Nakşiler zikire.kalbi zikirle başlarlar. Kalpden letaife, Letaiflerden de tüm vücuda dağılır. İşte o zaman vücut kimya olur,toprak dahi o bedeni çürütmez. Peygamberler ve Allah dostlarının cesetleri çürümez. Çünkü her bir hücreleri Allaha mutidir.Tıpkı altın,platin gibidirler.
Hz.Musa Efendimiz Allahu Teala’ya şöyle niyaz etti:
-Ya Rabbi senin sevdiğin ve gazap ettiğin kulun alameti nedir?Bana bildir ki, ben sevdiğine koşayım gazap ettiğinden kaçayım korunayım.
Allahu Teala şöyle buyurdu.-Ben bir kulu sevdiğim zaman onun alameti,o kişinin bütün himmet ve gayretinin benim zikrim olmasıdır.Yani, o yirmi dört saat Beni zikretmekten, Benimle birlikte olmaktan gafil olmaz. Ben bir kula zikrimi unutturdum mu ona masiyet işlettiririm ona azabımı veririm.
Hz.Musa :Ya Rabbi alameti işareti nedir?
C.Hak: Ya Musa, dili ağır sözlü (kırıcı)olur, hikmet olmaz, sabırlı olmaz, gözü şehvete bakar, bakışları tahrik edici olur, ibret yerine iftira ve sui zan eder.
T.Sohbetler 1.M.ILDIRAR.S 50.
Hak Teala, kullarından birini dost edinmek istediğinde, ona zikir kapısını açar, zikirden zevk aldıklarında, bu sefer onlara fütüvvet (ve yakınlık) kapısını açar, (sonra üns meclisine yükseltir, sonra tevhid kürsüsüne oturtur, sonra aradaki perdeleri kaldırır.Ebu Said Harraz KS. TE 481
Gerçek manada Hak Tealayı sevmek, O’nun zikriyle daimi surette ünsiyet etmektir.M.b.Ali Tirmizi.KS TE 547
Ahmed b.HarbKS.,o kadar çok zikir yapırdı ki, Allahu tealanın zikri onu istila etmişti. Zikir esnasında dudaklarını kımıldatırken, (sakal, bıyık birbirine karışmıştı. , meşhur sufi) el müzeyyin, “dudağındakikılları düzeltmeme yetecek kadar bir süre durmazmısın?” diye teklif ednce,
-sen kendi işine bak,diye cevap verdi.Hatta derler ki, bu kıllar,onun dudağını birkaç yerinden kesmişti.
Bir zamanlar bir dostu kendisine bir mektup yazmış,uzun müddet cevap vermek istediği halde buna fırsat bulamamıştı..Nihayet bir gün kamet esnasında müridine dedi ki:
-O dostumuzun mektubuna cevap ver ve cevap verecek kadar boş vaktimiz bulunmadığından bir daha bize mektup yazmamasını hatırlatıp “Allah’la meşgul ol, vesselam, diye yaz” demişti.
Tasavvufi Hakikatler’de Abdulkadir İsa der ki: “Çatı duvar üzerine, duvar da temel üzerine oturduğu gibi, her makamın da bir temeli vardır. O temel de zikirdir. (Tercüme: Ahmed Serdaroğlu; s. 63)
Muhammed Bakır Hazretleri, “Yıldırımlar, müslim ve gayri müslim herkese isabet eder. Bunun tek istisnası Allah’ı zikreden kimselerdir.”
Zikir ve türevleri ikiyüz kırk yedi ayette geçmektedir. Bu ayetlerin yirmidört tanesinde zikir kelimesi iki kere; iki tanesinde de üç kere geçmektedir. Buna göre zikir kelimesi ve türevleri Kur’an-ı Kerim’de ikiyüz seksen bir (281) kere geçtiği çıkmaktadır.
İbn-i Abbas şöyle buyurmuştur: “Her müminin kalbinde bir şeytan bulunur. Mümin zikr-i ilahî ile meşgul olduğunda şeytan küçülür, zikir ile uğraşmayı unutunca şeytan vesveseye devam eder.”
İmam-ı Gazalî, İhya-u Ulumi’d-din de “Tevhid içiçe iki perdesi olan kıymetli bir cevherdir. İnsanlar özü tamamen unuttular da, dışındaki kabuğa ve bu kabuğu korumaya tevhid adını verdiler. Birincisi yani dış kabuk veya perde: Dil ile Lailahe İllallah demektir ki, buna hıristiyanların tasrih ettikleri teslisi bozan tevhid adı verilir. Fakat bu tevhid içi dışına uymayan münafıktan da duyulabilir. İkinci perde: Dilin söylediği bu tevhidi kalbin inkar etmemesi, belki buna inanıp tasdik etmesidir. Bu ise avam tabakasının tevhididir. İşte kelamcılar tevhid cevherinin bu iç kabuğunu bidatçıların karıştırmasından koruyabilirler. Üçüncüsü ki özdür, vasıta ve sebeplere iltifattan insanı alıkoyacak şekilde herşeyi Allahu Teala’dan bilmek ve ibadetini yalnız O’na tahsis edip, başkasına kulluk etmemektir. Heva ve hevesinin ardından sürüklenenler nefislerini ma’bûd tanıdıklarından bu tevhid dışında kalırlar. Nitekim Allahü Teala bu gibiler hakkında, ‘Nefislerini ilah tanıyanları görür müsün?’ buyurmuştur. Peygamber Efendimiz bu gibiler hakkında, ‘Yeryüzünde tapılan tanrılardan, Allahu Teala’nın en çok buğz ettiği heva-i nefs’tir.’ buyurmuştur. Gerçek şu ki, iyi düşünen kimse, puta tapan kişinin de heva-i nefsine tapmış olduğunu anlar." Halbuki ‘Yüzümü, yerleri ve gökleri yaratan Allahu Teala’ya yönelttim.’ cümlesi tevhidin gerçekliğinden haber veren bir cümledir. Tevhid eden ancak Bir’i görür ve ancak Bir’e yönelir ki, bu da Allahü Teala’nın ‘Allah da, onları bırak kendi batıl sözlerinde eğlensinler.’ ferman-ı ilahîsine uymak demektir. Dil, kalbe tercümandır. Bazen doğru, bazen de yalancı olur. Allahu Teala’nın nazargahı, dilin tercümanı olduğu kalptir. Tevhidin kökü ve kaynağı da bu kalptir.”
“Allah’ı zikir her şeyden büyüktür.” âyet-i kerimesinin hükmü için İbn-i Abbas, “Bu âyetin tefsirinde iki tercih var. Birisi; Allah’ın sizi zikretmesi, sizin O’nu zikretmenizden daha büyüktür. İkincisi; Allah’ı zikir, zikirsiz olan her ibadetten üstündür.” demiştir.
Ruhu’l-Beyan tefsiri “Allahu Teala’nın zikrine devam ediniz, murakabesini muhafaza ediniz ve her halde dua ve münacaatta bulununuz. Hatta kılınç çalarken ve düşmanla çarpışırken de. Nitekim diğer âyet-i kerime’de Cenab-ı Hak buyuruyor ki: Düşmanla karşılaştığınızda onu durdurunuz, yakalayınız ve Allah’ı çok zikrediniz ki felah bulasınız.”
“Sabit-i Benani, ‘Rabbimin beni ne zaman zikrettiğini ben bilirim.’ dedi. Halk başına toplandı ve ‘Bunu nasıl bilebilirsin?’ dediler. O, ‘Kolay bir şeydir. Ne zaman ben Rabbimi zikredersem, Rabbim de beni zikreder.’ Dedi”
Kurtubi, bu âyetin tefsirinde, “Zikir unutmanın zıddıdır. Cenab-ı Hak Beni İsrail’e âyet-i kerimesiyle, ‘Size verdiğim nimetleri yadedin.’ buyurduğu halde, Ümmet-i Muhammed ise nimeti veren Zat-ı Bâkî’yi zikre davet etmekle şereflendirmiştir.” demektedir.
“Sen ve kardeşin âyetlerimle git ve Benim zikrimde gevşeklik etmeyin.” Ruhu’l-Beyan tefsirinde bu âyetle ilgili olarak, “Her halde lisan ile ve kalp ile zikre devamda fütur etmeyin. Çünkü zikir bütün maksatların tahsilinde alettir.” denmektedir.
Alıntı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder