22 Ekim 2009 Perşembe

Düşmeyen kalkmaz, yitirmeyen aramaz ki…

Düşmeyen kalkmaz, yitirmeyen aramaz ki…



Öyle bir yol ki.. Ne ten,ne can,ne yar,ne yaren..!!!

Ben, seni aramak ve bulmak için düştüm yollara… “Aramakla bulunmaz…”diyen söze aldanmadım.

Bakmadım sözün bu yanına….

Susuzluğumu hissediyorsam bana değildi bu söz. Zîra devamında “Bulanlar; ancak arayanlardır…” ümidini fısıldayan bir ses vardı. Ve ben o sese uyup düştüm yollara…

Çünkü içimdeki bu hasret ateşini sen yaktın. Bu çağıltılı “ara ve bul” sesi senden geliyordu…

Bu senin çağrındı. Nasıl dururdum zincirlerimle… Nasıl beklerdim hapishanemde…

Kırdım zincirlerimi, yıktım duvarlarımı…

Düştüm yola…

Artık bir yolcuyum ben de…

Ezelle ebed arasında yoldayım şimdi. Seni arıyorum ama bilirim ki yoldaşım da yine sensin.

Çünkü sen olmasan ne yol olurdu ne yolcu.

Ne kadar yol yürüsem önüm kapı ardım kapıydı… Seslenişim sanaydı bu yüzden: “Aç kapını ben geldim!” diye… Seni bulduğum, bildiğim her yerde, her nesnede rengin vardı, kokun, sesin. Ama hiç biri sen değildin.

O yüzden baygın kokularıyla sermest olsam da gülün bir bir solup düştü yaprakları…

Hangi suyu içsem daha da susadım. Hangi ekmeği yesem daha da acıktım.

Hangi Züleyhâ’nın vuslat kapısında bulsam kendimi, bir hiçlik kuyusuna düştüm. Düştüm dünya gayyasına, düştüm.

Düşmeyen kalkmaz, yitirmeyen aramaz ki…

Düştüm, kalkacağım, yitirdim arayıp bulacağım.

Başı dumanlı dağlara düşüyor yolum, denize koşan sulara… Toprakla buluşan yağmura…

Açan çiçeğe, uçan kelebeğe… Seni soruyorum.

“Daha git…” diyorlar…

Gidiyorum vadiler aşıyorum, yanardağlar gibi kalbimin ateşini salıyorum her yere…

Haramiler çıkıyor önüme…

“Dur, bekle…”diyorlar. Ama ben, akan sulara, yıldızlara bakıp “Ötesi… ötesi…”diyorum.

Yürüyorum.

Ne ten, ne can, ne yâr ne yâran.. .

Geçiyorum hepsini… Ne şiir kurtarıyor beni ne söz…

Adım ne, kimim ben, kadehimde ne var? Yoldayım ama illerim hani? Bunu da sen biliyorsun ancak.

Biliyor ve çağırıyorsun kendine.

Ama ne kadar gitsem, yol uzuyor, kısalmıyor.

Ben bu dert ile kime yanayım. Kime anlatayım sabahtan akşama senin için koştuğumu…

Senden gelip sana gittiğimi… Akşam heybetinle kendimden geçip sabah merhametinle kendime geldiğimi.. .

Ey kırık gönlün dermanı, ey Mecnun’un Leylâ’sı…

Zebur okuyup Davut oldum, İncil okuyup İsa oldum. Yeryüzüne indim. Gökyüzüne ağdım.

Çöl gecelerinde Medineli kızlarla şarkılar söyledim sevgilinin aşkına…

Artık göster kendini de yeniden bir fidan gibi dikileyim toprağına… Çünkü derdim var, şifa senden, yol senin.

Sen izin vermezsen yürüyemem. Yorgun düşüyor bedenim, güç ver. İçimin pencerelerini aç…

Ne dünya kalsın ne ukbâ…

Ezel günündeki nidanla beni bir daha çağır. Çünkü sultan sensin, devlet senin, izzet senin. Bak, yağmaya verdim cihanı… Tek yolunda yürüyeyim diye…

Çünkü yol da senin, yolcu da…

Renkten renge giriyorsun, bir sırrını çözemeden başka bir tecellinle kamaştırıyorsun gözlerimi…

Aciz olan benim, kudretli olan sen…

Öyleyse tut ellerimden. Kapat gözlerimi… Kapat ki açtığımda seni göreyim.

