayar) der. Her talebe faydalı bütün işleri sayar. O zat buyurur ki:
(Doğru söylüyorsunuz; ancak bu mezarda yatan kişinin dünyaya tekrar geleceği şüphelidir. Sizin oraya gideceğiniz ise kesindir. Yani siz de onun gibi öleceksiniz. O halde neden şimdi bu söylediklerinizi yapmıyorsunuz? Neyi bekliyorsunuz? Onun kaybettiği fırsatı siz bir ganimet bilmelisiniz, yarına bırakmadan bu faydalı işlerle uğraşmalısınız.)
Peygamber efendimiz de, (Bu dünyada garip gibi yaşa, yolcu gibi ol ve kendini ölmüş kabul et!) buyuruyor; çünkü bir gün mutlaka öleceğiz. Muhakkak olacak şeyi, şimdiden oldu bilmeli. Öldükten sonra pişmanlık, ah demek, yandım demek fayda vermeyecek. Şimdiden ona hazırlanmakta fayda var. Onun için şimdiden kendimizi o kabir ehlinden kabul etmek ve ölmeden önce uyanmak gerekir. Yine Peygamber efendimiz, (Şu kişiye şaşılır ki, o dünyanın peşinde, ölüm de onun peşindedir) buyurdu. O halde, (Nasihat olarak ölüm yeter) hadis-i şerifini de düşünerek ölenlerden ibret almaya çalışmalıdır. dinimzislam mail grubu

Padişah'ın işi ne?


Sultan Murad Han o gün bir hoş"tur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil.
Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:
- Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?
-- Akşam garip bir rüya gördüm.
- Hayırdır inşallah?..
-- Hayır mı şer mi öğreneceğiz.
- Nasıl yani?
-- Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.
Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki, padişah hâlâ gördügü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt'a çıkar, döner Vefa'ya, Zeyrek'ten aşağılara sallanır. Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha birdikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar, sorarlar;
-- Kimdir bu?
Ahali:
- Aman hocam hiç bulaşma, derler. Ayyaşın meyhusun biri işte!..
-- Nerden biliyorsunuz?
- Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz... Bir başkası tafsilata girer;
- Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkârdır. Azaplar çarşısı'nda çalışır. Nalının hasını yapar... Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerde namlı mimli kadın varsa takar peşine.. Hele yaşlının biri çok öfkelidir.
- isterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir cemaatte gören olmuş mu?.. Hasılı, mahalleli döner ardını gider. Bizim tedbili kiyafet mollalar kalırlar mı ortada!..
Tam vezir de toparlanıyordur ki, padişah keser yolunu :
-- Nereye?
- Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
-- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir sey diyemem...
Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebamızdır. Defini tamamlamak gerek.
- İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.
-- Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
- Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
-- Mollalığa devam... Naaşı kaldırmalıyız en azından.
- Aman efendim, nasıl kaldırırız?
-- Basbayağı kaldırırız işte.
- Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması, paklanması var. Tekfini, telkini...
-- Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
- Şurada bir mahalle mescidi var ama...
-- Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
- Ne bileyim, Ayasofya'dan, Süleymaniye'den, en azından Fatih Camii'nden...
-- Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii'ni iyi dedin. Hadi yüklenelim... Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur, kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa... Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki, naaş; ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydınlanır alnında. Yüzü sâkilere benzemez. Hem manâlı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin de keza... Mechul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine bir hayli vardır daha... Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.
- Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba...
-- Nasıl yani?..
- Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?..
-- Doğru, öyle ya, neyse... Sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim. Vezir, cüzüne, tesbihine döner, padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.
- Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar... Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından...
- Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir... Bizim efendi bir âlemdi, vesselam... Akşamlara kadar nalın yapar... Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya!..
-- Niye?
- Ümmeti Muhammed içmesin diye...
-- Hayret...
- Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi. Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek... O çeker gider, ben menkîbeler anlatırdım onlara... Mızraklı ilmihal. Hucceti islam okurdum...
-- Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki...
- Milletin ne sandığı umrunda değildi. Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki, derdi. Tekbir alırken Kabe'yi görmeli...
-- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
- işte bu yüzden Nişancı'ya, Sofular'a uzanırdı ya... Hatta bir gün; Bakasın efendi, dedim. Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. inan cenazen kalacak ortada...
-- Doğru, öyle ya?..
- Kimseye zahmetim olmasın deyip, mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. iş mezarla bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
-- Peki o ne dedi?
- Önce uzun uzun güldü, sonra;
- Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padişahın işi ne?

Alıntı....

13 Şubat 2010 Cumartesi

Teheccüd namazı kabri aydınlatan nurdur.

Teheccüd namazı, Peygamberimiz’e farz bizim için sünnettir. Kamil ve şuurlu mü’minler zamanını ona göre ayarlayıp, gece ibadet ederler. Uykularından fedâkârlık yapıp gecelerini namazla nurlandırır, Rabb’lerinden ne istiyorlarsa o vakitte ister, günahlarına o vakitte tövbe ederler:

“Onlar yataklarından geceleri kalkarak, korku ve ümit içinde Rabb’lerine yalvaranlardır ve kendilerine geçinmeleri için verdiğimiz rızıktan başkalarına harcayanlardır.” (Secde: 32/16)

“O mü’minler geceleri pek az uyurlardı.” (Zariyat: 51/17)

Hz. Ayşe validemiz şöyle rivayet ediyor: Resûl-i Ekrem sallAllah (c.c.)u aleyhi ve sellem geceleyin kalkıp ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Bunun üzerine O’na, ‘Yâ ResûlAllah (c.c.)! Senin geçmiş ve gelecek bütün hataların bağışlandığı halde niye böyle kendini yoruyorsun?’ dedim.

Bana cevâben, “Ben de Allah (c.c.)’a şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu. (Buhârî, Tefsîr-i sûre 48)

Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah sallAllah (c.c.)u aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Biriniz uyuduğu zaman şeytan onun ense köküne üç düğüm atar. Her bir düğümü attığı yere, ‘Gecen uzun olsun, yat, uyu!’ diye eliyle vurur. Şayet o kimse uyanarak Allah (c.c.)’ı anarsa, düğümlerden biri çözülür. Abdest alırsa, bir düğüm daha çözülür. Bir de namaz kılarsa, şeytanın attığı bütün düğümler çözülür ve böylece neşeli ve huzurlu bir şekilde sabahlar. Allah (c.c.)’ı anmaz, abdest alıp namaz kılmazsa uyuşuk ve tembel bir halde sabahlar.” (Buhari, Teheccüd 12)

Ebû Hureyre radıyAllah (c.c.)u anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallAllah (c.c.)u aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Geceleyin kalkıp namaz kılan, karısını da kaldıran, kalkmazsa yüzüne su serperek uyandıran kimseye Allah (c.c.) merhamet etsin. Aynı şekilde geceleyin kalkıp namaz kılan, kocasını da uyandıran, uyanmazsa yüzüne su serperek uykusunu kaçıran kadına da Allah (c.c.) merhamet etsin.” (Ebû Dâvûd, Tatavvu 18)

Ebû Hüreyre ve Ebû Saîd el-Hudrî radıyAllah (c.c.)u anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallAllah (c.c.)u aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir kimse geceleyin karısını uyandırır da beraberce veya her biri kendi başına iki rekat namaz kılarlarsa, Allah (c.c.)’ı çok anan erkekler ve Allah (c.c.)’ı çok anan kadınlar arasına yazılırlar.” (Ebû Dâvûd, Tatavvu 18)

11 Şubat 2010 Perşembe

Hayırlı Cumalar...


Her zaman ve her durumda salavat getirilebilir. Ama Efendimizden nakledilen hadislere, eserlere, fiillere ve tavsiyelere baktığımızda, Cuma gününün diğer zamanlara göre özel bir yeri vardır bu konuda. İmam-ı Sehâvî, “el-Kavlu’l-bedî’ fi’s-salât ale’l-Habîbi’ş-Şefî” adlı eserinde değişik tariklerden pek çok hadis rivayet etmiştir ki bunların hepsi Cuma günü salavat getirmenin önem ve faziletini anlatmaktadır. Mesela, Evs b. Evs (ra)’dan rivayet edildiğine göre Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Günlerinizin en değerlisi Cuma günüdür. O günde Adem yaratılmış ve o günde ruhu kabzedilmiştir. Sûra üfürme o gündür, kıyamet o gündür. O günde bana çokça salavat getirin. Zira sizin salavatınız bana arzolunur.” Ashap Efendilerimiz buyurdular ki: Ya ResulAllah! Sen çürümüş olacaksın, bizim salavatımız sana nasıl arzolunur? Buyurdu ki: “Allah peygamberlerin cesetlerini yemeyi toprağa haram kılmıştır”

Aişe (ra)’dan rivayet edildiğine göre:

“Kim Cuma günü bana salavat getirirse, kıyamet gününde ona şefaatim hak olur”

Enes’den rivayet edildiğine göre:

“Cuma günü bana bolca salavat getirin. Çünkü Cebrail bana az önce geldi ve Rabbisinden şu bilgileri getirdi: Yeryüzünde bir müslüman sana bir kez salavat getirirse, ben ve meleklerim ona on kez salat ederiz”.

“Cuma günü bana çokça salavat getirin. Çünkü, Cuma, meleklerin şehadet ettiği şahitli bir gündür. Bana salavat getiren bir kulun sesi, nerede olursa olsun bana ulaşır.”

10 Şubat 2010 Çarşamba

Gönül Dostluğu Nedir?

-GÖNÜL dostluğu ile günün dostluğunu karıştırmamak gerekir. Günün dostu sevginin sözünü eder, gönül dostu sevgiyi yaşar. Öyküyü bilirsiniz:

Ermişlerden birine sormuşlar: “Sevginin sözünü edenlerle, sevgiyi yaşayanlar arasındaki fark nedir?”

“Göstereyim” demiş ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları bir sofraya çağırmış. Önlerine derviş kaşıkları denilen bir metre uzunluğundaki kaşıkları koymuşlar. Tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş. Ermiş:

“Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz” demiş.

“Peki” demiş ve içmeye çalışmışlar. Ama nafile. Kaşıklar uzun geldiğinden, döküp saçmadan ağızlarına götüremiyorlarmış. Bir türlü çorbayı içmeyi becerememişler ve sofradan aç kalkmışlar. Bunun üzerine Ermiş:

“Şimdi sevgiyi gönlüne indirenleri çağıralım yemeğe” demiş. Yüzleri aydınlık, gözlerinin içi sevgi ile gülümseyen ışıltılı insanlar gelmiş, sofraya oturmuşlar. Ermiş:

“Buyurun” deyince her biri uzun boylu kaşıklarını çorbaya daldırıp, karşısındaki kardeşine uzatmış. Böylece içmişler çorbalarını. Doymuşlar ve şükrederek sofradan kalkmışlar. Bunun üzerine Ermiş:

“İşte,” demiş. “Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymamış düşünürse o aç kalacaktır. Kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz bunu da unutmayın. Hayat pazarında alan değil veren kazançlıdır.”

Gönül dostluğu, dostluğu yüreğinin yağları erircesine gönülden duyumsamaktır. Gönül dostluğu, dostun gönlüne yürümektir. Gönül dostluğu güvenmektir, inanmaktır, ikilikleri kaldırmak, dostla tek yürek olmaktır. İki ten, iki kalp, iki gönül yoktur gönül dostluğunda. Gönül dostluğu paylaşmaktır. Gönül dostluğunda istemeye gerek kalmadan, gönülden gönüle giden yolda, gereğini yerine getirmek vardır. Gönül dostluğu, karşılık beklemeden vermektir. Gönül dostluğu, beklentilerin son bulduğu bir duraktır.

Gönül dostluğunda, dosta sınırsız sevginin adıdır. O sevgi ki, katlana katlana yaşatılır, çoğaltılır.

Gönül dostluğu, dostun sözüne üzülmemeyi öğrenmek demektir. Sitemsizliktir, gücenmemektir. Gönül dostluğu, dostun tokadının sevgiden geldiğine kabullenmektir. Gönül dostluğu, dost uğruna ölebilmektir. Dost için yaşayabilmektir. Dostun eli, kolu, gözü, kalbi olmaktır.

Gönül dostluğu dostuna bir nefes gibi, bir ses gibi yakın olmaktır. Gönül dostluğu, içtenliktir, doğallıktır, yalansızlıktır, iki yüzlülükten arınmaktır. Gönül dostluğu, gözyaşı olmaktır, yağan yağmur olmaktır.

Gönül dostluğu, dostun yokluğunda üşümektir. Cenneti bırakıp, dostun olduğu cehenneme yürümektir. Gönül dostluğu yangın olmaktır. Yanmaktır, kor olmaktır. Dağ olmaktır, evren olmaktır. Her şey olmaktır, hiç olmaktır. Gönül dostluğu, dost yolunda tükenmektir. Gönül dostluğu. Ağlayan gözlere sıcak bir sevecenlikle bir tatlı gülümsemeyle yanıt verebilmektir.

Gönül dostluğu, dostunun yüzünde gülücük açabilmektir. Onu hayata döndürecek bir damla su olmaktır. Gönül dostluğu dostun baktığı yerde, sustuğu yerde bulunmaktır. Gönül dostluğu, dostun sığınacağı limanı, dostun canının canıdır.

Gönül dostluğu dostsuz geçen gecelerin şafağıdır. Gön görmüş kişiler, “Bakır, altın olmadıkça bakırlığını; gönül padişah olmadıkça iflas etmişliğini bilmez,” derler. Gönül ehli olanlar bunu böyle bilir ve böyle söylerler ki:

“Gönül, yalan sözden esenlik bulmaz. Suyla yağ karışık olursa çırağ aydınlık vermez. Doğru söz kalbe dinginlik verir. Doğru sözler gönül tuzağının taneleridir. Gönül hasta olur, ağzı kokarsa ancak o zaman doğruyla yalanın tadını alamaz. Fakat gönül ağrıdan, hastalıktan uzak olursa, yalanla doğrunun tadını bilir.”

Ve yine gün görmüş, gönül bilmiş ermişler: “Gönül aynası arı duru olmalı ki, orada çirkin yüzü, güzel yüzden ayırt edebilsin,” demişler. Çünkü, gönülden gönüle, sözsüz, işaretsiz, yazısız binlerce hal yansır.



Arı biziz, bu bal gönül balıdır

Sonsuzdur sevgimiz sonu sorulmaz.

Kalbimizde büyür zeytin dalıdır

Dosttan ötesine sırdır görülmez.



Arınmış durunmuş dünya kirimiz,

Yesevî’den ışık alır dirimiz,

Hoşgörü ırmağı ulu pirimiz;

Kabe gibi gönül yapar yorulmaz.



Ak eller ki motif motif dokuya,

Renk renk, nakış nakış, dantel, oya;

Halıya, kilime, hırkaya koya,

İlmik ilmik sabretmeden örülmez.



Bizler sözün değil, özün nurlusu,

Yaratılanların en onurlusu,

Yaraşır sevginin türlü türlüsü;

Coşkundur sevdamız, taşar durulmaz.

Ahmet Özdemir

8 Şubat 2010 Pazartesi

Yuk Ceken Yukselir, Olgunlasir!!!

Dinimiz, almayı değil vermeyi emretmektedir. İnsanların sıkıntılarına katlanmak, kahırlarını çekmek, yardımlarına koşmak, müşkillerini halletmek, hep vermektir yani fedakârlıkta bulunmaktır. Zaten dinimizde esas olan, nazlanmak değil, naz çekmek yani yük çekmektir. İnsanların yükünü çeken, olgunlaşır, istifade etmeye başlar. Yükselen, olgunlaşan insanlar, hep vererek yükselmiş ve olgunlaşmışlardır. Bu sebeple insan, hayatta iken kendini vermeye alıştırmalıdır. Hadis-i şerifte; (Şu üç şey için yemin ederim: Sadaka vermekle asla mal eksilmez. Öyle ise sadaka verin! Zulüm gördüğü şahsı,Allah rızası için affeden, dünya ve ahirette aziz olur. Öyle ise affedin! İsteme kapısını açana da,Allah fakirlik kapısını açar) buyurulmuştur.

Her şeyi yaratan, veren, ihsan eden Allahü teâlâdır. İnsanlar, isyan ettiği, emirlerini dinlemediği halde rızıklarını kesmemiş yine vermiştir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bütün mahluklara her nimeti, iyilikleri veren yalnız ü teâlâdır. Her şeyi var eden, var olmak nimetini veren Odur. Her an, varlıkta durduran da Odur. İnsanları sıkıntıdan kurtaran, duaları kabul eden, belalardan kurtaran hep Odur. Öyle bir Rezzaktır ki, kullarının rızıklarını, günahlarından dolayı kesmiyor. Affı ve merhameti o kadar boldur ki, günah işleyenlerin yüz karalarını meydana çıkarmıyor. Hilmi o kadar çoktur ki, kullarının cezalarını vermekte acele etmiyor.

Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde; (Allahü teâlânın ahlakı ile huylanınız!) buyurmuştur. Mesela, Allahü teâlânın sıfatlarından biri Settardır. Yani günahları örtücüdür. Müslümanın da din kardeşinin ayıbını, kusurunu örtmesi lazımdır. Allahü teâlâ, kullarının günahlarını affedicidir. Müslümanlar da, birbirlerinin kusurlarını, kabahatlerini affetmelidir.Allah ü teâlâ kerimdir, rahimdir. Yani lütfu, ihsanı boldur ve merhameti çoktur. Müslümanın da cömert ve merhametli olması lazımdır.

Abdullah-ı Ensari hazretleri buyurdu ki:
Sana iyilik eden kimsenin esiri olursun. Ona karşı boynun bükük olur. Kendisine iyilik ettiğin kimseye karşı ise, tam tersi olur. Onun için, daima herkese iyilik etmeli, faydalı olmaya çalışmalıdır. Nitekim bir hadis-i şerifte; (Veren el, alan elden üstündür) buyurulmuştur.

Ebül-Hüseyin Nuri hazretlerini, kendi zamanında yaşayan birkaç evliya ile beraber, hasetçinin biri, halifeye şikayet etmişti. İşin aslı araştırılmadan bunların idam edilmesi emredildi. Onlardan birisi idam edilmek üzere çağrılınca, Ebül-Hüseyin Nuri hazretleri, hemen ileri atılıp;

- Önce beni idam edin dedi. Cellad;

- Kılınç, kendisine koşulacak bir şey değildir. Niçin acele ediyorsun? Sana henüz sıra gelmedi deyince, Ebül-Hüseyin Nuri hazretleri;

- Bizim yolumuz isar yani arkadaşını, kendine tercih etme, fedakârlık yoludur. En kıymetli ve tatlı şey candır. Ben kendimi feda edip, birkaç saniye de olsa bu kardeşlerimin yaşamasını arzu ediyorum cevabını vermiştir. Bu hali gören halife, onların durumunu tekrar tahkik ettirir ve bunların Allah adamı olduğunu anlayıp, özür diler ve serbest bırakır.

Bir kimse, kırıldığı kimselere iyilik edebiliyorsa, onlara hediye verebiliyorsa, rahat eder, huzurlu olur. Din büyükleri; Kalbi en fazla nurlandıran şey; kızdığınız kimseye dua etmektir, buyurmuşlardır.

Netice olarak mümin, gıda gibi olmalı, her zaman ona ihtiyaç duyulmalıdır. Vermeye alışan, yük çeken kimse, gıda gibi olur. Yüzü dünyaya dönük olan yani almaya alışan kimse, herkesle kavgalı olur. Yüzü ahirete dönük olan ise, herkesin yükünü çeker yani hep verir ve herkesle de barışık olur. Zaten vermeyen, fedakârlıkta bulunamayan, kısacası cömert olmayan kimse, insanların sevgisini kazanamaz. Veren kimse, her zaman itibarlı ve aziz olur. Almaya, istemeye alışan kimse de, zillete düşer.





OSMAN UNLU

7 Şubat 2010 Pazar

Mezardaki ateş


Bir gün Emîr-ül mü'minîn Hz.Ömer (r.a) dervişlere bahşîş verdi, mal ihsân etdi. Bir kişi bir oğlan çocuğu ile geldi. Ömer (r.a) buyurdu;

-Sübhânallah! Bu çocuğun sana benzediği kadar, birbirine benzeyen kimse görmedim. Muhakkak ki bu oğlan sana benzer.

O kişi dedi ki:

-Yâ emîr-el mü'minîn! Bu oğlanın acâib ahvâlinden sana haber vereyim. Ben sefere gitmek murâd etdim. Bunun anası hâmile idi.

Bana dedi,

-Beni bu hâlde koyup, gider misin.

Ben dedim ki,

-Karnında olan nesneyi Allahü teâlâ hazretlerine emânet etdim.

Sonra seferden geri geldim. Annesi ölmüş. Bir gece söyleşirken, karşımızda mezârlıkdan bir ateş gördüm. Süâl etdim ki,

-Bu ateş nedir?

Dediler,

-Bu ateş senin hanımının kabrindendir. Biz bunu her gece böyle görürüz.

Dedim,

-Sübhânallah! O hâtun nemâz kılıcı ve oruc tutucu idi. Bu ateş ne hâldir, diyerek vardım. Kabri açıp, gördüm, bir çırâğ yanar. Bu oğlan onun ışığında oynar. Bir ses işitdim ki, bana,

-Bunu bize ısmarladın, geri biz sana verdik, diyordu.

Ben dedim,

-Nne olaydı, anası da diri olaydı.

Hâtıfdaki ses dedi ki,

-Eğer anasını da bize ısmarlamış olaydın, bu şekilde onu da geri verirdik.

5 Şubat 2010 Cuma

Hayırlı Cumalar...



Bugün CUMA


Yürüyorsun..telaşların omuzlarında..çalışıyorsun umutların köşe başlarında..yaşıyorsun özlemlerin yarınların ardında..gülüyorsun mutlulukların var-yok arası gidip gelmelerde..an'ın bıçak sırtında nefes alıp veriyorsun..aldığın nefes kadar umutlusun,verdiğin kadar huzurlusun..

Sürekli ve kalıcı sanıyorsun kendini..oysa bedenini bir andan başka bir ana taşıyamıyorsun..sonraların sonrasında hayallerin..iki dudağının arasında hayatın..alıp verdiğin nefes kadar varsın..nefesin ha bitti ha bitecek..

Varlığını çoğaltıyorsun kendince..biriktiriyorsun elinde olanlar bitti bitecek..

Kızgın bir kor gibi avucunda kaygıların..şehrin girdaplarında bir varsın bir yoksun..umut ile umutsuzluk arasında dolanıyorsun..

Kaldırımların sana söyleyeceği yok..kapılar bir yerlere açılmıyor..meydanlar sesine ses katmıyor..sokaklar kalbine çıkmıyor..aynalarda yüzün eskimiş,ağlıyor..

Bilmeden benliğini sivriltmişsin..farkında değilsin umutlarının hepsini cılız nabzına taşımışsın..sesin çöle düşüyor,sözün boşlukta kalıyor..huzurdan azalıyorsun her an hüsranın büyüyor..

Bugün cuma..varlığın bayramı bugün...seni varedenin seni severek var kıldığını haykırıkıyor ezanlar..seni sevenlerin ve sevdiklerinin arasına katan Rabbinin,varlığını sadece varlığını,hiç bir şeye sahip olmasanda,hiç bir albenili görüntüye sığınmasanda,hiç koşulsuz kabul ettiğinin habercisi ezanlar..

Dur şimdi..şimdi dur..kendini kırılgan aynalarda çoğaltmaya çalışan bencilliğini sustur..seni boş sevdaların yokuşuna süren hırsını sakinşleştir..

Gürültüyü kes;secdenin sükunetine at özlemlerini..kıskanıpta seni güya iyliğin için bin bir cezbeyle dünyanın kuyusuna atmak isteyen,atıpta ardından kanlı gömleğine bakarak yalan yere ağlayacak sahte kardeşlerinden uzağa at kalbini ve kalıbını..

Bugün cuma..
Dünyadan ümidini kes..
Sonsuzun pınarına yapıştır dudağını..

Senai DEMİRCİ

4 Şubat 2010 Perşembe

Ey Yar,Ben Bittim Seninle Başlat Beni

Annem için yapılan
kur'an ve Hatim proğramları nedeniyle Konyada idim.
Geldim şu anda burdayım.
Güzel bir duayla başlayıp
Amin diyelim...

Ey yar, ben bittim Seninle başlat beni..
Düştüm kimse tutmadı elimi, ağladım kimse görmedi bir anlayan teselli eden olmadı…
Ne zor bana senleyken sensiz kalmak…
Ne zor içimde tutarken seni, bir türlü bulamamak..
Ne acı Senden gayrisine bağlanmak, varlığımın sebebini unutmak.
Neden uzatmadım ki sana şu titrek ellerimi, neden sarılmaya çabalamadım o yed-i rahmete..
Ah ne olurdu uzanabilseydim, benliğimi ayaklarımın altına alıp uzansaydım, kibir yükünden sıyrılıp asılsaydım ipine..
Beni bir an bile unutmayansın Sen, bense bana hediye ettiğin aklıma Seni getirmekten aciz kaldım..
Sana koşamadım koşanlarla…Emekledim yollarında..Süründüm…
Ama daraldım.. Ama üzüldüm..Ama ezildim..Senin tutmadığın eli kim tutar? Senin bıraktığını kim alır? Senin alçalttığını kim yükseltir?..
Kaldır beni düştüğüm bu bataklıktan ey Yarim..Ben benliğimde Seni unutmanın cezasını zaten pişmanlığımla çekiyorum, rahmetinin kucağında ısıt bu günah karası ellerimi..Sen ol deyince olmayan yok; bu yüzden ki ümidim korkumdan çok.. Ne olur utandırma ey rahmetinin gazabını geçtiğini müjdeleyen yar, ey boynu bükük kapısını çalanları kapısından boş çevirmeyen Rabbim..
Haydi lütfet de bir kapı aç bana, rızana erişeyim..
Gönlüm Sen Sen diye yanarken can vereyim..