28 Ekim 2009 Çarşamba

Burada "elhamdülillah"dersin,orada "elhamdülillah"yersin...

Burada "elhamdülillah"dersin,orada "elhamdülillah"yersin...
"cenneti aletle yapmadılar, niyetten ubudiyetten yaptılar."
-Mevlânâ

Önce "iş makineleri" göründü uzaktan. Yaklaştılar. Hayretle seyretmeye koyuldu onların o fısıltılı gelişlerini. Nefeslerden yapılmış şeffaf tekerlekleri üzerinde hışırtıyla ilerliyorlardı. Kepçelerinin keskin dişleri, iri parlak bıçakları katı sessizliği parçalamaya başladı. Çatır çatır söküp attılar vurdumduymazlığın boz bulanık çamurlarını. Temiz seslerin, tatlı nefeslerin eğesinde bilenmiş bıçakları gafletin kayalarına dokunur dokunmaz, hayretten kıvılcımlar çıkardılar. Cansızlığın taşları, nankörlüğün sağır kayaları yarıldı; bağırlarından bengisular fışkırmaya başladı.
Sonra , makineler tonlarca şükür ve sabrı karmaya başladılar. Sessizliğin dağıldığı, gafletin sökülüp atıldığı, nankörlüğün parça parça edildiği o cıvıltılı alana döküldü şükür-sabır çimentosu. Rahmet yağmurlarıyla yıkandı temel…
Temiz niyetler üzerine kuruldu bina... Duvarlar yükselmeye başladı hızla… Takvadan tuğlalar dizildi üst üste… Hüsranı dışarıda bıraktı, rahmeti içeride bıraktı duvarlar. Darlıklar dışarıda kaldı, genişliklere odalar açıldı takva takva üstüne kondukça.. Var edilen her şey, hayırla yad edilen her dilber, hayranlıkla tanışılan her güzel, şükürle tadılan her nimet içeride kaldı.. Dışarıda şer.. Dışarıda hiçlik.. Dışarıda lüzumsuzluk. Dışarıda yalan. Dışarıda boş söz.. Dışarıda kaldı hüzün ve korkular… Hayranlık bahçeleri doluştu içeri.. Rahmet yağmurları indirildi tavandan içeri… Çiçeklerin hepsi içeride açtı. Rayihaların hepsi damlaya damlaya gül oldu. Dışarıda kaldı tüm çirkinlikler..
Kapılarını tekbirden çattılar odaların… “Allahüekber”in manası tel tel açıldıkça, içeri koşuştu izzetler, yücelikler, yakınlıklar. Zilletlerin üzerine kapandı kapılar. Alçaklıklar eşikten yüz geri etti. Aşağıların aşağılarını uzakta bıraktı kapılar… Gıybetlerin iğrenç kokuları erişemedi içeri. Riyaların çirkin yüzleri silindi uzaklarda.
Oda oda genişledi bina. Odalar odalara açıldı. Genişlediler.. Sonsuza doğru genişlediler… Sevdaların hepsini çevreledi duvarlar. Vedalara veda etti duvarlar. Fenanın soğuğu giremedi içeri. Hiçliğin berisinde, varlığın ortasında kuruldu çatısı binanın. Arttıkça artan mümin hayreti kadar yükseldi tavan. Göğe doğru yayıldı. Minnettarlığın sonsuz mavisinde kurulan gökler tavan oldu odaya. “Sübhanallah”tan avizeler indirildi odaların ortasına… Pırıl pırıl tenzih kristalleri uç uca dizildi avize diye. “Vechullah”ın tanıdık yüzü nur indi değdi her köşeye. Ünsiyet saçıldı zeminin her noktasına. Sonsuz yakınlıktan, ebedî mutluluktan ışıltılar süzüldü. Gölgeler ve ışıklar oynaşmaya başladı hoş sohbetten çatılmış sedirler üzerinde. Sıcacık dudaklara aşkla değmiş salâvatlardan güller açıldı odanın başköşesinde. Bülbül şakımalarından, seher vakti zikirlerinden aynalar dikildi duvarlara. Kıbleye döndükçe yeniden inşa edilen yüzünün nurunu seyre dalsın diye namaz ehli. Mahcup yüzlere serince değmiş gözyaşlarından havuzlar açıldı odanın göbeğine. Dünyaya uzak, ahirete yakın ağlayışlarıyla dinlensin diye kutlu misafir. Mahzun kalpleri yakıp kavurmuş tövbelerden pencereler açıldı Cemâlullah denizlerine. Kardeşlik hazzından, muhabbet tadından dokunmuş halılar serildi zemine. Ayaklarına sımsıcak vuslatlar değsin diye.. Sevinçli secdelerin billur sularından çeşmeler kuruldu gül bahçelerinin başına.
Nehirlerin çağıltısı duyuldu sonra. Hak adına susmuşluğun, gerçek hatırına küsmüşlüğün kuytularından kaynayan nehirler… Sabredenin ayakları altında akışmaya başladılar. Yetim başları okşamış elleri menekşe kokularıyla mayalandı. Kimselerin görmediği fukaraları gören mümin gözlerine vuslattan sürmeler çekildi. Uykusunu teheccüdlerle bozmuş âşıkların kirpik uçlarına ebedî sevinçler asıldı.
Meyveler geldi sonra.. En sonunda.. Rengarenk tebessüm çiçekleri arasından, cömertlikten eğilmiş dal uçlarından tazecik meyveler uzandı ellerine. Tanıdıktı meyveler. Öyle ki, hatırladığı şükür anlarının hepsi dilim dilim olmuştu meyvelerde. Hasretle aradığı eşsiz mutluluk anlarının çekirdeklerine sarılıydı meyveler. Tekrar tekrar yaşamak için can attığı doymuşluklarının bitmesin diye titizlendiği ilk lokma hazzının kabukları içindeydiler. Oruçlu ağzının hoş kokularıyla bezenmişti nimetler. “Elhamdülillah”ları tadındaydı hepsi… Sonsuz bir şimdinin tabağında, saf çocuk sevinçlerinin sepetleri içinde .. Meyveler, meyveler...
“Elhamdülillah”larını yemeye başladı mümin. Utangaç bir sevinçle. En Sevgili’nin ellerinin gül tabağından...

Senai Demirci

1 yorum:

  1. Elhamdülillahları yemeyi cümle müslümanlara nasip etsin Yaradanımız.

    YanıtlaSil