Kesreti geçip vahdete ereyim. Bir çift yeşil göze mahkûm etme beni… Yasemin kokulu bir bahçeye.. .

Ne geçmişe ne bugüne ne geleceğe…Rahmet ki bitsin bu mahmur gece…

Ben sabahına uyanayım.

Dağlar aşıyorum, kartallarla söyleşiyorum.

Söz bitiyor, sen kalıyorsun. Denizler geçiyorum, beyaz köpüklü dalgalarla kıyılara vuruyorum.

Su, bitiyor, yine sen kalıyorsun. Vadilerden geçiyorum. Çiçekler soluyor da yine sen kalıyorsun. Ben lal, ben âmâ…

Sen baki, ben fânî… Sen konuşturmazsan ben konuşamam, sen baktırmazsan ben göremem. Sen işaretler göstermezsen ben yürüyemem.

Bak, şehrimin kandilleri sönmüş. Lütfet ve yak onları..

Bak, tarumar olmuş bahçem.

Solmuş güllerim. Sen, dirilt onları… Sen olmazsan bütün vakitler akşam, sen olmazsan ne sefa var ne vefa…

Ne dünya var, ne ukbâ.. .

Toz toprak oluyorum kudretini görüp bir rüzgâr esiyor, bir gece kuşu ötüyor.

Bu da senden, o.da senden.

Hepsi senden.

İşte gecenin elbisesi… Kumaşı senden, işte gece sefaları açıyor. Kokusu senden.. .

Ama biliyorsun ki, bunlar hep tuzak… Bana ne gül gerekir ne lâle… Mihman ver ki yolun doğru olanında yürüyeyim.

Değilse yollar uçurumlara çıkar…

Karanlık olur her yan. Güneşe söyle ki doğsun. Bileyim ki sabah oldu.

Tekrar yürümek vaktidir, düşeyim yola… Kapansın ziyan defterleri, başlasın yeniden yolculuk neşesi…

Ney olup inleyeyim, kaval olup ağlayayım. Yeter ki seni söylesin dilim, senin elinden tutsun elim.

Bu cihan ortasında, bu dehlizde yalnız bırakma beni…

Ezelden ebede savur beni..

Savur ki, toprağını arayan bir buğday tanesi gibi senin iklimine düşeyim…

Orda yeşereyim…

Pervane kesiliyorum ışığında… Görüyor ve biliyorsun. Kerem ediyorsun ve açılıyor perdeler.

Safalar bahşediyorsun, tazeleniyor sözler… Hû dedikçe bayram ediyor lâleler…

Bak, o zaman nasıl da kanatlanıyor gönlüm… Ne doğu kalıyor ne batı…

Ne güneş ne ay…

Sen gelip gönül mülküne şah oluyorsun, bir bir tükeniyor yollar. Kayboluyor gam ve mihnet deryası…

Parlıyor ayna.. .Can evinde hüma kuşu… Harabe içinde define.. .Ben ne yaptım da geldi bu saadet.. .

Mansur gibi dara mı çekildim. Ne yaptım da şad ettin gönül hanemi… Bilirim ki rahmetindir bu…

Sen olmasan ne yol biter ne feryadım.

Ne tedbirim kâr eder ne cehdim.

Meğer ki, hep sendeymişim, seninleymişim. Ne yol varmış ne yolcu… Hasretin vuslat, uzağın yakın imiş.

Bunu da sen bildirdin. Şimdi şahbaz olup devran etmenin vaktidir gökleri… Şimdi selâmlamanın vaktidir melekleri…

Tur dağında Musa, gökyüzünde İsa olmanın demi…

Kapı açıldı, suret belirdi. Bitti kavga, bitti tuzak…

Ne daneler var yolda ne avcı kuşları…

Sen ki vefa bağının gülüydün, cefa senden uzak… Ben derdim, sen dermanım, sen ikrarımsın benim.

Saf tutmuş selvinin secdesi sana. Bütün yollar sana doğrudur sana…

Şimdi ulu divânında yine rahmet, lütfet ki bağışlansın suçum, uzun yoldan geliyorum ama ellerim boş.

Sâdece hasretimi sunabiliyorum sana bir de aczimi…

Kabul buyurur musun?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder