25 Ekim 2009 Pazar

Her dem, ötelerden nur yağıyor.

Her Dem Ötelerden Nur Yağıyor
Allah göklerin ve yerin Nur'udur. O'nun nuru, içinde ışık bulunan bir kandil yuvasına benzer. O ışık bir cam içindedir, cam ise, sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır; bu ne yalnız doğuda ve ne de yalnız batıda bulunan bereketli zeytin ağacından yakılır. Ateş değmese bile, nerdeyse yağın kendisi aydınlatacak! Nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna kavuşturur. Allah insanlara misaller verir. O, her şeyi bilir.(NUR 35)


Gökten nur yağıyordu, Beytine ziyarete gelen misafirlerine nur ikram ediyordu rabbim. Nur yeşildi hep zihnimde, yeşilse nurdan bir hatıra. Oysa renk değildi yağan ,silik yeşili çağrıştıran billur kristal ışık huzmeleriydi. İnciler dökülüyordu gökten, ötelerden silik mavi dingin bir rüzgar huzurda dirilişin kokusunu getirmiş bekliyordu ol emrini. Tavafla her dönüşünde gönüllerden düşen siyah noktalar bir bir yokluk ta buluyordu kendini, Her yok olanın yerine nurdan bir damla, süt kıvamında akıyordu, bembeyaz bir yol alıp. Semaya çevrili gözler rahmet sarhoşluğun da boşluğa dalmıştı. Her kimin terekesinde benlikten her ne varsa yakışmıyordu rabbimin beytine, sınırsız rahmetin ve sonsuz keremin sahibiydi rabbim, yağan her inci, parıltısıyla yakıyordu adeta benlik namına her ne varsa. Arınan her gönülden bir damla göz yaşı katılıyordu nur damlalarına. Yıkanan her gönül adeta kanatlanıyordu. Kanat çırptıkça gönüller, rahmeti cezbeden bir yakarışta kayboluyordu. Rengi yoktu nurun, renksizliğin billur ışıklarından süzülen bir rahmet pınarıydı.

Cennet koksu yayılıyordu hacerül esvetten , varlığın kirlenmişliğinde siyahı sembol edinmiş bir ayna gibiydi nefsine bakmak isteyene. Bakana ayna, koklayana cennet, dokunana nurdan bir aşk kümesiydi sanki. Zemzem cennet aşkıyla akıyordu, uzanan her ele ferah bir nur, yudumlayan her nefese bir şifa sunuyordu. Aşkın ateşinde kavrulan her gönle ise maşuktan bir ikramdı. Ayak izleri vardı her yerde bütün nebilerin ve resullerin. İbrahim’in kıyamı, ismail’in teslimiyeti doluyordu gönüllere. Efendimin sesi yankılanıyordu tüm şehri kuşatırcasına , LA İLAHE İLLAllah. Aşkla , aşkı tavaf eden gönüller yek vücut olmuş haykırıyordu MUHAMMEDEN RESULULLAH. Durmak ve o anın içinde kaybolmak istiyordu kalpler. Damaklar kurumuş zikrullahın eşsiz lezzetiyle ıslanıyordu artık. Varlık namına her ne varsa hiçlikte kemalatın tadına gark olmuştu. Kimdi, neydi, nereden gelmişti, nereye giderdi, anlam, söz, varlık, yokluk ve cesetler kaybolmuştu . Yalnız ehad olan vardı, her yeri ve her şeyi kuşatan nuruyla, zira O nur üstüne nurdu ve bütün gönüllerin duası onun nuruna kavuşmak içindi.

Rahmana Halil olmayı dileyenlerin temsili mekanı, makamı İbrahim, lütuf bekleyenlerin dilenme durağı, ötelere sevgi ve aşk yollamayı dileyenlerin gönül kafesi , beytine geldim ruhum sendendir ve yine sana amade kılmaya geldim, dostum, halilim dedin İbrahim’e, dostunun makamında senden dostluk dilenmeye geldim diyenlerin terennüm kapısı.

Ve KABE , cisme bakana devasa bir heybet . nura bakana yalın bir sembol. İnsanın yapabileceği en güzelle giyinmiş, altından nakışlı nazlı bir örtüyle bezenmiş. Yağan nur huzmesi altında ise, yönelen her gönle aşk iksiri sunan bir nur havuzu, yokluk sırrından varlığın gölgeli ışıltısına dönmüş temsili bir mekan. Nuru aşkla temaşa eden göze, benliğini öğütmek için tavaf eden kademe, aşk ateşinde yanmak için dokunan ele, nura kavuşmak için HU diyen nefese ve miraca yükselmeyi dileyen gönle varlık aleminden açılan kutlu bir kapı.

Gökten nur yağıyordu, rahmette dirilmeyi dileyen her gönül ona doysun ve ona kansın, gönül gözünden ötelere göz yaşı yollayanlar nurlansın, aşkı terennüm eden diller suskunluğun inci tanesi, nur havuzlu gönül bahçesine kavuşsun ve her nefeste HU diyen kalp lisanından dökülen aşk, dudakları nurdan bir kana boyasın için.

Her dem, ötelerden nur yağıyor.
Aıntı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder